27 Temmuz 2013 Cumartesi

Bu bir iç döküş yazısıdır

Yazılacak ne çok şey var. Dinleyecek ne az insan var. Özetle söylemek gerekirse, sekiz yıldır özveri ile çalıştığım, kendi işimmiş gibi sahiplendiğim, uğruna sağlığımı dahi kaybettiğim işimden; yaklaşık kırk kişi ile beraber çıkarıldım geçen hafta. Sebep? Firmanın hızla batış yolunda ilerlemesi. Sebep olanlar? Hala firmadalar. Bedel ödeyenler? Mazlum işçiler ve çalışanlar. Emekliliğine iki ay kalan işçiler, onlarca yıldır firmada emek veren personel, bu iş yeri yüzünden nice fedakarlıklara katlanan insanlar bir çırpıda silindi. Özel sektör işte. Zamanında yapılan uyarıları dikkate almayanlar firmanın batışına sebep olurken, bedeli ödeyenler de bu uyarıları yapanlar oldu. Üzüldüm mü? Hamd ettim bu kurtlar sofrasından kurtulduğum için. İçim burulmadı mı? Burulmaz olur mu? Sekiz senemi vermişim. Lâkin her şeyde bir hayır vardır. 

Yaşananları bilmediğiniz için bunu basit bir işten çıkarılma velvelesi zannetmeniz olağan. Lakin işin iç yüzünde ciddi kırgınlıklar, büyük haksızlıklar var. Bu olaylar karşısında tek kelime etmedim onlara. Zira söz, anlayacak olana söylenirdi. Ancak akledeceklerini düşünseydim, tüm yaşananlara rağmen gözlerini hala açmayan/belki açmak istemeyen/belki de açması nasip edilmeyen işverenlere şu iki sözle veda etmek isterdim:

İlki Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nden:

"Haksızlığı hak zannedenlerden hak talep etmek, Hakk'a karşı haksızlıktır."

Ve ikincisi Yılmaz Güney'den:

"Zor yola kolay insanlarla çıkarsan; seni de satar, yolu da satar, yolcuyu da."

Umut hep vâr olsun.

NOT: Resim, resmi olarak çıkışımı aldığım gün hem eniştem istediği için hem de hamd için yaptığım kutlama güllacımın resmi =)

15 Temmuz 2013 Pazartesi

oldun mu öldün mü?


Bazen arada neredeyse mesafe kalmayacak kadar yaklaşırsın Abdullah. Uzansam tutacağım sanırsın. Bir heyecan sarar benliğini. İçin kıpır kıpır olur. "İşte" dersin, "işte zamanı geldi". Ama öyle değildir.

Olmadan ölünmüyor Abdullah. Ve ölmeden de olunmuyor. Nasıl, çelişkili mi geldi? Düşün ama. Düşündükçe çıkacaksın işin içinden. Kaç kez öldün ben biliyorum ya, belli ki henüz olmamışsın. Olamamışsın. Bundan sebep yeniden, yeniden, yeniden ölüyorsun. Öldürülüyorsun. Lâkin atlama şu noktayı ki, senin en büyük ve gerçek katilin sensin dostum. Sensin. İnan bana...

Jin Ho'nun dediklerini çıkarma aklından. Kolayca olmamalı hiç bir şey. Biliyorsun Jin Ho ne demişti. Şimdi söyletme bana burada.

Dünya; gelip geçici bir mekan. Seyahat esnasında durduğun bir uğrak yeri. Ya büyük bir dinlenme tesisi ya ufak bir petrol bahçesi. Ama hangisiyse de, yolculuk bitiyor neticede. Bitiyor. Ve sen o dinlenme tesisinden aldığın şeylerle kalıyorsun yolun en sonunda. Aldanma Abdullah. Işıltılı paketlere aldanma. Yıllar evvelinden de, yıllar sonrasından da... Hep aynı ışıltı değil mi? Çekici ve fakat geçici bu dünyanın ışığı. Aldanmayasın sakın ola. Ve artık lütfen biraz dinle sözümü be dostum. 

* Mizacı bir taş gibi olanlardan yiğitlik ve övülmüş fetihler yapmalarını bekleme. 
* Çok ızdırap çeken bir kimse olsan da bir mücahidin gelip seni kurtarmasını bekleme. 
* Denizlere dalmak istediğinde onurlu ve güzel bir yunus balığını bekleme. 
* Asil bir soydan gelen her bireyden asillik bekleme. 
* Övülmeye layık bir ozanın her zaman saz çalıp barış türküleri çığıracağını bekleme. 
* Ay yüzlü bir güzelin saidlere mirzalık yapıp bahadırca fetihlerde bulunacağını ve bir mareşal gibi her savaşta yeneceğini bekleme. 
* Lise çağlarında anlatılan mavi masallardan ululuk bekleme.

Unutma ki yiğitlere "Haydar" derler. Laf ile peynir gemisi yürütenden yiğitlik bekleme!

15 Temmuz 2013 / KONYA / 13.19

4 Temmuz 2013 Perşembe

Zehre ile konuşmak

Kıymetli Âwdil kardeşimle bir anda gelişen zehre konuşmasını sizinle paylaşayım istedim. Ben Urfa Tutkunu'nu seslendirdim, o Zehre'yi. Bakalım neler demişler birbirlerine:



Âwdil: oy zehre
           oy kırılgan düşlerimin müfessiri.
           oy karanlık sokakların müsebbibi
           oy lamekan kalbimin esrarı

Urfa Tutkunu: sen kalbimin esrarıysan, neden benden yansımıyor hiç bir ışık? sırrını kaybetmiş bir ayna gibiyim

Âwdil: ey nergisleri süruruna ram eyleyen ayn, ey visalini gökyüzünden alan gül. düşer mi saçlarımın gölgesine sensizlik kadar aynaya yansıyan suretin?

Urfa Tutkunu: ya benim saçlarımdaki sensizlik geçer mi sen gelince? yeniden yeşerir mi kar taneleri? vuslatın neş'esiyle yeniden hayat bulur mu küskün dehlizleri gönlümün?

Âwdil: Şehrimi ayazıyla değil,baharı ile üşüten mevsim.Gönlümün dilrahından sana seslenişim yağmurlara geçen resmi kayıtıdır bu bilesin.Varlığımı aşka ilikleyen lahuti bir duadır adın.Ey aşk lafzının sırrını kendine musahhar eden mestur ağıt.Dilime dolanan bu bilinmez lahçe senin adındır.

Urfa Tutkunu: Adımı her söyleyişinde ruhumu papatyalar kaplar. Adını her söyleyişimde hüznümü yağmurlar saklar. Bin yıllık bir mahzene hapsolmuş kalbim, anahtarı kayıp... O mahzeni ancak senin fısıltın açar bilesin.

04 Temmuz 2013 / KONYA / 15.11

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Sene-i Devriye

Bugün Kıymetlim'in vefat yıl dönümü. Koskoca altı yıl bitip yedinci yılına girdi bugün. Yaklaşık üç dakika sonra (16,40'ta) girecek yani.

O'nun için geçen yıl yazdığım yazının tarihini atarken 2012 yerine vefat yılı olan 2007'yi yazmışım. Bunu ancak bir yıl sonra fark ettim. Takvimim Kıymetlim'in vefatında takılıp kalmış meğerse. Koskoca altı yıl, büyükbabam yanımda olmadan koskoca altı yıl geçti. Canım büyükbabam. Nur içinde yat. Ne farklı ne iyi insandın sen. Kabrin Cennet bahçelerinden bir bahçe olsun. Seni çok özledim.

03 Temmuz 2013 / KONYA / 16.40