23 Temmuz 2012 Pazartesi

İlk Günkü Kimin

He Urfam biliysen,
Seni seviyem. Heç bi vakıt şikayet etmemişim sevginden. Yüregim darlansa da, cigerim daglansa da ses etmemişim. Seni sevmaga devam etmişim bele sessiiiz sakiiinn. Sen anliysan beni. Biliyem. Zaten bi Sen varsan aynayan bi de o. De hele siz de olmasağız ben ne edeceğam bu yürek yüküynen? Bu hesret dayanılır kimin degil. Şubatta potinsiz sokakta kalmış veled kimin hissediy insan. Ya da agustosta üç kat abaynan tarlada çalışır kimin. Vallah ikisi de kötüdür. Birinde yaniysaan digerinde doniysan. Netice ne oliy biliy misen? He, işte o dedıgındandır. Yoruliysan be Gülüm. Sürme gözlerine bakanda geçer ruhumun her tür yorgunlugı. Ve lakin senden ayrı kalmışsam gönül yorgunlugı kat be kat artiy. Aynı şairin dedıgı kimin amma. Şikayet etmiyem. Siye olan yürek yolculıgımda yorulmakh bile güzeldir Sürme Gözlüm. Ne dediydi şair:

"Yorgunam. Çünkü yorgunlıgımın yaşamakh gibi bir anlamı var."

He, vallah eledir. Yaşamak nedir bilir misen Sürme Gözlüm? Seni sevmakh, seni özlemakh, her bi nefeste bele içini senle doldırmakh... Sonra gavuşamayıp özleminle kavrulmakh da vardır yaşamanın içinde. Ne bilim işte. Benim için yaşamakh Sensen Gülüm. 

Sürme gözlerinden öperken Ramazanını tebrikh ediyem. Heç bi yere gitmeyesen he mi? Hep yüregimde ve hep başımın üstünde kal. Urfam, Gülüm, Sürme Gözlerine hayran oldugım nazlı yürek bülbülüm. Seni seviyem, ilk günkü kimindir vallah...

18 Temmuz 2012 Çarşamba

KARANLIK ODA


Masanın üzerinde duran paketten bir sigara aldı. Bir elinde sade kahvesi, diğer elinde kahveyle tellendirdiği sigarası varken, uzaklara, taaa eskilere daldı. Neden sonra ısrarla çalan kapının sesi ile kendine gelebildi. Kapıyı açtığında karşısında ona şefkat ve vefa ile bakan bir çift göz duruyordu, sırdaşının gözleri...

Birlikte salona geçtiler. Kapalı perdeler, birbirine karışmış kahve ve sigara kokuları ve vazgeçilmiş bir hayat görüntüsü vardı salonda.

"Ah be sırdaşım, ne yaptın kendine böyle..." dedi Selim. Lâkin Tahsin'in buna cevap verecek kadar bile dermanı yoktu. 

Selim perdeleri açıp odayı havalandırdı. Sonra koltuğa, sırdaşı Tahsin'in yanına oturdu. Tahsin'in gözlerinde derin bir hüzün, dilindeyse çözülmeyi bekleyen bir sükut hâli vardı adeta. Güzel yazardı. Ama konuşmayı pek beceremezdi. Hele bir insana gönlünü açmayı hiç beceremezdi. Bu anlamda Selim onun için büyük bir hazine idi; derdini anlatabildiği / sırrını korkmadan paylaşabildiği tek insan...

Tahsin bir yandan sigarasını içine çekmeye devam ediyor diğer yandan sırdaşına mutsuz ve bitkin gözlerle bakıyordu. “Anlat hadi” der gibi baktı Selim. Zaten iki sırdaş çoğu zaman gözleriyle konuşurlardı sözler yerine. Öyle zamanlar olur ki söz kifayetsiz kalır. Ama gözler çok şey anlatır okumasını bilene. Hele o gözden süzülen inciler, daha da çok şey anlatır. 

Tahsin birdenbire hüngür hüngür ağlamaya başladı. İçinde günlerin-haftaların-ayların birikmişliği vardı. Kendine engel olamıyor ve olmak da istemiyordu. Beklediği şefkatli kucak yanı başındaydı artık. Onun yanında her hâli yaşar, bundan hiç gocunmazdı. Aynı şey Selim için de geçerliydi. Tahsin'in böyle sarsıla sarsıla ağlaması karşısında Selim ona sarıldı ve "ağla" dedi. "İçine akıtma dedim sana hep. Ağla ki için yıkansın sırdaşım." Tahsin uzunca bir süre sırdaşının güven veren omzunda ağladı. Sonra konuşmaya başladı, başlayabildi. Akan gözyaşları ile adeta hafifliyor, yaralı yüreğine bir parça olsun nefes aldırabiliyordu. 

"Sırdaşım, sana bunca zaman iyiyim dedim. İyi olmak için çalıştım hep. Unutmak istedim. Lakin kendime bu durumu unutturabilmek için hata üstüne hata yaptım. İçime attım her şeyi. Giderek kendimden uzaklaştım. Biliyorum;

Onurlu bir yalnızlık, onursuz bir beraberlikten yeğdir.

Kendime hep bunu söyledim. Ama buna rağmen ne yüreğimin yangınını geçirebildim ne her şeye rağmen ona üzülmekten vazgeçebildim... Ben hep, o mutlu olsun istedim. Benden önce, her şeyden önce, herkesten önce; hep o mutlu olsun. Keşke benim mutluluğum da onun yanında olabilseydi. Ama elden ne gelir. Senin bana verdiğin el, harcadığın çaba karşısında iyi olmak için nasıl çabaladım bir bilsen... Lâkin şimdi anlıyorum ki, 'iyiyim' demelerim kendimi kandırmakmış. Onsuz nasıl iyi olabilirim ki? Daha da önemlisi, onun hâline üzülürken nasıl iyi olabilirim?..."

Selim kesmeden dinliyordu. Biliyordu ki bazı hallerde dinlemek, konuşmaktan çok ama çok daha önemlidir. Uzun zamandır susan sırdaşı Tahsin'in şimdi dinlenilmeye ihtiyacı vardı. Kendisini anlayan / kınamadan omuz veren bir insan tarafından dinlenilmeye. Tahsin devam etti:

"Aradan uzun bir zaman geçti. Hayata döndüğümü, iyileştiğimi sanmıştım. Ancak şu an geldiğim nokta, sadece bir kayboluş isteğinden ibaret. Hiç kimsenin beni tanımadığı, kuş uçmaz kervan geçmez uzak bir köye gidip, tanınmadan-bilinmeden yaşayasım var. Biliyorum sırdaşım, ne yaparsam yapayım yüreğimin bir ucu hep yanacak. Aradan kaç yıl geçerse geçsin asla unutamayacağım. Böyle büyük bir sevda nasıl unutulur ki! Biliyorsun, kendimden vazgeçmişim. Tek isteğim onun iyi ve mutlu olması."

O günden sonra Tahsin'in gözlerinde, Selim'den başka kimsenin anlayamadığı bir hüzün oldu hep. "Gözlerinin içi gülüyor" terimi hiç kullanılamadı Tahsin için. Çünkü gülemedi bir daha gözlerinin içi. Tıpkı düşündeki gibi kaybolmuş bir hayatı seçti. Hakkında kimsenin uzun boylu malumat sahibi olamadığı ve Selim'den başka kimseye gönlünü açmadığı, derdini dökmediği yalnız, yapayalnız bir hayat...

18 Temmuz 2012 / KONYA / 12,34


16 Temmuz 2012 Pazartesi

Ayşe Süeda-Urfa Tutkunu Buluşması


Bu haftasonu çok hoş sürprizler yaşadım. Benim için çok önemli ve özel olan bir insanla ve ailesiyle tanıştım. Sizler de bilirsiniz. Yayın hayatına blogcuda Ayşe Süeda olarak başlayıp wordpress'te Ebrar Süeda olarak devam eden ve son olarak bilgisayar meraklısı oğlu Ahmet'in çalışmaları sonucu kurulan Malatya Yemekleri sitesine geçen Aysun Ablamızı. Ayşe Süeda ve Zeynep Ebrar birbirinden güzel ikizlerinin adı. Aysun Ablayı ve ailesini, ablasını ve aile dostları Orkide Ablayı tanımak gerçekten çok güzeldi. Bu güzel ve özel insanlarla tanışmaktan ötürü çok mutlu oldum. 

Üstelik onlarla Hazreti Pir'de buluştuk ve orada güzel de bir tevafuk yaşadık. Caminin bahçesinde beklerken tanıştığım Konyalı olup Medine'de ikamet eden bir teyze, babaannemin senelerdir ulaşamadığı Medine'de yaşayan Rahime Çanak teyzemizin komşusu çıktı. O teyzeyle babaannemi de telefonda konuşturduk. Kendimiz Medine göremesek de, Medine havasını solumuş bir insanla sohbet etmek çok güzeldi.

Bu arada hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim arkadaşlar. Hamzamız elhamdülİllah daha iyi. Normal hayatına döndü çok şükür. Dualarınızın devamını dileriz. 

Aysun ablacığım, seni ve aileni tanımak gerçekten çok güzeldi. Gelişinden beni de haberdar ettiğin için teşekkür ederim.

Hepinize sevgilerimle.

10 Temmuz 2012 Salı

UNUTMAK

Rahmetli Karakoç Usta " 'Unutmak kolay mı?' deme; unutursun Mihribanım" demiş. Ustanın bir bildiği var ki bunu söylemiş lâkin bence unutmak o kadar da kolay değil Abdullah. İnsanlar çeşit çeşit. Muhakkak hiç bir şey olmamış gibi pervasızca unutanlar da vardır şu hayatta. Dostluğu, kardeşliği, arkadaşlığı, sevdayı, vefayı unutanlar olmasa; hiç şüphesiz hayat daha güzel olurdu. Ancak var işte unutanlar. 

Biliyor musun Abdullah, aslında unutmak bazen Cenab-ı Hakk'ın bize verdiği bir hediyedir. Hayata devam edebilmek için unutmak zorundasındır bazen. Unut(a)madığın için gelir başına ne gelirse. Takılır kalırsın. Zaman geçiyordur ama senin için değil. Hayat ilerliyordur, ama sen aynı yerdesindir. Seversin bir arkadaşını, o da seni sever. Acı tatlı günleriniz olur. Bir çok anı biriktirirsiniz. Ama bir gün anlayamadığın bir şekilde gider hayatından. Düşünürsün neden diye. Bir cevap bulamazsın. 'Bilmediğim bir sıkıntısı vardır belki' der ama bunu sana açmadığı için üzülürsün. Sen onun arka taşısındır. Her ne olsa paylaşıp hallederiz diye düşünürsün lâkin bazen o ısrarla susmayı seçer. Olsun bee! Ne diyelim. Susanların canı sağ olsun Abdullah. Ve lâkin şundan eminim ki; unutmak mümkün değildir bunca sevdikten sonra!

10 Temmuz 2012 / KONYA / 09,38

9 Temmuz 2012 Pazartesi

DUALARINIZI BEKLİYORUZ

Teyze olmama vesile olan ufaklık, ablam hilaltimur'un ilk çocuğu Hamza Paşam dün hastaneye kaldırıldı. Rota virüsü tespit edildi. Halsizlikten yeyip içemiyor. Serumla besleniyor şu an. Sarı Paşam'ın hayırlı acil şifası için hepinizden dua rica ediyorum. Aranızda çocuğu/yakını bu hastalığı geçirenler varsa tecrübelerini paylaşırlarsa sevinirim. Lütfen dualarınızı eksik etmeyin arkadaşlar.

                                                        *******************

Normal bir pazar günü gibi görünmektedir o gün. Sabah her zamanki vaktinde kalkıp iki lokma almaya kahvaltıya oturur teyzesi. Ve lâkin lokması yarım kalır paşasının hasta haberiyle. Kalkıp giyinir, paşayı doktora götürürler. Anne-baba evrak işi için koşturmaktadır. Paşa teyzesinin kucağında. Öylesine bitkin ve öylesine halsizdir ki, kafasını teyzesinin yanağına yaslar. O yerinde durmayan çocuğun kıpırdanmaya hali olmadan kucakta oturması ağır gelir teyze yüreğine. Lâkin Allah'tan gelmiştir. Yapacak bişey yoktur dua etmekten başka. Ve dahi dostlardan dua istemekten başka...

09 Temmuz 2012 / KONYA / 08.39

6 Temmuz 2012 Cuma

HESRET TAVANA ÇIKHMIŞ

Biliy misen Sürme Gözlım,

Seni ele özlemişim ki sanırsan içimde bi ocak yaniy. Ne ediysemse bi türlı geçirdemedim bu özlemi. Her sabah  resmine bakiyem, her gün seni konuşiyem, her akhşam kendimce hasbihal ediyem seniyle. Feket geçmiy siye olan hasretim. Dinmiy acım...

İnsanın sevdigından ayrı düşmesi nası bi azaptır sen biliysen. Uykuların kaçar. İştahın kapanır. Dilin lâl olur. Gece gündüz çaya vurursun kendini. Sebbeh çaaayyy, akhşam çay. Enerjin de ondadır sanki, gıdan da. Hele o çay bir de senin kokunı getiriyse biye, daha ne isteyim ki dünya rahatı namına? Seniy o memleket kokan rayihan yeter biye Sürme Gözlım.

Şair deyi ki acı çekhmah özgürlükmış. He vallah, eger öyleyse ben bu günlerde çok özgürım. Çün sen yanımda degilsen. Odamda bir çiçek var. Işıgını aliy. Suyını da tökiyem. Bi türlü düzeldemedi boynunı. Bi türlü gelemedi kendiye. Gün gün eriyip gidiy. Dünegin bundan eyiydi. Önceki günse düneginden. Ha işte ben de aynı o çiçek gibiyem. Kokundan uzaaakh, sürme gözlerinden uzaaakh, sesinden uzağam. Sen biye ele yakınsan ki, içimin en iç yerine oturtmışam seni. Feket yine de başka türlü de yanımda ol istiyem. İstiyem ve lâkin olmiy işte Gülüm.

Gözümün bebegi, ruhumun biricikh ilacı sevdıgım; sensiz tat alamiyem heç bişeyden. Pirpirim aşı bile bi denişik geliy damagıma. Bilmiyem neden. Sen yanımda olmadıgın için olmasın sakın? 'Sebır' diyem kendime; 'hele az daha sebır gösteresen gurban. Herhal vakhtı gelmemiştir. Ele olsa Rabb'im nasip etmez hiç? Kolay degildir göle düşmüş bebe kimin çırpınmaların, biliyem. Feket ne gelir elden? Sabredecahsan. Ve dahi dua edecahsan. Deyisense ki ben Sürme Gözlümı özlemişem, Rabb'im gönül yaraya melhemi çalacakhtır elbet. Bekle bakim az daha.'

İşte bele Sürme Gözlım, mis kokulım, Seni Yaradan'a gurban oldugım. Sesiyi duyacağım, yüzüyü görecağım, sürme gözlerine bakıp dalacağım günleri tez versin Rabb'im deyi dua ediyem. Vallah seni çokh seviyem. Öperim Sürme Gözlerinden, Canımmm, bi denem Urfam...

05-06 Temmuz 2012 / KONYA

3 Temmuz 2012 Salı

Kıymetlim'e


Ömrümün Kıymetlisi,

Bugün senden ayrılışımın beşinci yılı doluyor. Unutmam mümkün mü? 03 Temmuz 2007 ikindin üstü saat 17.00 gibiydi ayrılışımız. Beni beklememiş, ben gelmeden 16.40 gibi gitmişsin.

Senden ayrılmak, hayatımın temelini kökünden oynatan bir acıydı benim için. Bana sorulsa hiç ister miydim bırakmak seni? Hiç ister miydim nur cemaline bakmaktan geri kalmayı? Ama hayat bu. Gelmek de var gitmek de. Kapıyı çalan ve seni almaya gelen çevrilmez bir konuksa eğer, her zamanki misafirperverliğinle buyur etmek lazımdı öyle değil mi? 'Dur girme evime, seni misafir kabul etmiyorum' demek olmazdı. Demedin de zaten...

Evvelce 'burnunun direği sızlamak' deyimini anladığımı sanırdım. Fakat her ne acı yaşarsam yaşayım, burnumun direği sızlamamıştı. Ben bunu bir deyim sanıyordum lakin hakikaten fiziksel olarak sızlıyormuş burnun direği, kalbin acıyınca... Şimdi seni hatırlayınca kesif bir acı gelip çöreklenir yüreğimin taaa ortasına. Bende kalan eşyaların var ya, hani kokun gitmesin diye bohçalara sarıp sakladığım. İşte o vakitlerde kıyamadığım o bohçaları açıyorum. Ciğerimin en derinine kadar çekiyorum o mis kokunu. Sarılıyorum eşyalarına. Onlarla sessizce kalıyorum öyle. Sen yanımda ol(a)masan da, ben sen varmışsın gibi yad ediyorum senli günlerimi...

Kıymetlim, senin gözünden sakındığın, ortaokuldayken öğretmeninden aldığı "profesör" lakabından dolayı "pröstöförümmm" dediğin bu küçük kız var ya; işte onu nasıl kırıyorlar, kalbiyle nasıl hoytratça oynuyorlar bir bilsen... Yok ama. Sen bilme en iyisi. Zira ben şimdi kendime üzülsem de, sorun değil. Ama bilseydin, bir de senin üzüldüğüne üzülürdüm. O benim için dayanılmaz olurdu.

Seninle son günümü ellerini tutarak, sabaha dek yanında yatarak geçirdim. "Korkmadın mı?" dediler bana. Neden korkacaktım ki? Sen benim ömrümün en kıymetlisi, her şeyine hayranlık duyduğum tek insan, kendime mürşit seçtiğim cansın. Evet sana hiç söylemedim bunu ama sen mürşidimdin benim. Seninle bu dünyadaki son saatlerimi çok güzel bir şekilde değerlendirmeliydim. Yanından ayrılamazdım. Ellerini bırakamazdım. Sabaha dek yanında kaldım. Umarım bu sana rahatsızlık vermemiştir. Ertesi gün seni götürdüler ya, tükenmenin son noktasındaydım o vakit. Yatağına uzandım. Sanki senden kalan sıcaklığı-kokuyu duymak, kaybolmadan bana geçsin diye orada öylece kalmak istiyordum... 

Sen gidince benim için hayat biter sanıyordum. Rabb'im sabrını da gönderdi. Höyküre höyküre ağlamadım. Sayarak ağlayan halamı susturdum bile biliyor musun. Sana eziyet olmasın diye sus saymadan ağla dedim ona. Beni dinledi. Hep diyorum ya Kıymetlim, ben acizin-zayıfın tekiyim. Böyle bir acıda ayakta kalabilmem mümkün değildi. İnan bana bu Allah'ın bir lütfu ve senin güzel amellerinin bir yansıması idi. Rabb'im senin hürmetine bize güç kuvvet verdi. Gerektiği gibi, İslam'da emredildiği gibi davranabildik hamd olsun. Ardından haftalarca evin doldu taştı. Yıllar evvelinde kalan unutulmaya yüz tutmuş dostların bile çıkıp geldiler. Hakkında bir tek kişi dahi kötü demedi. Yıllar geçti. Hala en beklemediğimiz yerlerde tanımadığımız insanlardan senin övgünü işitiyoruz. "Aaa siz Halil abinin torunları mısınız?" diyorlar. He ya, biz Halil abinin torunlarıyız. Hani o hayatı boyunca hiç kimseyi incitmemiş, hiç kalp kırmamış, emanete hep sahip çıkmış, önce ben değil önce ailem demiş, sıcak yaz günlerinde saatlerce Kur-an'ı Kerim okumuş, bana altı yaşımda Kur-an'ı Kerim okumayı öğretmiş, kimseye kin tutmamış, kendisini sırtından vuranlara bile Allah için koşmuş-yardım etmiş, helaline haram katmamış, devletin bir tek dakikasını bile boşa harcamadan azami derecede mesaisine dikkat etmiş, insanların "kanatsız melek" diye adlandırdığı, geçirdiği hiç bir hastalıktan dolayı şikayet etmemiş, ağaçtan düşüp omuriliği ezilince bir sene kalkmamak suretinde yatağa bağlı kaldığında bir kez bile öf dememiş, vefatına yakın vücudunda 3 yerde kırık olmasına rağmen çağrılan 112 doktoruna 'iyiyim ben, bişeyim yok' demiş, senelerce ailesinden tek bir kişinin bile haberi olmadan-ancak o vefat edince öğrendiğimiz hayır cemiyetine yardım etmiş, nur yüzlü mis kokulu Halil abi var ya; onun torunlarıyız işte. Ona layık olmasak da...

Kıymetlim, canımın içi, en büyük korkularımdan biri günahlarım yüzünden öbür yanda senden ayrı düşmek. Biliyorum, hala ayakta isem; bilhassa senin ve babaannemin duaları yüzündendir. Pröstöförüne dua etmeye devam et olur mu. Sana Rabb'imden rahmet dilerken, ardından yazdığım satırlarla hitama erdiriyorum yazını. Allah'a en büyük emanetimsin. Seni çok seviyorum.

03 Temmuz 2007 / KONYA / 09.35 (Bu tarih 03 Temmuz 2012 olacaktı. Ancak takvimim bugüne değmemiş. Kıymetlim'in gittiği günde takılı kalmış. Ve ben bunu ancak 03 Temmuz 2013'te fark ettim. Dip not olsun).

 SABIR
“Korktun mu?” dedi,
“Hayır” dedim.
Neden korkacaktım ki?
Yüzünde; bu dünyaya ait olmayan bir ifade,
Değişik bir gülümseme vardı.
3 Temmuz günü,
Saat 16.40 civarında,
Vazife-i hayattan terhis olup,
Rahmet-i Rahman’ a kavuştu,
Derviş oğlu Halil.
Oysa bir gün sonra,
4 Temmuz’ da,
Halil oğlu Derviş,
Dünyaya yeniden gelecekti.
Babası,
Oğlunun 54. doğum gününü göremeden,
Göçtü.
Derviş oğlu Halil’ in vefatından bir gün sonra,
Halil oğlu Derviş doğdu.
Ne tevafuktur ki,
Halil oğlu Derviş’ in vefat ettiği gün,
Halil torunu ben doğmuşum.
Dünya garipliklerle dolu.
Bana hayatı öğreten Kıymetlim,
Başımın tacı büyükbabam,
Derviş oğlu Halil vefat ettiğinde,
Buna bir saniye bile dayanamam sanmıştım.
Ama biliyordum ki,
Orada daha rahattı,
Ve bana sabrı da O öğretmişti.
Sabır göstermeliydim.
Öğrendiklerimi uygulamanın zamanı gelmişti.
O’ nu Yaradan’ a emanet ettim,
Ve sonra,
Bildiğimi sandığım sabrın ne olduğunu,
Şimdi öğreniyor olduğumu fark ettim.
Zordu.
Hem de çok zor.
Ama üstesinden gelmek zorundaydım.
Hepimizin zorunda olduğu gibi,
Ben de öyleydim.

20.07.2007/15.00/KONYA

"FE SABRUN CEMÎL"