2 Aralık 2019 Pazartesi

Zehre'nin Gece Nöbetleri


Bunca vakıttır neredeysense bilmiyem. Dediy geleceğam, bekliyem seni sözıne itimad edıp, e hani, nereyesen? Zaman geçip gidiy. Zaman aktıkhça ben benlikten çıkiyem, görmiysan...

Nice çileler çekhti bu gönül. Nice yükler kaldırdı bu omuzlar. Feket en fenası nedir biliy misen? Güvendıgının güvenilmez oldugını görmakhtır. Zehrem, de hele sen niye bele ediysan? Hani gelecektiy? Hani ellerinle silecektiy ya rüzgarın kurıttıgı yaşları? Gerek kalmadı deyisense haklısan. Zira tükendi bitti. Aka aka kalmadı sinemde yaş. Şimdi bazen bele böğüre böğüre aglamakh istiyem balonu patlamış çocıkh kimin. Feket akmiy. Ömrümün naktı tükenirken gözümün yaşı da tükendi... Gönlümı soriysansa o yanmaklıga devam ediy. Bele köze dönmüş mangal kimin, şıvey şıvey yaniy ha... 

Hani sen biye anlatacakhtiy insanoglı neden bele kötüdır? Hani bölüşecektiy kederımı gamımı? Nerdesen eyleyse? Neden göremiyem yüzını? Sen biye bunı ettikten kelli eller ne etmez Zehrem? Ben nelerle ugraşiyem bi başıma biliy misan? Bir yanımda verdıgı sözden dönenler, diger yanımda kibir kumkumaları... Ne edim? Hangisiyle savaşim sen söyle? Niye bunca vakıt yalnız bıraktiy ki beni? Yorgınam Zehrem, anliysan? Bi ses et, bi el uzat, bitsin şu yılgınlıgım. Gözlerimin feri sönende mi çıkacakhsan garşıma? Ne sebeple bekletiysan yaralı özümı? Gapı çalındı dünegin. Bi açtım ki postacı telgraf getirmiş. Dedim kimdendir? Dedi kimi bekliyorsansa ondandır. Alıp okudım. Biye demişsen ki:

"Zehre, sen gül bahçesinde tecrit edilmiş gül, bense gecenin zemherisinde sensizliğe vurulmuş zul..."*

Dogrı deyisan. Beni tecrite attılar yıllar evvelinde. Yeşeriysem de görünmiyem, soliysem de... Unutıldım herhal tecritte. Neden demiyem artıkh. Kader bele imiş ne edim... Feket sen, sen ne demaga devam ediysen bu nöbetlere? Yüzüne ayaz değende ben senden çok üşürüm bilmiy misen? Kır artık şu zincirleri, ne kendini ne beni zemheride bırakhma! Gönlümü üşütme Zehrem, gel gayrı... 

*Bu sözü adsız bir takipçim Zehre serisinden bir yazıma yorum olarak bırakmış. Son derece etkileyici ve üzerine sayfalarca yazı yazılabilecek bir cümle bence. Sadece yorumda kalmasına gönlüm el vermediği için yazıma alıntıladım. Adsız takipçimin hoşgöreceğini ümid ediyorum. Ve her zamanki gibi bitirelim yazımızı;

Yeni bir yazıda görüşmek dileğiyle. Umut hep vâr olsun... 

02.12.2019 / KONYA /01.15

22 Ekim 2019 Salı

O Beni Dinliyor


Esma okuldan geldikten sonra odasına çekilmiş, kendince günün muhasebesini yapmaktaydı. Bir yandan kahvesini yudumlarken diğer yandan CD çalara ney taksimleri CD'sini taktı. Neyin insanı  ortamdan koparan ve farklı alemlere dalmasına vesile olan o eşsiz sesinden çocukluğundan beri hep etkilenmişti. Onu dinledikçe hücrelerinin rahatladığını, kaslarının gevşediğini hissediyordu adeta. İşte böyle bir ortamda bu sabah okulda yaşananları düşünmeye ve irdelemeye başladı. 

İnsanoğlu diğer tüm varlıklardan farklı yaratılmıştı. Kuşlar uçmayı, arılar bal yapmayı, ördekler yüzmeyi bilerek doğarken; insan her şeyi yaşaya yaşaya, göre göre, yapa yapa öğreniyordu. Ve insan olma çabası da  bu öğrenilenlere dahildi. Her bir insan doğuştan bir takım özellikleri getirse de; bunları iyiye yahut kötüye doğru yürütmek, o yönde geliştirmek kendi elindeydi. Düşündü Esma. Genellikle insanlar hep gördüklerine inanır ve hükümlerini de ona göre verirler. Ancak küçük yaşta olmasına rağmen bunun ne kadar yanlış olduğunu yaşadığı bazı hadiselerle anlamıştı... 

Okulda Esma'yı çok seven, adeta bölüşemeyen iki arkadaşı vardı, Zuhal ve Feride. Esma'nın kalbi  insan olarak her ikisini de sevse de; Zuhal'i kendine daha bir  yakın hissediyordu. Feride Esma'nın Zuhal'e olan bu yakınlığını anlamakta güçlük çekiyor, işin doğrusu onu biraz da kıskanıyordu. Esma durumu her zaman idare etmeye çalışsa da Feride olayı zaman zaman  abartıyor ve haddini aşacak konuşmalara  girişiyordu. İşte bu gün de o konuşmalardan biri olmuştu. Tam bir konu üzerinde konuşuyorlardı ki Feride Zuhal ve Esma'nın daha önceden bu konuda konuşup görüştüklerini, anlaştıklarını, fakat kendisinden olan biteni gizlediklerini zannetti. Aslına bakarsanız böyle sanması için hiçbir sebep yoktu ortada. Olay tamamen Feride'nin suizannından kaynaklanıyordu ve nasıl olur da benden habersiz bu konuyu konuşup ayarlama yaparsınız diye  garip bir çıkış yaptı. Üstelik bunu ilk defa da yapmıyordu! Arkadaşları hatır için onu idare etmeye çalışsalar da bu kadar ileri gitmesi hiç hoş bir şey değildi. Dahası iddia ettiği şeyler gerçekte vuku bulmamış, tamamen onun kafasının içinde olduğunu zannedip senaryolaştırdığı şeylerdi. Bir anda ikisine yönelik konuşmasından vazgeçip Esma'ya dönen Feride, ona garip hislerle bağırmaya başladı Bir taraftan ona yakın hissediyor diğer taraftan onu sorguya çeker gibi bağırıyordu. "Sen nasıl olup da Zuhal'i benden daha çok sevebilirsin, neden kendini ona daha yakın hissediyorsun? Oysa bizim seninle aramızda akrabalık bağı dahi var uzaktan da olsa. O sadece bir okul arkadaşın. Bense hem arkadaşın hem akrabanım. Bana vermen gereken sevgiyi neden ona veriyorsun?!" 17 yaşındaki Esma o zamana kadar bu kadar ilginç bir çıkış yaşamamıştı hiç kimseden ve Feride'nin bu yersiz huzur bozmalarına bir son vermek gerektiğini düşünerek ona şunları söyledi :
"Öncelikle ben bir insan olarak ikinizi de seviyorum fakat kalbim kendisini Zuhal'e daha yakın hissediyor. Bana neden olduğunu soruyorsun. Aslında bu soruyu bana değil kendine sorman gerekirdi. Yine de bunları seni sevdiğim ve önemsediğim için anlatıyorum. Ola ki düşünüp ibret alır ve kendini değiştirme yoluna gidersin. 

Sen her zaman olayların gördüğün kısmına inanıyor ve ona göre hükümler veriyorsun. Beni çok sevdiğini söylüyorsun. Ancak yaşadığımız hiçbir yanlış anlamada bugüne kadar bana neden diye sorup açıklama fırsatı vermedin. Ne zaman yanlış anladığın bir şey olsa karşıma dikilip 'sen bana şöyle yaptın, sen bana şunu demek istedin' diye bağırdın. Zuhal ise yanlış anladığı yahut anlayamadığı bir şey yaşadığında bana gelip bu neden böyle diye samimi bir şekilde soruyor ve açıklamamı bekliyor. Kısacası o beni dinliyor ve peşin hükümlülük yapmıyor. Sense sadece gördüğün şeylere inanıyorsun. Hayattaki en büyük yanlışlardan bir tanesinin gördüğüne inanmak olduğunu kendi hayatımda kaç kez tecrübe ettim. İşin iç yüzü görünenden farklıdır çoğu zaman. Bu nedenle sadece zahire bakarak hüküm veren insanlar çoğunlukta yanılmışlardır. Mesela ben bir konuda evet demeye çalışırım, sen onu zahirde hayır anladığın için sırtını dönüp gidiyorsun. Oysa anlasan ki ben orada sana evet demeye çalışıyorum... Bak Feride seni sevdiğim için söylüyorum bunları. Bu tavrın hem sana hem de etrafındaki insanlara zarar veriyor. Bu tavrın insanı çok yoruyor ve kendin de yoruluyorsun... Lütfen artık vazgeç önyargılarından. Peşin hükümlülüğü üzerinden sıyırıp at ve hayatına yepyeni bir sayfa aç. İnsanlara şüphe ve kötü niyet gözlüğü ile bakmayı bırakıp sevgi gözlüğü ile baktığın zaman her şeyin çok daha farklı olacağını sen de göreceksin!"

Esma bu sözleri biraz da üzülerek söylemişti arkadaşına. Ancak onun hatalarını anlayıp kalan hayatında kendini düzeltmesi, kendine ve etrafındaki insanlara zarar vermemesi için böyle sarsıcı bir konuşmaya ihtiyacı vardı. Ve bugün yaşanan olay o konuşmanın başlamasını tetikleyen unsur olmuştu. Esma tüm kalbiyle arkadaşı için dua edip gerçekleri görebilmesini ve kendini düzeltmek, gitgide daha iyi bir insan olmak için çabalamasını diledi. Belki de Zuhal'i daha çok sevmesinin nedenlerinden biri buydu! Dedik ya hani İnsanoğlu her şeyi görerek ve zamanla öğreniyor diye, Zuhal de zaman içerisinde kendisini çok değiştirmiş, karakterindeki ve yaşamındaki olumsuz yönlerini törpüleyip olumlu yönlerini geliştirmişti. Ve her gün bir öncekinden daha iyi bir insan olmak için çabalıyordu. Bu çabalara yakından şahit olan Esma bunları gördükçe Zuhal'e olan hayranlığı artıyordu. 

Esma kahvesinden son damlaları yudumlarken; kendisi, Zuhal ve Feride için canı gönülden dualar etti. Aralarında geçen konuşmadan aklında sürekli yankı yapan kısım "O beni dinliyor" demesi olmuştu. Dinlemek anlamanın belki de yarısından fazlasıydı! Ve maalesef her insan dinleme erdemine sahip olamıyordu... 

22.10.2019/KONYA /01.43

29 Ağustos 2019 Perşembe

Bugün Benim Doğum Günüm


Şu an saat 00:15. Her ne kadar Sabah Ezanları ile doğmuş olsam da sonuç itibariyle 29 Ağustos girdi, yani bugün benim doğum günüm☺️ 

Evvelki doğum günümden bugüne tabii ki hayatımda değişen şeyler oldu. Acısıyla tatlısıyla bir yılı daha geride bıraktım. Mesela ömrümde ilk kez kemik kırığının nasıl bir şey olduğunu öğrendim. Ki umarım bu ilk ve son olmuştur, bir daha böyle bir şey yaşamam. Ancak zahirde sıkıntılı gibi görünse de bu olayın içerisinde de aldığım pekçok ders ve edindiğim başka tecrübeler oldu. Sonuçta yaşadığımız her şey bir ders çıkarmamız için başımıza geliyor. 

Bunun yanında güzel arkadaşlıklar kurdum elhamdülillah. Yeni filmler izledim, yeni kitaplar okudum, yeni yerler gezdim, yeni bilgiler öğrendim. Malum, yaşımız kaç olursa olsun öğrenmenin sonu yok. 

11 yıl önce başlayan blog yolculuğumda internetten de güzel arkadaşlıklar kurulabileceğini tecrübe etmeye başlamıştım. Ve bu sene bu tecrübeme yenilerini ekledim. Örneğin sevgili arkadaşım Moonlight Cat namıdiğer okuyan ile daha yakın ve güzel bir bağ kurdum bu yıl. O kadar ki ayağımdaki kırık için geçmiş olsun mahiyetinde Türkiye'nin bir ucundan bana hediyeler gönderdi. Hediye bahane düşünülmek şahane☺️☺️

Bazı hatıraları yad ettim. Mesela geçen gün tavan arasına ilk gençlik yıllarımda kaldırdığım bir kutuya eriştim. İçerisinden neler neler çıktı:) Müzik kutuları, hacıyatmazlar, çocukluğumdaki en sevdiğim oyuncağım Fatombik ve bir sürü başka şey... Örneğin:


Bir vakitler pek popüler olan bu resimli minik poşetlerden beğendiklerimi saklardım. 


Eposta çıkmadan önce hayatımızda mektup denen bir şey vardı. Ki ben nasıl severdim mektuplaşmayı. Hâlâ da isterim bir mektup arkadaşım olsun ve onunla görüşeyim diye. 


Bu gördükleriniz mektuplarımdan sadece bir kısmı. Ah ne güzel günlerdi:) 


Ve bir zamanlar hayatımızda böyle telefon kartları vardı :) Jetonu da gördük tabii. Jetondan sonra kart bizim için büyük bir gelişme idi. Şimdi herkesin cep telefonu olduğundan etrafta ankesörlü telefon da göremiyoruz.

Bu senemin en güzel anları tabii ki yeğenlerim Kaymak, Köpük ve biricik kızım canım Arkadaş'ım ile geçirdiğim zamanlardı:)


Yaramaz kızım Arkadaş'a kocaman maşaAllah:) 

Ve yılın ehemmiyetlileri arasına giren gelişmelerden biri de, yıllar sonra yeniden başlamış olduğum öğrencilik hayatımı, okulumdan mezun olarak farklı bir boyuta taşımaktı belki de...

Eğer ömrüm var ise bugün benim için yepyeni bir yıl başlıyor. Hayatımın yıldönümü bugün. Rabb'imden kalan ömrümü geçen ömrümden daha hayırlı ve daha verimli kılmasını diliyorum. Hayırlısıyla umduklarıma nail korktuklarımdan emin eylemesini ümid ediyorum. 

Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. İyi günümü de kötü günümü de paylaşabildiğim blog dostlarım, iyi ki varsınız☺️🤗 Umut hep vâr olsun. 

29 Ağustos 2019 / KONYA / 00.39

22 Ağustos 2019 Perşembe

Blog Okuma Listemdeki Sorun

Cümleten merhaba, 
Bir süredir blog okuma listeme tıklayıp takip ettiğim blogların eklediği yazıları okumaya çalıştığımda "takip ettiğiniz hiçbir blog yok" yazısı ile karşılaşıyordum. Bu durum beni oldukça şaşırtsa da blogger'dan kaynaklanan geçici bir hata diye düşünmüştüm ve bir süre sonra düzelir diye oluruna bıraktım. Fakat geçen gün tekrar baktığım zaman yine hiçbir bloğu takip etmediğimi görünce çok şaşırdım. Bir şekilde okuma listem sıfırlanmış ve sizlerin yazılarını o yüzden göremiyormuşum ana sayfamda. Hal böyle olunca teker teker yeniden eklemek durumunda kaldım. Şimdi sizleri okumaya ve yorumlamaya geliyorum :) Blog yazmanın en keyifli yanlarından biri de yorumlar değil mi:) Ben de sizin yorumlarınızla mutlu oluyorum. Her daim beklerim☺️ Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun. 

19 Ağustos 2019 Pazartesi

Blog Yazmak


Bir aşktır blog yazarlığı. Benim blog yazma hikayem de Canım Urfam için başladı. Daha evvel bu konuda bir mim gelince burada bahsetmiştim. İyi ki de bahsetmişim. Bazen çok aktif olamasam da, her an gönlüm gözüm burada. Bloğumu, yazmayı, okumayı, blog vesilesiyle tanıdığım güzel insanları ve burayı seviyorum. 

2008 yılında blog açmış, bir süre beklemiş ve ilk yazımı 03 Nisan 2008'de eklemiştim. İlk bloğum urfa63tutkunu.blogcu.com idi. Sonra urfatutkunu.blogcu.com yaptım adresi. O yıllarda blogcu'nun sürekli sıkıntı vermeye başlaması üzerine pek çok bloggerın yaptığı gibi ben de blogspot'a taşındım. Tabii bloğun blog olduğu yıllardan bahsediyoruz; herkes aktif, herkes yazı ve yorum ekliyor... Bir sabah bir açtık ki baktık bloglarımız açılmıyor, mahkeme kararı ile kapatılmıştır diye bir yazı çıkıyor ekranda. Hepimiz şok olduk tabii. O ara mecburen wordpress'e geçiş yaptım. Bir müddet wordpress'te devam ettikten sonra Blogger dayanışması ile Blogspot'un Türkiye'de yeniden açılmasını sağladık:) Çok şükür o gün bugündür de bloglarımız açık. 

Blog yazmak çok farklı bir duygu. İnsanın blogu bazen en yakın arkadaşı gibi oluyor. Kimi zaman içini döktüğü, kimi zaman tatlı hatıralarını paylaştığı, kimi zaman bir şeyler öğrendiği ya da öğrettiği bir yer  Mesela ben bugün kendimi son derece mutsuz, yalnız, bitkin ve bıkmış hissediyorum. Otururken kendi kendime dedim ki neden bu hali sürdüreceğim? Hadi bloğumu açıp bir yazı ekleyeyim:) Öyle işte. Konuşacak, bir şeyler paylaşacak bir arkadaş bulamadığınız anlarda dahi bloğunuz sizin en yakın arkadaşınız oluyor. 

İnstagramın yaygınlaşmasıyla pek çoğumuzun blogları unutuldu gitti. Ancak ben Instagram'da olsam dahi bloğun yerini benim için hiçbir şey tutmuyor. Elimden geldiği kadar aktif olmaya çalışıyorum eskisi gibi. Ne diyelim o halde, bloglu nice yıllara:)  

3 nisan 2008
13,40
Urfa, nazlı yâr

19 Ağustos 2019/KONYA/00.16

10 Ağustos 2019 Cumartesi

Kurban Bayramı


Kurban Bayramının feyzi bereketi cümleten üzerimize olsun. Kurbanımız Rabb'imize kurbiyetimize vesile olsun inşaAllah. Sağlıkla afiyetle hürriyetle mutlulukla daha nice bayramlara :) 

8 Ağustos 2019 Perşembe

Ev Yapımı Sıvı Sabun


Daha evvel bir yazımda ev yapımı bulaşık deterjanının tarifini vermiştim. Görmek için buraya tık tık. Biz evde uzun süre bu deterjanı kullandık ve bir sıkıntı da yaşamadık. Aynı şekilde çamaşır deterjanımı da yıllarca kendim yaptım koku hassasiyetimden dolayı. Ne zaman ki devletimiz borakstan üretilen kokusuz deterjan Eti Matik'i çıkardı, onu kullanmaya başladım. Şimdilerde adı Boron oldu biliyorsunuz. Bunların yanında aklımın bir köşesinde her daim sıvı sabun yapma fikri vardı. Konuyu biraz irdelediğimde aktardan alınması gereken epey malzemeye ihtiyaç olduğunu gördüm ve açıkçası uğraşmak istemedim. Sıvı sabun kullanmak çok pratik olsa da sağlık açısından zararları malum. Bunun yanında bazı marka sıvı sabunları ne kadar durulasanız da elinizde çıkmamış gibi bir his kalıyor. Hal böyle olunca çocukluk alışkanlığımız katı el sabunlarıyla yolumuza devam ettik. Ta ki Kardeş Lezzetler Süheyla Abla bana bu tarifi verene kadar. Son zamanlarda YouTube'da epeyce popüler olmuş bu tarif. İnsanlar özellikle ev temizliğinde deterjan niyetiyle kullanmak için yapıyorlarmış. Bulaşık makinasında deneyenler bile var. Ancak ben sadece sıvı el sabunu olarak kullandım ve YouTube'daki tariflerde anlatıldığı şekilde uygulamadım. Kendime göre basitleştirerek uyguladım. İnternetteki tariflerde bir adet beyaz kalıp sabun kullanılarak yapılıyor genelde ki onun boyutları da büyük olur bilirsiniz. Ancak kaç tane tarifi izlediysem neredeyse hepsinde insanlar aşırı katı olduğundan şikayet edip sonradan su ile açmaya çalıştılar. Ben bu şekilde uygulamadım. Kendi yaptığım şekli ile anlatıyorum size. Beyaz kalıp sabun değil de bildiğimiz katı el sabunları olur ya, onun marketlerde görmeye alışkın olmadığımız kadar mini boyutta olanları vardı evde. Yani şöyle tarif edeyim; bizim sabundan 2 adet, standart market sabunlarından bir buçuk adete tekabül eder. Öncelikle bu 2 adet sarı renkli katı el sabunu rendeledim ve 5 litrelik su bidonunun içerisine koydum. Üzerine biraz çeşmenin sıcak tarafından biraz da çaydanlıkta kaynayan sudan koyup fotoğraftan da anlayabileceğiniz gibi bidonun yarısına gelecek kadar su ile doldurup kapağını örttüm ve çalkaladım. Sabunlar eriyip üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra oldukça katı hale geleceği anlaşılınca suyu ağzına kadar doldurmaya karar verdim ve yine çeşmenin sıcak tarafından 5 litrelik bidonu ağzına kadar doldurarak çalkaladım. İnternetteki tariflerde suyu derece ile ölçüp 80 derece olduğunu görünce uygulamaya başlıyorlar. Bir tencerede yapıp sonrasında 5 litrelik bidonlara aktarıyorlar. Ben şahsen o şekilde uğraşmadan kendimce böyle pratik bir yöntem geliştirdim ve aynen o tariflerdeki kıvamı da elde ettim. Sonuçta iki iki kap batırmaya ve o kadar uğraşmaya ne gerek var! Bir kaç gün sonra sabunu kullandığımız sıvı sabunluğa doldurdum. Bu doldurma işlemini yaparken  huni kullandım çünkü sabun katımsı olduğu için bulunduğu kaptan diğer kaba lap lap iniyor. Direkt dökemezsiniz yani normal market sıvı sabunları gibi. Hatta güzel kokması için evdeki çam terebentin esansından içerisine damlatıp çalkaladım. Çam terebentin esansının tüyleri güçlendirdiğine dair söylemler var. Henüz bu konuyu araştıramadım açıkçası. Eğer öyleyse bu anlamda zararlı olabilir belki ellerde. Ancak koku olarak soracak olursanız harika bir çam kokulu sıvı sabun elde etmiş oldum. Sabunu her kullandığımızda lavabomuz mis gibi çam kokuyor. Sizler de bunu evde uygulamak isterseniz içerisine lavanta yağı gül yağı gibi istediğiniz bir kokulu yağdan damlatıp çalkalayarak kullanabilirsiniz. Hatta renkli sabun elde etmek için gıda boyası koyanlar bile var. Ben sarı renkli sabundan yaptığım için sıvı sabunum da sarı renkli oldu.

Bu sabunun olumlu yönü ellerde normalde kullandığımız sıvı sabunlardaki gibi yapışık bir his bırakmaması. Aynen katı sabunla elinizi yıkamışsınız gibi tamamen durulanıp su ile akıp gidiyor. Bereketli oluyor  İki tane küçücük sabundan koskoca 5 litrelik sıvı sabun elde etmiş oldum. Kötü yönü ise kıvamının son derece sünen bir kıvam olması. Ki bu kıvamı görmek isterseniz YouTube'daki videolara bakabilirsiniz. Bazı hazır sıvı el sabunları da hafif süner biliyorsunuz fakat tahminimce onlara sabunun bu sünme etkisini götürücü bir madde ekliyorlar ve daha az sünüyor haliyle. Süheyla Abla bu konuyla ilgili şöyle bir yöntem geliştirmiş. Yaptığımız sabunun bulunduğu kabın içerisine (tabii geniş ağızlı bir kaba koymamız lazım bunun için. benimki gibi 5 litrelik şişedeyse olmaz) el blenderı sokup bir iki çevirdiğinizde o kıvamı gidiyormuş  Denemek isterseniz kesinlikle tavsiye ediyorum. Açık konuşmak gerekirse ben bundan sonra içinde ne olduğu belli olmayan ve kullanırken gönlümüzün rahat etmediği için uzak durduğumuz market sıvı sabunlarından almayı düşünmem. Evdeki katı el sabunlarını bu şekilde rendeleyerek bittikçe böyle sıvı sabun yapmayı düşünüyorum nasipse.

Deterjan olarak kullanmadığım için o konuda bir yorum yapamayacağım ancak çamaşıra da bulaşığa da (makinaya) kullananları duydum. Fakat ben sıvı el sabunu olarak bu tariften memnunum. Sizlere de tavsiye ederim.

Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun. 

2 Ağustos 2019 Cuma

15 Temmuz 2019


Her 15 Temmuz'da instagramda hislerimi ifade ediyorum. Bu yılki yazımı burada sizlerle paylaşmak istedim :

15 Temmuz, bu milletin kendi parasıyla aldığı askeri teçhizatın kendi üstüne çevrildiği gündür. Memleket beka çabasındayken bazılarının atm'lere ve marketlere koştuğu gündür. 251 şehidimiz ve bir çok gazimiz varken bazılarının 'tiyatro' dediği gündür. Bunları unutmayacağız. Bunları nasıl ki unutmuyorsak; 'Diyanet personeli camilerden sela okumalı' diyen Turgay Güler'i, darbeseverlerin engelleme çabalarına rağmen minareden inmeyen müezzinleri, hainin suratına 'senden korkmuyorum' diye haykıran Safiye bacıları, hainler uçak kaldıramasın diye bir yıllık emeğini/ekmeğini/kendi tarlasını yakan çiftçi amcayı, tankların altında kağıt gibi ezilen bombalarla kolu bacağı kopan vatandaşlarımızı, hainlerin yenemeyeceklerini bildikleri için kalleşçe şehit ettikleri Özel Harekât'ı, 'yetişin, AbdülHamid'i deviriyorlar' diye bağıran ve bindiği belediye otobüsüne 'kaptan, bizi hangi cepheye götürüyorsun?' diyen dedeleri, F16'ya çatıdan terlik atanları, süs havuzunda abdest alanları, elinde bayrağından başka hiç bir şeyi olmayanların tanklara tüfeklere kafa tutuşunu, google'dan o gece en çok 'tank nasıl durdurulur' araması yapan güzel vatandaşlarımızı, üzerinden çıkardığı tişörtünü o da yetmediyse atletini tankların egzost borularına tıkayan ve yerden bulduğu taşları tankların önüne koyan, onu da bulamadı ise kendisi önüne yatan güzel insanlarımızı, öyle bir cenderede öyle bir can pazarında 'Milletimi meydanlara bekliyorum' diyebilecek kadar firâsetli olan Başkomutanımızı, ve gecenin seyrini değiştiren, haini alnının çatından vurup karargahını teslim etmeyen, komutanı arayıp durumu ilettiğinde 'Başüstüne Komutanım' diyen, komutanının ise 'oğlum Ömer bu işin sonu şehadet biliyorsun değil mi?' dediği zaman 'Evet Komutanım' deyip gözünü kırpmadan ölüme atlayan, 'onur yürüyüşü' denildiğinde aklımıza gelen ve 33 kurşunla şehadete yürüyen Çukurkuyu'lu yiğit ÖMER HALİSDEMİR'İ, oğlunu şehadete gönderen komutanı en aziz misafirimiz edasıyla karşılayıp evinde ağırlayan Ömer Halisdemir'in babasını, annesini, ailesini, 15 yaşındaki Mahir Ayabak'ı, yaptıklarını say say bitiremeyeceğimiz daha nice insanımızı, 251 şehidimizi, binlerce gazimizi ve 27 gün boyunca bebeği ile yaşlısı ile sokaklarda nöbet tutup sabahlayan, taşları yastık bayrağını örtü yapan, kendinden geçip vatanı teslim etmeyen Aziz Milletimizi de unutmayacağız! Rabb'im birliğimizi beraberliğimizi daim eylesin. Üstümüze oyun kurmak isteyenlerin oyunlarını ayaklarına dolasın. Millete memlekete hain eli değdirtmesin. 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günümüz kutlu olsun!

15 Temmuz 2019 / KONYA / 11.01

24 Temmuz 2019 Çarşamba

Gittin Gideli


Yorgun bir günün ardından ağır adımlarla oturma odasına geçerken kendi haline şaşırıyordu Ahmet. Zira bunca yıl sonra bir kez daha Manolya'yla konuştuğuna kendisi de inanamıyordu. "İlk günden bu yana koskoca beş yıl oldu. Son günden bu yana ise koskoca dört yıl... Deselerdi bana dört yıl sonra kendini yine Manolya'nla konuşurken bulacaksın, ihtimal vermezdim sanırım. Ama biliyor musun, şimdi bunu deseler bir tek itirazım olur. Durun derim. Durun, Manolya'n demeyin. Tamam, o hep içimde. Tamam o hep benimle. Ama artık ona Manolya'm diyemem. Ben burada hatıralarımı mavi bir tesbihin tanelerine hapsetmiş beklerken, o gitti ellerin yâri oldu. Ben artık ona Manolya'm diyemem ... " Efkarı tüm odaya yayılmış, çayının kokusu gamının kokusuna karışmıştı. "Şimdi" dedi, "şimdi tıpkı filmlerdeki gibi bir şey yapacağım. Radyoyu açacak ve ilk şarkıyı ikimiz için dinleyeceğim. Artık 'biz' olAmayan ikimiz için... Bakalım ikimiz'e hangi şarkı çıkacak?" dedi ve radyonun düğmesine dokundu. Açar açmaz 90'lardan popüler bir şarkı çalmaya başladı. Sözleri şöyleydi:

"Gittin gideli, 
Acılardayım, yapayalnızım, çok özledim. 
Gittin gideli, 
Güneşin tadı, sevdanın adı, bende hal kalmadı... 
Seni özledim. 

Gittin gideli, değişen bir şey yok şimdi, 
Buralarda ben hep aynı benim şimdi, 
Sen nasılsın uzaklarda? 

Gittin gideli, 
Dualarımı duyarsın diye sana yolladım, 
Duvarlar örüp ben hasretime, 
Delice duygular yaşayıp içimde, 
Seni bekledim. 

Gittin gideli, değişen bir şey yok şimdi, 
Buralarda ben hep aynı benim şimdi, 
Sen nasılsın uzaklarda?"

Şarkının ritmi yavaş yavaş kaybolmaya başlarken, Ahmet de yeniden konuşmaya başladı:

"Şaşkınım be Manolya! Bu kadar mı denk gelir? İkimiz'e çıkan şarkıya baksana! Gittin gideli... Sen gittin. Ardında kalana ne olacağını düşünmeden, içimdeki beni kırıp dökerek gittin. Kaldığın yerden değil, yeniden başladığın yerden devam ettin hayatına. Bir yabancıyla, yeniden başladın. Bir yabancıyla yeniden başlarken, beni kendine yabancı ettin. Dün biz'dik. Şimdi 'iki yabancı'yız. Sahi, şarkıda da dediği gibi, sen nasılsın uzaklarda? Mutlu musun?  Hayatında her şey istediğin gibi mi? Bensizlik sana istediklerini getirdi mi? Hani kaçıp gittin ya benden, elde ettin mi tüm hayallerini? Bebeğin oldu mu mesela, diyordun ya hani hayat bana borçlu diye. Hayattan borcunu aldın mı Manolya?" Ahmet öylesine içten konuşuyordu ki, o an onu biri görse  Manolya sahiden karşısında ve onunla konuşuyor sanırdı."Ben mi? Ben şarkıda söylediği gibi değilim. Değişen bir şey yok bende diyemem. Bende çoook şey değişti. Neler mi? Boşver be Manolya! Sen bunu sahiden merak etseydin beni bırakıp gitmez, yanımda kalıp görürdün. Boşver! Bu kadarız işte artık senle ben! Bu kadar işte iki yabancının konuşabileceği... "

Ahmet, yıllar sonra Manolya'ya bir kez daha seslenmiş ve karmaşık duygular içerisinde radyoyu kapatıp koşmaya çıkmıştı. Herkesten ve her şeyden kaçarcasına koşuyordu. Unutmak ister gibi, unutmamak ister gibi... 

24 Temmuz 2019 / KONYA / 00.19

Ahmet ve Manolya serisinin diğer yazılarına, Ahmet ve Manolya etiketine tıklayarak ulaşabilirsiniz. Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun...


TÜM MANOLYA SERİSİ YAZILARI:

1. İçimdeki Boşluk

2. Hayallerim ve Sen

3. Güllerin Kurudu Kaldı Ellerimde

4. Neden Manolyam?

5. Kırgınım Sana

6. Ahmet'in Manolyaya Son Mektubu (SON)

7.Manolya'ya

8. Gittin Gideli

9 Mayıs 2019 Perşembe

İçimizi Dökelim


Merhaba sevgili blog dostları, 
Ramazanın feyzi bereketi cümleten üzerimize olsun. Bugün biraz sohbet edelim istedim. Lakin sohbet denen şey karşılıklı olur malum. Yani bir evvelki yazımda dediğim gibi yorumlarınızı beklerim:) 

Kendinize karşı kendinizle çekiştiğiniz zamanlar oldu mu hiç? Önünüzde iki seçenek duruyor. Kalbiniz birinci yolu seçmekte ısrarcı. Lakin vicdanınız ısrarla ikinci yol diyor. En kötüsü ise bir üçüncü seçenek var mı onu bilmemek. Böyle arafta kalınca nasıl bir yol izliyorsunuz? Sizde kim baskın geliyor? Kalp mi vicdan mı? 

Bir de şüphe mevzusu var. Şu hayatta öğrendiğim en acı tecrübelerden biri her şeye şüphe ile yaklaşmak. Payitaht AbdülHamid izleyenleriniz bilirler. Dizide Ahmet Paşa karakteri herkesten ve her şeyden şüphe etmenin kendisinin mesleği olduğunu söylüyor. Hele ki 15 Temmuz'dan sonra şüphe etmemek abesle iştigal ediyor. Lakin şüphedeki ölçü ne olmalı ve nasıl belirlenmeli? Zira işin ucu sui zanna giderse masum ilişkiler dahi yıkılabiliyor. 

Bu aralar 'kafamda deli sorular' geziniyor :) Sizin bu iki konudaki fikirleriniz ne? Yani vicdan/kalp çekişmesi ile şüphe konusunda? 

25 Nisan 2019 Perşembe

Kafaya Takmak? Ve Bir Rica



Merhaba sevgili blog dostları. Öncelikle size bir ricamı ileteceğim. Bloğumun istatistiklerini kontrol ettiğim zaman okuduğunuzu görüyorum. Bunun için hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim. Ancak yorum noktasına gelince bir cimrilik söz konusu:)) Yorumlarınız sayesinde gerçekten mutlu oluyorum. Yazılarıma vakit ayırıp okuduktan sonra lütfen yorum bırakmayı da ihmal etmeyin☺️ Hepinize şimdiden kocaman kocaman teşekkürler. 

Yıllar evvel 'içli köfte yeyin ama içli köfte olmayın' diye bir yazı yazmıştım. Okumak isteyenler buraya tık tık İnsanın başına ne gelirse kafaya takmaktan geliyor. Bunu 2010 yılında aniden yakalandığım böbrek rahatsızlığı ile bizzat tecrübe ettim. Bloğumun yakın takipçileri bilirler. Hiçbir hastalığım yokken akşam sağlam yatıp gece hasta olarak uyandım ve bir yıldan fazla sürecek zorlu bir tedavi süreci ile başbaşa kaldım. Bu hastalığın neden olduğunu anlamak için yapılan biyopsi sonucunda bulunan tek sonuç üzüntü, sıkıntı, kafaya takmak. Resmen Tıp ilminin bana verdiği sonuç buydu. Benim kafaya takma huyumu törpüleme için o hastalık bana çok büyük bir merdivenlik görevi gördü. Ancak insan malum nisyan kökünden gelmektedir; yani unutan bir varlıktır. Zaman içerisinde ben de çektiğim sıkıntıları belki birazcık unutup değmeyecek şeyleri yeniden kafaya takmaya başladım. Ve her kafaya takmanın sonucunda olumsuz bir şey yaşıyor insanoğlu. Dokuz yıl sonra kendime yeniden hatırlatmak isterim ki hoş olmayan bir hadise/tavır cereyan ettiğinde söylemen gerekeni söyle yapman gerekeni yap ve sonra unut. Kafanda yer etmesine izin verme. Hırsızın hırsızlığı, soysuzun soysuzluğu yüzünden ödediğin bedellere dur de. Bırak herkes kendi bedelini kendi ödesin.

Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun.

25 Nisan 2019 / 13.14 / KONYA 

26 Mart 2019 Salı

Herkes napar kendine yapar


Küçükken babaannem sık sık bir hikaye anlatırdı. 'Herkes napar kendine yapar.' hikâyesi. 

Vaktiyle bir kadın evinde sabahtan akşama kadar tezgahında dokuma yapar ve tezgahı her sürüşünde 'Herkes napar kendine yapar. Herkes napar kendine yapar' dermiş. Kadın bunu adeta diline pelesenk etmiş, sabah akşam yaptığı her dokumada sürekli bu sözü tekrarlarmış. Gel zaman git zaman kadının komşusu bu durumdan çok rahatsız olmaya başlamış. Hatta durum rahatsız olmanın da ötesinde geçip komşuyu sinir etmeye başlamış. Komşu, dokumacı kadının her gün bu şekilde söyleyerek kumaş dokumasına artık tahammül edemiyor ve bu sesi duymak istemiyormuş. Buna bir son vermek için kendince bir plan kurmuş. Konyamızda bişi dediğimiz sıcak hamur kızartmalarından hazırlamış ve içlerine de bolca fare zehiri eklemiş. 'Bunları komşuma vereyim, o bunları yerken ben de işim var diye çarşıya inerim, döndüğüm zaman komşum ölmüş olur. Ben de zaten burada olmadığım için suçlanmam, kimse benim yaptığımı anlamaz.' demiş ve zehirli hamurları yanına alarak komşusuna gitmiş. Ona gayet sevimli bir ses tonuyla' Kendimize hamur kızarttım, kokmuştur diye sana da getirdim komşum. Aman soğutma, sıcak sıcak ye. Ben de çarşıya kadar varıp geleceğim bir iş için' demiş. Dokumacı kadın komşusunun bu güzel davranışına çok sevinmiş ve teşekkür ederek hamurları almış. Komşu kadın da çarşının yolunu tutmuş. Dokumacı tam hamurları yiyecekken komşunun askerdeki oğlu çıkagelmiş ve 'teyze kapıyı çaldım ama açan olmadı. annem sizde mi? Askerliğim bitti ve anneme sürpriz yapayım diye yeni geldim' deyip dokumacının kapısına varmış. Dokumacı kadın komşusunun asker oğlunu görünce 'Ah oğlum! Annen az evvel çarşıya indi. Kimse kimsenin kısmetini yemez. Bak sıcacık hamur var. Üstelik annen yaptı.  Yoldan geldin, açsındır. Sen şunları yiyedur. O zamana kadar annen de çarşıdan döner.' deyip hamurları vermiş. Askerdeyken zaten anasının yemeklerine hasret kalan çocuk, anam yaptı diye zehirli hamurları ne olduğunu bilmeden bir güzel yemiş. Ve tabii oracıkta ruhunu teslim etmiş  Annesi döndüğünde bu manzarayı görünce çılgına dönmüş. Oğlunu resmen kendi elleriyle öldürmüş olmuş. Yaşadığı yürek yangını ile kendisi söylemeye başlamış 'herkes napar kendine yapar.' diye. Babaannem bu hikayeyi ders almam için bolca anlatırdı küçükken. Ama işte insanoğlu dersini almıyor bazen, ne yaparsa kendi kendine yapıyor... Cenab-ı Hakk cümlemizin âkıbetini hayreylesin. Amin. 

Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun.

26 Mart 2019 / KONYA / 01.09

19 Mart 2019 Salı

Arkadaşlarımdan Geçmiş Olsun Hediyeleri


Merhaba sevgili blog dostları, 
Hastalık zamanlarının en güzel anları sevildiğinizi hatırlandığınızı görmek bilmek. Benim de zor günlerimde en büyük destekçim ziyaretime gelen dostlarım arkadaşlarım oldu. Başıma gelen küçük kaza yüzünden epey zamandır kursa gidemeyince kurs arkadaşlarım toplanıp bana geçmiş olsuna geldiler. Gelirken de beni şaşkına çeviren bir hediye getirdiler :) "Geçmiş olsun ziyaretine herkes meyve suyu süt götürür. Biz Aslıhan'ı daha çok mutlu edecek bir şey alalım" deyip birleşip bana Tefsir seti almışlar ve üzerine de tatlı bir not yazmışlar :) 


Beklemediğim anda karşılaştığım bu güzel hediye ile öylesine mutlu oldum ki! O gün gerçekten çok hoş bir gün geçirdim. Arkadaşlarımın yüzünü görmek, tatlı sohbetleriyle acımı unutmak çok iyi geldi. Bu harika hediyeleri de ayrı bir mutluluk oldu benim için ☺️


Şaşkınlık ve mutluluğu bir arada yaşadığım ikinci bir hediye ise blogger arkadaşım moonlight cat bloğunun sahibesi sevgili Ayşım'dan geldi. Ben kendisi bana bir kartpostal yollayacak diye beklerken kapımızı kargocu çaldı ve bu koskoca koliyi teslim etti. 


Tabii biliyorsunuz bizim evde benim kolileri hemen açıverme özgürlüğüm yok. Daha önce de bahsetmiştim. Öncelikle sevgili kızım Arkadaş bir kalite kontrolden geçirir, içinde ne var ne yok iyice bir inceler, sıra bana gelirse ancak o zaman açabilirim 😄


Tonton kızım tatlı tatlı her aşamasına dahil oldu koli açma işleminin. Önce üzerine oturdu. Bir müddet sonra kapağı açmayı başardığımda ise:


balonlu naylonları  incelemeye koyuldu 😄


Sevgili Ayşım bir kitap sitesinden direkt benim adıma alışveriş yapmış. Site her bir kitabı tek tek balonlu naylona sarmış. Üstte kalan boşluğa da kitaplar kargoda zarar görmesin diye ayrıca balonlu naylon doldurmuşlar. Özenli bir paketleme yapmışlar hakikaten.  


Ve işte bir kartpostal beklerken karşıma çıkan güzellikler☺️


Bunlar da koliden çıkanların yakın halleri 



Her birine ayrı ayrı bayıldım ancak bir süredir aldıktan sonra bir şekilde buluşup imzalatmayı ümit ettiğim, Sevgili Ayşım'ın kendi kitabı da koliden çıkınca pek bir mutlu oldum🙂🙂🙂




Kedili ajandam da harika😉



Hepsi kendisinin okuyup beğendiği ve benim de beğeneceğimi umduğu için seçtiği kitaplar. Ben de beğenerek okuyacağımdan eminim. Düşünülmek en güzeli :) 

Bunlar zor günlerimde bana gerçekten moral oldu mutluluk oldu. Hem sevgili Ayşım'a hem kurs arkadaşlarıma hem gelen giden arayıp soran tüm arkadaşlarıma eşe dosta ayrı ayrı teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız. Allah hepimize sağlık afiyet versin. 

Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun. 

9 Mart 2019 Cumartesi

Kırık Sürahi ve Poşet Davası


Merhaba sevgili blog dostları. Ülkemizde uygulamaya konan poşetlerin ücretli olması durumu hepimizce malum. Doğayı ve gelecek nesilleri korumak adına geç kalınmış bile olan bu karar, maalesef pek çoklarını da rahatsız etti. Geçtiğimiz haftalarda yaklaşık bir buçuk aylık bir hastane maceram oldu. O günlerde bir gün hastanede beklerken orta yaşın az üzerinde bir beyin iki amcaya hararetli hararetli bir şeyler anlattığına şahit oldum. Kurduğu cümlelerden hükümet karşıtı olduğu ve bu işi oraya bağlamaya çalıştığı anlaşılıyordu. Ağzından köpükler saçarak poşet uygulamasını eleştirirken konuşmanın bir yerinde "yapacak hiç başka iş kalmadı da poşeti paralı yaptılar! Çok önemli bir iş bu çünkü!" diyerek cehaletinin nasıl uç noktada olduğunu kanıtladı. Şu yukarıdaki fotoğraf instagramda karşıma çıkmıştı. Sadece bu kare bile ücretli poşet uygulamasının ne kadar haklı bir uygulama olduğunun kanıtıyken insanlardaki bu öfke niye? Keşke insanlar karşıt görüşte oldukları hükümetlerin yaptıkları iyi işleri sırf siyaseten eleştirmek yerine bu konuda dünyaya katkı sağladığınız için bravo diyebilseler. Dünya yalnız bize ait değil ve maalesef insanoğlu diğer canlıların yaşama haklarına saygı göstermiyor çoğu zaman. Hangimiz marketlerde sonra kullanırım ya da evde çöp poşeti yaparım gibi düşünce ve sözlerle hakkı olmadığı halde fazladan poşet alanlara şahit olmadık ki? Böylesi menfi davranışların ve doğayı kendi elimizle yok edişin önüne geçmek için poşetlerin ücretli olması gerçekten çok iyi oldu. 


Bloğumda daha önce de bahsettiğim severek takip ettiğim blogger arkadaş Sergül'ü (@serrose) çoğunuz biliyorsunuzdur. Geçen gün Instagram'da soru cevap uygulaması yapmıştı. Ve fotoğraftaki soruya verdiği cevap beni gerçekten derinden etkiledi. Hepimizin hayatında kendisine emek verdiğimiz halde emeklerimizi hiçe sayıp göz göre göre bize ihanet eden insanlar olmuştur yahut olacaktır. Çünkü burası dünya. İnsan, dünya hayatında bir noktadan sonra 'bunu nasıl yapar?!' demekten vazgeçiyor ve 'insandır ne yapsa yeridir' demeyi öğreniyor. İşte bu tip durumlar için karşıdaki insanın ihanetinden etkilenip kendini tüketme noktasından kurtulma adına Sergül'ün verdiği cevap 

"Kırık sürahiye bile bile su eklemeye devam eder misin yoksa ondan vaz mı geçersin?" 

oldu  Son derece çarpıcı, etkileyici ve harika bir cevap. Hayatımızdaki tüm kırık sürahilere sonsuza dek elveda deyip, bir hediye olarak bize bahşedilmiş bu hayatın tadını çıkarıp hakkını vermeye devam edelim. Unutmayalım ki hayatın tekrarı yok! 

Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun. 

09 Mart 2019 / KONYA / 01.19

26 Şubat 2019 Salı

Geçmiş Olsun Hediyem (Editlendi)


Merhaba sevgili blog dostları,
Kendimi bildim bileli en güzel hediyenin kitap olduğuna inanırım. Kitap hediye etmek yahut kitap hediye almak benim için büyük bir mutluluk kaynağı. Hal böyle olunca geçen hafta geçirdiğim küçük kazadan sonra kendime geçmiş olsun hediyesi olarak kitap almak istedim :)

Varlığından uzun yıllardır haberdar olduğum ancak şimdiye kadar deneyimleme fırsatı bulamadığım www.ucuzkitapal.com sitesinden yaptım bu kez alışverişi. Bu sitedeki kitap fiyatları  insanı acaba bir bit yeniği mi var diye şüpheye sevk edecek derecede düşük. 1 lira 2 lira gibi fiyatlara yüzlerce kitap var. Benim siparişimdeki kitapların bir iki tanesi ikişer lira. Geri kalan hepsi birer lira. Evet yanlış duymadınız, bildiğiniz 1 lira :)


Tabii bizim eve gelen kolileri benim açma önceliğim yok. Öncelikle evin küçük çocuğu canım Arkadaş'ım bir kontrol yapar :) 


Bir müddet kokladıktan sonra geçti kolinin üzerine oturdu. 


Kapağını açmayı başardığımda ise tabii ki içine atlayıp bu kez de içindekileri incelemeye başladı :) Kalite kontrolden geçirmediği hiç bir kitabı okumama izin vermiyor düşünceli kedişim :) 


Siparişime bazı çocuk kitapları da eklemiştim. Özellikle ilkokul öğretmenleri için büyük bir fırsat diye düşünüyorum. İlkokul bir için seri şeklinde olup tek ambalajda satılan 10'lu kitaplar olur biliyorsunuz. O şekilde 10'lu kitaplardan 1 liraya aldım. Yani tanesi 1 liradan 10 liraya değil. Serinin tamamı 10 adet kitap 1 lira :) 


Açıkçası kutu elime ulaşana kadar yine de bir acaba mı vardı içimde. Ama gördüm ki kitaplar orijinal, bandrollü ve sıfır. Sapasağlam kitaplar. 


Sağ taraftaki kitapta fotoğrafını gördüğünüz kişi Konyamızın manevi mimarlarından rahmetli Hacıveyiszade Mustafa Efendi'nin torunu rahmetli Ali Ulvi Kurucu. Ne güzel insandı, Allah rahmet eylesin... 


Koli elime ulaşana kadar 1 liraya bu şekilde ciltli ve kalın bir kitap alabileceğimi hiç düşünmemiştim. Siparişi verirken de fark etmemiştim kitabın böyle ciltli ve kalın olduğunu. Paketi açınca hem şaşırdım hem sevindim :) 

Siparişteki tüm kitapları size göstermek isterdim ancak sayı çok ve kaza nedeniyle hareketim kısıtlı olunca hepsini fotoğraflayamadım :) 

Ucuzkitapal.com sitesinden yapmış olduğum bu ilk alışverişten memnun kaldım. Kitapları taahhüt ettikleri gibi 24 saat içerisinde kargoya verdiler. Kargo şirketi de kendisinden beklemediğim bir çabuklukla teslim etti. Yaşadığım tek sıkıntı şu oldu; aldığım kitaplardan bir tanesi  (ki fiyatı 1 lira idi) koliden çıkmadı. Fakat sayı fazla olunca gözlerinden kaçmış olabilir diye düşünüyorum. Bilgileri olması açısından bu konuda kendilerine e-posta gönderdim. Henüz bir cevap gelmedi. 

EDİT:Firmadan gelen cevabı aynen kopyalıyorum:
"Merhaba tarafınıza gönderilmeyen ürünün yerine sizlere 5 TL değerinde bir hediye çeki tanımlasak istediğiniz zaman kullanabilirsiniz uygun mudur ?" 
Birkaç post önce Amazon ile yaşadığım sıkıntıdan bahsetmiştim. Dünya devi zannederek yaptığım alışverişte başıma gelmeyen kalmamıştı. ucuzkitapal.com sitesine ise bu ilk alışverişimde bir acaba ile yaklaştım ve 1 liralık kitap eksik çıktı ama yaklaşımlarını görmek için yine de mesaj gönderdim. Sıklıkla kötü örnekler yaşadığım için bu mesaja cevap bile gelmez diye düşünüyordum açıkçası. Fakat cevap gelmekle kalmadı, son derece tatlı bir üslupla, müşteriye "Olur mu? Uygun mudur?" diye soran bir cevap geldi. Böyle güzel davrandıkları için kendilerini tebrik ediyorum. Böyle güzel firmalar övgüyü hak ediyorlar. 

Kendime geçmiş olsun hediyesi olarak yaptığım bu ilk alışveriş ile siteden memnun kaldım. Bundan sonra da kendilerini tercih ederim. Sizlere de bol okumalı günler dilerim. 

Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun