28 Eylül 2010 Salı

gün ışığında kalan emanet

Sevgim emanetti sende,
Hani bir gün dönüp geri alacağım,
Göz değmemiş pamuklara saracağım,
Öylece, sonsuza dek saklayacağım sevgim...

Geri gelmedim,
Çünkü daha gitmemiştim,
Sen düşünmeden ittiğinde,
Ben henüz bitmemiştim.
Hani ya?
Nerede emanetim?
Bu ne vicdansızlıktır söyle!
Neden sahip çıkmadın emanetime?
Ne ettin?
Giderken beni kimlere terk ettin?
Büyük adam olmuşsun şimdi hemi!
Arkandaki döküntüleri bile toplayamazken,
Büyüklük bunun neresinde, hani?

"Kuzuyu güden kurdu görür"düyse eğer,
Çoban kuzuyu neden kurda verir, hakikat bir yalanmış meğer!

Emanet,
Ehline verildiyse, rahat et,
Emanet,
Sen gibisine rast geldiyse, yazık, yandı tüm millet!
İşte senin gerçek adın, hıyanet!
Bu nasıl gidi bir illet!
Düşsün be Sinan'ım,
Düşsün artık yakandan da, rahat et...

28 Eylül 2010 / KONYA / 17.25

Kocasinan

22 Eylül 2010 Çarşamba

SAMSUNG-BİR DAHA ASLA!!!

Merhaba Arkadaşlar,
Geçenlerde Sinbo ekmek makinam için yedek parça ihtiyacım oldu ve Konya'da Sinbo servisi var mı yok mu bilmediğim için internetten mesaj göndererek bu yedek parçayı nereden nasıl temin edebileceğimi sordum. Bir kaç SANİYE sonra mesajıma cevap geldi. Ben önce sistemin otomatik olarak gönderdiği "mesajınız en kısa sürede değerlendirilecektir" tarzı bir cevap sanmıştım. Ama açıp okuyunca "İstediğiniz parçanın fiyatı şudur. Adresinizi bildirirseniz parçanızı hemen kargolayalım." yazdığını gördüm. Ve bu kadar kısa sürede cevap gelmesine hayret ettim. Adresimi bildirdim ve kargom ertesi gün elimdeydi.
Bir ay kadar önce ise kullandığım fotoğraf makinası için yedek batarya almak istemiyle Samsung Konya servisini aradım. Bir aradım ki başıma gelmeyen kalmadı! Makinam Samsung L77 Dijital model. Servis yetkilisi önce bu modeli tanıyamadı ve kaçak olduğunu sandı. Sonra "bir araştırıp sizi arayalım" dedi. Arayan soran olmayınca akşam tekrar ben aradım. "Sizi aradık ama ulaşamadık" dedi. Oysa tüm gün evdeydim ve telefonum açıktı. Hadi iyi niyetli düşünüp çekmedi mi acaba diyecek olsam, yer de değiştirmedim ki! Telefon hep aynı yerde duruyordu. Neyse. Bu defa da neden yedek batarya almak istediğimi sordu görevli, alıp da ne yapacaksınız tarzı bir ifadeyle. Şok!!! Müşteriye böyle dendiğine ilk kez şahit oluyorum. Ve en büyük gafı da en sonda yaptı. "Biz bir araştıralım. GEREK GÖRÜRSEK sizi ararız." Bu ne biçim bir ifade tarzı! Parasıyla yedek parça satın almak isteyen bir müşteriye gerek görürsek ararız denir mi? Demek ki deniyormuş. Ve demek ki gerek görmediler ki, hala arayan soran olmadı. Ardından Konya'nın ilçelerinde bulunan (biri Akşehir biri Ereğli) iki servisi aradım. Tüm bu aradığım numaraları da Samsung'un web sitesinden aldım. Onaylı servis noktaları yani. Bu servislerden birisi "İl dışındayım. Dönünce sizi arayayım." dedi. Hala arayacak =) Diğeri de bu yedek parçayı almak için makinamı kendilerine göndermem gerektiğini, cihaz dükkana girmeden yedek parçanın dükkandan çıkamayacağını söyledi. Nasıl yani?!! Tamir değil bişey değil. Makinamı neden servise göndereyim ki? Bunu sorduğumda ise adam başladı Samsung'tan yakınmaya. "Samsung'u Koreliler devraldığından beri durum bu. Biz de bıktık usandık. Artık dükkanda elektronik eşya görmek istemiyorum. Fenalık geldi." filan gibi sözler söyledi. Neticede bana yardımcı olamayacağını ifade ederek kapattı. Ben de web sitesi üzerinden Samsung'a yazdım böyle bir yedek parça istiyorum diye. Beni aradılar ve "servis noktalarımızla irtibata geçin" dediler. "Size yazmadan önce servislerinizle görüştüm zaten ama durum böyle böyle" dedim. Bir de yazın İstanbul'da araştırmıştım. Oradaki servis bana hiç 'makinanızın giriş yapması gerekiyor' filan demeden "elimizde yok ama isterseniz getirtelim, bir haftaya kadar gelir" demişti. Ben de o sırada Konya'ya dönmek zorunda olduğum için bu bir haftayı bekleyemedim ve Konya'dan alırım diye düşünmüştüm. Samsung'tan arayan beye bunu söylediğimde bana ne dese beğenirsiniz? O zaman İstanbul servisinden isteyin demez mi! "İyi ama yaşadığım ilde sizin bir servis noktanız var. Onlar bu işi çözmeyeceklerse neden varlar? Ben niçin başka bir ilden alıp üstüne bir de fazladan kargo parası ödemek zorunda kalayım ki?" dedim. Netice, sıfır. Gerçekten ilginç bir durumdu bu. Senelerdir kamera, fotoğraf makinası ve cep telefonu gibi her elektronikte tercih ettiğim ve çevreme de tavsiye ettiğim KOSKOCA! Samsung markası, basit bir yedek parça temini için topu birbirine atıp duruyordu. Neticede bunu internetteki şikayet sitelerine yazmaya karar verdim. Bu sabah yazdığım şu şikayetime öğleden sonra jet hızıyla cevap geldi. Kibar bir hanım aradı ve makinamı servise bırakmamı, sonra da işlemleri hızlandırmak için kendilerini aramamı söyledi. Yedek parça muhtemelen yurt dışından getirtilecekmiş ve ne kadar zaman alacağı belli değilmiş. Bu süre zarfında makinam serviste kalacakmış. Yedek parça gelip de servis raporu tamamlanmadan cihazımın dükkandan çıkması söz konusu değilmiş. Böyle mantıksız bir mantıkla başka hiç bir yerde karşılaşmadım. Benim cihazım bozuk değil. Tamir filan istemiyorum ki neden servise bırakayım? Altı üstü bir yedek parça satın alacağım. Bu işlemler ne kadar sürer belli değil. Bu süre içinde makinamı servistekiler evine mi götürür, şahsi işine mi kullanır, ne olur, orasını da Allah bilir artık. "Servisiniz konuyla ilgilenmedi ki. Bana güven vermedi. Makinamın başına bir iş gelmeyeceğine garanti veriyor musunuz?" dedim. "Bakarsınız, bişey olmuşsa teslim almazsınız" dedi =)=)=) Onlara Sinbo ile yaşadığım hadiseyi anlattım firma adı vermeden. Küçücük bir firma olaya böyle yaklaşırken, Samsung gibi bir dünya devinin(!) nasıl olur da müşteri memnuniyetini önemsemediğini sordum. "Ben yedek parça alabilmek için resmen haftalardır mücadele ediyorum. Hepiniz bir başkasına atıyorsunuz. Bu gibi işlerin peşinden müşteri koşmaz. Bana adresinizi verin yollayalım bile demeniz gerekirdi ama resmen müşteriyi uğraştırıyorsunuz. Ayrıca ben de bir firmada çalışıyorum ve şu an üretilmeyen modellerimiz için dahi on yıl yedek parça bulundurma garantisi veriyoruz. Samsung gibi büyük bir marka nasıl olur da yedek parçasını elinde bulundurmaz. Bu makina çok eski bir model de değil, milattan önce kalmadı." dedim. Sonuç aynı. Yani SONUÇSUZLUK. Bir daha Samsung almak mı? ASLA!!!! Bu nasıl bir yaklaşımdır ki müşteriyi peşlerinden koşturuyorlar ve o halde bile işi çözmüyorlar. Arayacağız deyip aramıyorlar. Aradıklarında da "elimizden bişey gelmez" deyip kapatıyorlar. Aranızda elektronik eşya alacak olan varsa markasını bir kez daha düşünsün derim. Yoksa iç ağrısına uğrayabiliyorsunuz. Benden söylemesi...

6 Eylül 2010 Pazartesi

2009 AYINTAP-URFA GEZİM-12 (SON)

Bir önceki yazıdan devam edelim Urfamız'ı gezmeye:

10 Ekim 2009 Cumartesi sabahı ilk işim yıllardır kaldığımız otelin fotoğraflarını çekmek oldu. Farkettim ki o güzel bahçeyi-havuzu kaç yıldır fotoğraflamamışım. Bu yıl fotoğraftan yana hiç eksiğim kalmasın istedim. Özledikçe açıp bakayım, doya doya yaşayayım Urfam'ı. Acaba bir sonraki sene hastalanıp da gelemeyecek olmam içime mi dolmuştu...

Fotoğraflardan sonra Halepli Bahçe'ye geçtik. Babam ve halam çayı-sofrayı ayarlarken annem ve ben de biber söğürtmek ve tırnaklı ekmek almak için fırının yolunu tuttuk. Fırıncıdan müsade alıp tırnaklı ekmeğin yapılışını fotoğraf çektim. Kahvaltının ardından soluğu Er-Ruha Otel'de aldık. İçerisinde yapay mağara var. Binası Urfa taş konakları görünümünde zaten. Çok güzel bir bina. Dekorasyon da iyi. Bazen kendinizi antikacı dükkanında geziyor sanıyorsunuz.

İkinci durağımız Harran Üniversitesi Kültür Evi idi. Tadilatta olduğu için her yerini gezemedik ama yine de gördüğümüz kısımlar muhteşemdi. Sanatsal bir şekilde ince ince işlenmiş taşlar, tarihi yansıtan odalar, ikinci katın terasına kurulmuş kuyu, konağın içindeki taştan oyma su yolu ve daha neler neler...

Bir sonraki uğrak yerimiz Balıklıgöl Sağlık Ocağı. Hastalıkta en önemli şey moral. Düşünsenize, hasta olduğunuz için sağlık ocağına gidiyorsunuz; ama bina o kadar farklı ve ferah ki içiniz aydınlanıyor. Doktorlardan rica ettik gezebilir miyiz diye, sağolsunlar izin verdiler. Biz gezimizi tamamlayamadan 112'ye anons gelince doktorlar da biz de apar topar çıkmak zorunda kaldık ama yine de o ana kadar pek çok foto çekebildim.

Çıkışta sağlık ocağının yanındaki bakkalda mırranın toz halini gördüm ve ardından Çardaklı Köşk'e geçtik. Çardaklı Köşk lokanta olarak hizmet veriyor. Her bir odası çardak şeklinde olduğu için bu adı almış. Güleryüzlü bir personel karşılıyor sizi. Bina gerçekten çok güzel, tüm diğer taş konaklar gibi...

Çardaklı Köşk' ten sonra Narlı Ev' e gitsek de kapalıydı. Çok merak etmeme rağmen gezemedim burayı. Bir dahaki sefere inşaAllah.

Şurkav Çarşısı'nda bir çay ve fotoğraf molası verdikten sonra Şurkav Vakfı'na gittik. Belki de haftasonu olması münasebetiyle görevli beyden başka kimseler yoktu. Gezmek isteğimizi dile getirince görevli beyefendi izin verdi ve bizimle o kadar ilgilendi ki... Bahçedeki kudret narını, süs narlarını anlattı. Urfa'yı anlattı. Misafiriz diye tam bir Urfa misafirperverliği sergiledi işte =) Şurkav Vakfı'nın duvarlarında Urfam'ın bazı yerlerinin eski ve yeni hallerinin fotoğrafları var. İşte size bir örnek:

Şurkav Vakfı'ndan sonra Narlı Ev'e tekrar uğradık ama halen kapalı olduğu için göremedik. Ardından Selahaddin Eyyubi Camisi'ni gördük. Çok güzel bir yapı gerçekten. Eski adıyla Fırfırlı Kilise.

Camiden sonra en merak ettiğim yerlerden birine gittik, Küçük Hacı Mustafa Hacıkâmiloğlu Konağı; nâm-ı diğer Cevahir Konukevi. Urfamız'a gitmemiş olsanız bile çoğunuz burayı duymuşsunuzdur sanırım. Bir hanım işletmecisi var. Sık sık tv'de / haberlerde çıkıyor. Belediye başkanı konuklarını burada ağırlıyor genelde. Zaten Valilik Konuk Evi diye de geçiyor. Odaları, avlusu, eşyaları, döşenme tarzı ile gözünüzü alamayacağınız ve huzurlu vakit geçireceğiniz bir mekân.

Cevahir'den sonra tetirbelerden (çıkmaz sokak) geçe geçe Yıldız Sarayı Konukevi'ne ulaştık. Ana yoldan arka sokağa girince sizi karşılayan bu enfes bina, güzelliği ve göz alıcılığı ile şaşırmanıza sebep oluyor. İşte Yıldız Sarayı'ndan küçük bir kare:


Yıldız Sarayı'ndan sonra ara sokaklardan (nereye gittiğimizi bilmeyerek) yola devam ederken karşımıza Nimetullah Camisi ve Kazancı Bedih Sokağı çıktı. Yolda eski binaları, taş evleri, biber çekme makinasını görerek ilerlerken Şeyh Abdulkadir Türbesi diye bir yere rast geldik. Oradaki halktan öğrendik ki Şeyh Abdulkadir, Dergâh Camisi'nin orda medfun bulunan Osman Avni Dede'nin hocası imiş. Şeyh Abdulkadir, eskiden ilim tahsil edilen ama şu an kullanılmayan bir medresenin içinde yatıyor. İçeriyi de gezmek nasip oldu. Bu güzel tevafuğu karşımıza çıkaran Allah'a (celle celaluHu) hamd ederek yolumuza devam ettik ve Vali Kemalettin Gazezoğlu Kültür Sanat Merkezi'ne ulaştık. Yine güzel bir bina ve yine bizi kapıda karşılayan güzel insanlar... Merkezin içinde Reji Kilisesi de bulunuyor. Orayı da gezdik. Şu an kullanılmıyor olsa da, ilk kez kullanılabilecek durumda bir kilise gördüm:



Kiliseden sonra ara sokaklardan yürüyüşümüze devam ettik. 11 Nisan Kurtuluş İlkokulu'nu, ara sokakta kurulu bir kalaycı dükkanını ve daha pek çok güzelliği gördük. Ard arda yüzlerce fotoğraf çeken makinam bu duruma daha fazla dayanamayıp "şarjım bittiiii" diye kapandı =) Dolayısıyla gezinin kalan kısmını sadece beynime kaydedebildim. Bu günkü gezimizde taş konaklara gidelim diye plan yapmıştık ama ara sokaklarda öylesine gezerken karşımıza öyle çok görülesi yer çıktı ki... Urfa'da herhangi bir plan yapmadan kendinizi sokağa atar ve öylesine yürümeye başlarsanız bile tarihi bir gezi yapmanız mümkün. Adım başı eski bir bina-eser...

Bunca yorgunluğun ardından Halepli Bahçe'ye gittik öğle yemeği için. Giderken o meşhur misss gibi susamlı Tarsus çöreklerinden almayı da ihmal etmedik =) Yemekten sonra Balıklıgöl'e geçtik. Kültür Sanat Festivali etkinlikleri çerçevesinde Balıklıgöl Amfi Tiyatro'da halk oyunları sergileniyordu ve ardından da çiğ köfte dağıtıldı. Her şey çok güzeldi. Çiğ köftelerimizi aldıktan sonra herkes Balıklıgöl tarafına geçerken biz Rızvaniye'ye geçmeyi tercih ettik. Rızvaniye'nin o huzur dolu, gönle inşirah veren bahçesine oturup Balıklıgöl'ü seyre koyulduk. İnsan orada hiç bir şey yapmadan saatlerce otursa, sadece seyretse, inanın canı sıkılmıyor. Gönlünüze bir şeyler akıyor sanki, siz farkına bile varmadan...

Akşam olmuştu ve atık Balıklıgöl'den ayrılık vakti gelmişti. Bu gün son günümüz Urfam'da. Bunu şimdiye kadar hiç kimseye söylememiştim ama nedense içime bir sıkıntı geldi. "Seneye gelemeyeceğim" gibi bir his kapladı ruhumu. Balıklıgöl'den çıkasım gelmedi. Gözlerimi de kendimi de ayıramadım. Annemler arabaya varmışlar, beni bekliyorlarmış. Farkında bile değilim gittiklerinin. Meğerse hakikaten bir sonraki yıl gidemeyecekmişim Urfam'a. Hastalık sağlık derken bu yıl nasip olmadı. Ne yapalım, her şeyde bir hayır vardır. Ama bunun burukluğunu bundan bir yıl önce yaşamıştım...

Akşam stadyumda sıra gecesi ve Alişan konseri olacaktı. Bunca senedir Canım Urfam'a gider gelirim, hiç sıra gecesi izlemedim. Gidip bir görelim dedik. Önce bir çocuk korosu çıktı. Sıra gecesi değilse de ona yakın anlar yaşadık. Çocuklar şiveli şiveli çok güzel söylüyorlardı. Ardından Alişan çıktı. Sonradan program değiştiğinden midir nedir sıra gecesi ekibi çıkmadı. Biz de Alişan çıkınca kalkıp yola düştük. İşte en zor an, Urfam'a veda etme anı...

Her yıl dönüşte Birecik sınırını çıkıncaya kadar gözlerimi kapamam. Urfam'ı bir saniye bile fazla görsem kârdır derim, etrafı seyrederim. Yine öyle oldu. Mirkelâm'da küçük bir mola verdikten sonra yola devam ettik ve sabaha karşı dört gibi halamın Adana'daki oğlunun evine vardık. Hoş beşten sonra hemen uykuya daldık tabi. Sabah (11 Ekim 2009 Pazar) kahvaltıdan sonra Hikmet Ağabey'im benim için ufak bir Adana gezisi düzenledi, sağolsun. Önce Balcalı kampüsünden barajlaştırılmış Seyhan Nehri'ni izledik. Yeşilin ve mavinin öyle güzel tonları var ki... Allah (celle celaluHu) ne güzellikler yaratıyor! Ardından yola devam ettik ve yol kenarına kurulmuş seyyar çay bahçelerinden birinde nehri izleyerek çay keyfi yaptık. Sonra da benim çok çok sevdiğim, ama kelepir yerlerden başka bir yerde de hakikisini bulamadığım =) Adana kebabını yemeye gittik. Güzel bir yemek ve sohbetin ardından halamı; oğlu-gelini ve torunuyla Adana'da bırakıp annem babam ve ben yola koyulduk. İstikamet Konya. Bunca yorgunluğun ardından neredeyse tüm yol boyunca bayılmış bir şekilde yata yata geldim =) Allah sağlık versin direksiyon da babama kaldı tabi. Ona bir faydam olmadı yani. Akşam üzeri Konyamız'a vardık. Evde babaannem, Hilâl ablam ve eşi, Hatice Teyzemiz ve tabi minik paşam Hamza bizi bekliyorlardı. Urfa'dan ayrıldığım için her ne kadar buruk olsam da, paşama kavuştuğum için de bir o kadar mutluydum. Teyze olmak çok güzel bir duygu =)

2009 yılı Urfa gezimiz böylece hitama ermiş oldu. Bu yıl her ne kadar gidememiş olsam ve gidemeyecek gibi görünsem de, ben hâlâ nereden hangi tatil çıkar da ne bahane olur ki giderim diye düşünmekteyim. İnsan göz bebeğinden, tutkusundan ayrı kalamıyor. Adeta nefesi içinde boğuluyor. Tutku böyle bir şey işte. Allah beni Urfam'dan Urfam'ı benden ayırmasın. Amin.

Sağlıklı sıhhatli yeni bir Urfa gezisi yazı dizisi ile buluşmak ümidiyle. Umut hep vâr olsun.

1 Eylül 2010 Çarşamba

ABD'DEN ADAŞIM GELMİŞ =)


29 Ağustos doğum günümdü. Her yıl doğum günümü unutmayan ablam, her nasılsa bu yıl unutmuştu. O her yıl bana çekirdek aile içi sürpriz partiler düzenler, ben de her yıl ona "bunlar bizim kültürümüzde yok" derdim. Hoş zaten aşırıya kaçan bir durum yok; doğmuş olmaya bir şükür vesilesi olarak o gün aile bir araya gelir ve pasta yeriz. Hâl böyle olunca unutması biraz garip geliyor tabi insana. Ayrıca aynı yıl doğduğumuz için birbirimize "modelim" dediğimiz Simge de unutmuştu. Ve ne tevafuktur ki adaşım yarım elmam Aslıhan da unutmuştu. Adaşım Abd' de öğretmenlik yapıyordu ve geçtiğimiz haftalarda yurdumuza kesin dönüş yaptı. O yeni gelme telaşından unutabilir de, Simge ve Hilal Ablam nasıl unutur diye düşünüp durdum. Meğer işin içinde başka iş varmış =)

Aslıhan, Simge, Hilal Ablam ve ben iş arkadaşlarıydık. Ama "iş arkadaşı" tamlaması aramızda kurulan bağı tanımlamak için yetersiz kalır. İnsan kolay kolay "dost" diyemez ya birine; bizler birbirimize dost olmuştuk işte. Sonra adaşım yüksek lisans için ABD' ye gitti ve bitirince de orada öğretmen olarak kaldı. Ardından modelim evlenip Almanya'ya gitti. Kızların ardı ardına gidişi ablam ve beni çok zorladı. Eksikliklerini hep hissettik. Aradan iki yıl geçince Simgemiz eşiyle Almanya'dan buraya kesin dönüş yaptı. Dört yıl geçince de adaşım ABD'den kesin dönüş yaptı. Kolay değil; yılların birikmiş hasreti var. Görüşelim hasbihal edelim dedik. Dün akşam iftarda Simgeler'de toplandık. İftardan önce bu üçlü bir ara ortadan kayboldular. Bir fısıldaşma bir telaş... Ne oluyor diye sordum, geçiştirdiler. Yemekten sonra bir ara mutfakta toplandılar. Ben de bir şey almak için gittim, kapıdan geri çevirdiler. Kesin bir şeyler dönüyordu. Çok geçmeden geldiler. Biri ışıkları söndürdü, biri maytaptan dolayı ışıldayan bir pastayla içeri girdi. Üstüne de "iyi ki doğdun ... model" yazdırmışlar =) Meğer bizim Simge geçen hafta Hilal Ablamı aramış. "Aslıhan'ın doğum gününü unutmuş numarası yap. Haftaya bizde toplanınca sürpriz yapalım." demiş. Arkadan arkaya üçü organize olmuşlar. Bizimki de nasıl rol yaptı ama =) 29 Ağustos saat yaklaşık 23,30'a kadar bekledim. Sonra "unuttun ama bugün benim doğum günümdü" dedim. "Eyvah, nasıl unuttum, oysa aklımda ne fikirler vardı" deyip durdu. Meğer rol yaparmış =) Simge'ye sözü var ya...

Bu güzel ve sürpriz kutlama yetmemiş; bir de bana hediyeler almışlar. Hilal Ablam en sevdiğim çiçeğin beyaz papatyalar olduğunu bildiği için bana el emeği göz nuru papatyalı tebrik kartı hazırlamış iki tane. Modelim çok hoş bir eşarp almış. Adaşım da Teksas'tan Ceyar şapkası, Teksas anahtarlığı ve şapkanın içine konmuş bir kolye getirmiş. Geldiği bölgeye has bir hatıra olsun istemiş. Hepsi ayrı ayrı sağolsunlar. Hatırlanmak, sevilmek çok güzel bir duygu. Allah (celle celaluHu) ailemizin dostlarımızın eksikliğini göstermesin.

Dost sohbetiyle taçlanmış muhteşem bir gece, tadına doyulmadan hitama erdi. Zaten hoş sohbete doyum olduğu görülmüş mü hiç? Hele bir de araya yıllar girdikten sonra... Nasipse Ramazan'dan sonra tekrar görüşmek üzere kavilleşip ayrıldık.

Simge, Aslıhan ve Hilal Abla; iyi ki varsınız...
NOT: Modelim benim için iki iki uğraşıp da her yemeğin tuzsuzunu yaptığın için çok teşekkürler =)