30 Aralık 2018 Pazar

Tava Keki


Daha evvel tencerede çaylı kek yapmıştım. Ama tavada kek ilk kez denedim. Tavanın şeklinde olması ve kolaycacık çıkması çok güzel. 

Tava kekini ilk olarak YouTube'da gördüm. Linkini verdiğim tarifte olsun baktığım diğer tariflerde olsun normal kek hamurundan daha koyu olması gerektiği yazıyordu. Ben de öyle yaptım fakat linkini verdiğim YouTube'daki tarife sadık kalmadım. Kafama göre değişiklikler uyguladım. 3 yumurtayı 1 su bardağı şekerle çırptıktan sonra yarım su bardağı süt, yarım su bardağı sıvı yağ, 1 kabartma tozu, aldığı kadar un ve bir küçük paket kakao ekleyip şöyle bir çırptım. Sonra tereyağıyla yağladığım tavaya un serpip fazla unu da almak suretiyle kek hamurunu döküp tavayı (gözünün üzerine 4-5 kat alüminyum folyo koyulmuş ocağa) kısık şekilde koydum. Ağzına kapak örttüm tabii ki. 


Yaklaşık bir saat sonra kürdan ile kontrol ettim. Eğer kürdanınızda hamur kalmıyorsa kek pişmiş demektir. 


Biraz serinledikten sonra tepsiye ters çevirince hemencecik çıktı  Kesinlikle fırında pişmiş kek gibi uğraştırmıyor.  Çevirmenizle birlikte lap diye düşüyor :) 


Yukarıda linkini verdiğim YouTube tarifinde kek hamurunun bir kısmını tavaya döktükten sonra ince muz dilimleri koyup üzerine de kalan hamur dökülüyordu. Ben muz yerine ince portakal dilimleri döktüm. Çok ekşi olmaması için portakalların üzerine azar azar toz şeker serptim. Sonra kalan kek hamurunu döküp o şekilde pişirdim. 


Bakın bu fotoğrafta dilimlerin arasındaki portakallar görünüyor. 

Biz tava kekini gerçekten sevdik. Beş dakikada Beşiktaş :) Bir kek yapmak için koskoca fırını yakmaya gerek kalmıyor. Denerseniz sizlere de şimdiden afiyet olsun. Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun. 



21 Aralık 2018 Cuma

Fırında Uydurmasyon Karnabahar ve Fırında Lahana Sarması


Merhaba sevgili blog dostları, 
Fırında yapılan yemekler gerçekten çok lezzetli oluyor. Bence ayrı bir tat geliyor fırın yemeklerine. Karnabaharı severim ve farklı olarak nasıl yaparım diye düşünürken sevgili Muhterem ablada değişik karnabahar tarifleri gördüm. Bir tanesi de beşamel soslu kaşarlı fırında karnabahardı. Tarifine bakmadan kendime göre değiştirip uydurmasyon şekilde düzenleyerek ben de denedim, güzel oldu gerçekten. Üstelik epey az malzemeyle. Nasıl yaptığımı soracak olursanız, çok ufak bir parça karnabahar vardı evde. O küçücük parçadan gördüğünüz gibi bir borcam dolusu yemek çıktı. Karnabaharı çiçeklerine ayırıp haşladım. Haşlanırken içine birazcık da tuz attım çok tuzsuz hissiyatı gelmesin diye. Daha sonra suyunu süzüp istediğim baharatlardan ekledim. Karabiber, toz acı kırmızı biber ve bol kimyon attım. Ben kimyonu çok severim :) Sizler de hangi baharatları seviyorsanız ondan ekleyebilirsiniz. Ayrıca şunu da bir ek bilgi olarak vereyim, karnabahara zerdeçal da çok yakışıyor. 

Güzelce harmanladıktan sonra karnabaharları yağladığım borcama dizip üzerine çavdar unu ile yaptığım beşamel sosu döktüm. Bunu da ölçüsüz olarak yaptım. Öncelikle çavdar ununu yağ ile iyice kavurduktan sonra yavaş yavaş sütle açtım ve az bir tuz atarak kıvam alması için biraz pişirdikten sonra yemeğin üzerine döktüm. Sonra yemeğimi fırına verdim. Alt üst ayarda 200-225 derece arasında açtım fırını. Pişmeye dönünce üzerine rendelenmiş bol kaşarı serpip kaşarlar kızarana kadar fırında tuttum ve çıkarıp servis ettim. Denemenizi öneririm ve denerseniz lütfen yorum bırakmayı unutmayın :) 


İkinci tarifim ise fırında lahana sarması. Lahana sarmasını çok severim ancak bugüne kadar hiç yapmamıştım. Hep yemiştim :) Geçenlerde YouTube'da önüme farklı bir görünümdeki lahana sarması videosu çıktı. İlginç geldi ve denemek istedim ve hayatımda ilk kez lahana sarması yapmış oldum. Onu da fırında yaptım. Bence gerçekten güzel oldu ve yiyenler de beğendi. Hangi videoya bakarak yaptığımı görmek için buraya tıklayın ancak ben tarifini oraya göre yapmadım. Sadece şekil için oraya bakmış oldum. İç malzemelerini ölçüsüz olarak annemle birlikte hazırladık. İçerisinde soğan, sarımsak, kıyma, pirinç, domates, tuz, acı kırmızı toz biber, düğü, kuru nane, domates salçası, biber salçası, maydanoz, azcık köri, su var. Lahanaları haşladıktan sonra iç malzemesini koyup gül böreği şeklinde sarıp borcama dizdikten sonra üzerine domates salçası su zeytinyağı ve limon tuzu karışımından oluşan çiğ sosu döküp alüminyum folyo kaplayıp fırına verdim. Lahanalar piştikten sonra folyoyu çıkarıp üstlerinin hafif kızarmasını bekleyip fırından çıkarıp servis ettim. Özellikle davet sofraları için dikkat çekici bir görünüm olabilir. Lezzeti de gerçekten güzeldi. Denerseniz yorum bırakırsanız sevinirim. Denemezseniz de yorum bırakın lütfen, ona da sevinirim :) 

Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun. 



15 Aralık 2018 Cumartesi

Yanımda Kal


Penceresinin önüne koyduğu menekşeye nazikçe su verirken derin bir iç çekti. İçinde sanki bir anda boşalıvermeyi bekleyen yağmur bulutları vardı. Yüreği kabarmış, içi dolu dolu olmuştu. Bir vakittir bu hal üzereydi. Çiçeği sulaması bittikten sonra ne yapacağını bilemez halde mutfağa yöneldi. Kendine bir fincan kahve yapmaya karar verdi. Önce radyonun düğmesine dokundu. Musiki saati başlamıştı radyoda. O kahve hazırlıklarını yapadursun, radyodan bir ses yükseldi:

"Bu şarkımız, hislerini haykıramayıp içinde tutan tüm aşıklara gelsin, 'Yanımda Kal', hep birlikte dinleyelim" 

Şarkı çalmaya başladığında cezveye su doldurmuş, kahve atmak üzereydi. Birden kulağı şarkının sözlerine takıldı:

"Öyle savunmasız bir zamandı 
Bulduğunda beni 
Sen başlattın, boyun eğdim 
Kabullendim seni 

Bu sözlerim sitem değil ama 
Yazık değil mi bana 
Çok yalnızdım kaybolmuştum 
Sığındım işte sana... 

Kaygılarım yeniden uyanıyor 
Bu duygular beni ürkütüyor
Yeniden yaşamak mı gerekiyor 
Yine acılar yine korkular 
Yine aaaaaaaşk 

Yanımda kal yanımda kal 
Düşlerin yetmez ki bana 
Yanımda kal yanımda kal 
Çok geç rastladım sana"

Sözlere odaklanmasıyla ruhen dağılması bir oldu. Bu şarkıyı evvelce de işitmiş, lakin belki sözlerine kulak vermemişti bile. Şu an tam bir 'algıda seçicilik' yaşıyordu. Şarkının sözleri birebir yaşadıklarını anlatıyordu. Bir şarkı insanı bu denli etkiler miydi! Kalbi adeta paramparça olmuştu. Yahut zaten parçalanmış ancak kendi zoruyla bir arada tuttuğu kalbini salıvermiş, moleküllerine ayrılmasını izliyordu... Elindeki su dolu cezveyi daha fazla tutacak takati kalmamıştı. Yere fırlayan cezveden saçılan sular yerleri ıslatırken, o da artık kendisini taşıyamayan dizlerine yenilip olduğu yere çökerek sarsıla sarsıla ağlamaya başlamıştı. İşte yüreğine çöreklenen o yağmur yüklü bulutlar şimdi ardı ardına boşalıyorlardı. Bu esnada yaşadığı her şey gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçiyordu. Sevdiğinden aldığı darbe neticesinde kendisine bu konuda destek vereceğine ve onu asla yalnız bırakmayacağına dair söz veren dostu da bir anda kayıplara karışmıştı. Arada bir görünüp bahanelerini sıraladıktan sonra tekrar ortadan kayboluyordu. O ise tüm bu olup bitenlere anlam vermeye çalışmaktan yorgun düşmüştü...

Şarkı bittiği halde bir müddet etkisinden kurtulamayıp höyküre höyküre ağlamaya devam etti. Şimdi artık öylesine yorgundu ki, adeta ağlayacak takati dahi kalmamıştı. Çöktüğü dizlerinin üstünde çaresizce açık duran avuçlarını görüp, bilinçaltının ona verdiği bu mesaja üzüldü bir kez de. Adeta "Veronika ölmek istemiyor", kendisine uzatılacak kurtarıcı bir eli tutmak için avuçları açık, hazır bekliyordu... 

Hikayenin sonunda "o el" geldi mi bilinmez. Bu kısmı okurun güzel kalbine bırakıyorum. Herkes yüreğine göre bir son biçecektir elbet. Kimi umutlu, kimi realist... 

Eee ne diyelim o vakit  yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun...

15 Aralık 2018 / KONYA / 01.47



12 Aralık 2018 Çarşamba

Çeçen Yemeği Cirdingiş Tarifi



Cümleten merhaba sevgili blog dostları,
Bir önceki postta fotoğraflarla anlattığım cirdingişin tarifi bu yazımızda. Yapılışı oldukça basit ve bir o kadar keyifli. İşte tarifimiz:

Öncelikle 1 bütün tavuğu (yahut kemikli kırmızı eti) yeteri kadar su ile tencereye alıp tam kaynamak üzere iken (kaynamadan) o köpüklü suyu döküyoruz. Daha sonra tekrar su doldurup bir baş bütün soğan, tuz, kırmızı biber ve kekik ekleyip haşlıyoruz. Ben bu işlemi düdüklüde yaptım.

O haşlanırken un, su, tuzu karıştırarak hamur yoğuruyoruz. İsteyen azıcık kabartma tozu da eklermiş ancak eklenmese daha güzel olur dedi Çeçen arkadaşım. Benim hamurumda da yok kabartma tozu. 

Sonra hamurdan bir parça alıp kandil simidi yapacakmış gibi iki avcumuzla yuvarlayarak şerit haline getiriyoruz. Bu şeritten 3-4 santim uzunluğunda bir parça koparıp sert bir yüzeyde (ben kesme tahtasında yaptım) elimizin üç parmağı ile bastırarak öne doğru çekiyoruz ve hamur fotoğraflardaki halini alıyor. Yani şu hali :)

İnternette hamuru merdaneyle açıp bıçakla kesip yapan videolar var ama o kadar uğraşmaya hiç gerek yok açıkçası. Bu yöntem hem basit hem de şeklin aslını bozmuyor.

Hamura nasıl şekil verildiğini görmek için şu videoya bakabilirsiniz tık tık

Yemeğin sosu beyrim olarak adlandırılıyor. Onun için domates salçasını yağla kavurduktan sonra tavuktan çıkan baharatlı ve yağlı sudan bir miktar koyup ikisinin kaynayarak koyulaşmasını bekliyoruz. Koyulaştığında dövmüş olduğumuz çok bol sarımsağı tencereye ekliyor ve bir iki kaynatıp kapatıyoruz. Çok bol dediysem öyle dört beş diş gibi değil; bir iki kafa gibi, baya baya bol yani :) Ocağı kapatır kapatmaz kuru reyhan ekleyip karıştırıyoruz. Tavuğu haşladığımız baharatlı ve yağlı suya biraz da normal su koyarak kaynamasını bekleyip bildiğiniz mantı haşlar gibi hamurlarımızı bu suda haşlıyoruz. Pişen hamurlar suyun yüzeyine doğru çıkıyor. Onları bir elek yardımıyla alıp salladığımız zaman çıt çıt diye ses duyuyorsak hamur pişmiş demektir. Gerçekten de bu sesi duyuyorsunuz. Eğer hiçbir şekilde anlayamam diyorsanız hamurlardan birini ısırıp bakın pişip pişmediğini anlamak için. Şimdi her şey hazır olduğuna göre gelelim sunuma :)

Yuvarlak bir tepsiye pişen hamurları döktükten sonra bütün tavuğumuzu elimizle parçalayıp tepsinin muhtelif yerlerine serpiştiriyoruz. Kişi sayısına göre kaselere beyrim koyuyor ve yine kişi sayısına göre kulplu bardaklara yemeğin suyundan yani tavuk haşlayıp sonrasında da hamurları pişirdiğimiz o sudan koyuyoruz ve limon ile servis ediyoruz. Yerken suyun içerisine limon sıkılacak.

Nasıl yeneceğine gelince, öncelikle cirdingiş elle yenen bir yemek. Hamuru alıp beyrime batırıyor, ağzınıza attıktan sonra bir parça et alıyorsunuz ve yanında bu harika limonlu tavuk suyunu içiyorsunuz. Açıkçası yemek o kadar fazla sarımsaklı ki sanırım yanında bu limonlu su içilmese sonrasında rahatsız edici olabilir. Ama böyle kombinleyip yeyip içtiğiniz zaman harika bir lezzete dönüşüyor. İnanın şu an tarifi yazarken bile ağzım sulandı :) Cirdingiş benim favori yemeklerim arasına çoktan girdi bile. Size de kesinlikle yapmanızı tavsiye ederim.

Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun.

1 Aralık 2018 Cumartesi

Çeçen Yemeği Cirdingiş



Genel olarak farklı kültürleri öğrenmeye ilgim vardır. Ama bazılarına daha çok ilgim vardır. Bunlardan başta gelenlerinden biri de Çeçen kültürü. Çeçenlerin mücadeleci ruhunu, vatanlarına ve Allah'a olan bağlılıklarını hep sevmişimdir. Tabi her yerin iyisi de kötüsü de olduğu gibi onlarda da kötüler var. Bu şu an konumuzun dışında :) 

Çeçen mutfağının önemli yemeklerinden cirdingişi uzun yıllar merak ettim ve internet tarifleri ile de yapıp denemek istemedim. Zira aynı sıkıntıyı daha önce Laz böreğinde yaşamıştım. İnternette o kadar farklı tarifler var ki gerçek bir Karadenizli yakalayıp sorduğunuzda hiçbirini beğenmiyor ve biz böyle yapmıyoruz diyorlar. Dolayısıyla her şeyin orijinalini oranın yerlisinden yemek ya da yerinde yemek en güzeli diye düşünüyorum. Cenab-ı Hakk yıllar sonra bir tevafuklar silsilesi ile bana Çeçen bir arkadaş nasip etti ve bir sohbetimizde cirdingişin tarifini sorduğum zaman sağ olsun benim için yapacağını, göstererek anlatacağını söyledi. Bu benim için tabii büyük bir mutluluktu :) 

İşte Çeçen arkadaşım Tuba'nın benim için hazırladığı cirdingiş:

Bu hamurları

Bu hamurun haşlandığı tavuk suyu

Bu yemeğin sosu. İsmi beyrim

Ve İşte bu da yemeğimizin servise hazır hali. Cirdingiş el ile yenen bir yemek.  Hamurları alıp beyrime batırıp yiyorsunuz. Yanında kemikli et oluyor. Ya tavuk eti ya da normal et. Bizimkinde tavuk eti vardı. Yanında da tavuğu haşladığınız ve sonrasında içinde hamurları pişirdiğiniz sudan içerisine limon sıkarak içiyorsunuz. Zira beyrim çok sarımsaklı bir sos. Eğer yanında bu şekilde yemeğin suyundan (limon sıkıp) içmezseniz sonrasında çok rahatsız olabilirsiniz. 



Şimdi sıra benim dün yaptığım acemi işi cirdingiş fotoğraflarımda :) 

Hamurlara şekil vermede Kaymak (büyük yeğenim Hamza) da bana yardımcı oldu :) 

İlk denememi ben de tavukla yaptım. 

Tavuğu haşlarken içine konulan baharatları biraz fazla kaçırdığım için benim su Tuba'nınkinden daha koyu bir renkte. İlk deneme için yine de fena sayılmazdı bence :)) Cirdingiş kesinlikle damak tadıma çok uygun ve çok beğendiğim bir yemek oldu. Bu ilk denememdi ama Allah nasip ederse son olmayacak. Tarif kısmetse bir sonraki postta sizlerle. Tuba'ya bu güzel tarifi bana öğrettiği için teşekkür ediyorum :) 

Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle  Umut hep vâr olsun. 



27 Kasım 2018 Salı

Ev Yapımı Yeşil Zeytin

Cümleten merhaba. Bloğuma dönüş yaptıktan sonra kısa ve mecburi bir ara vermek durumunda kalmamın yani iki haftadır buralarda olamayışımın nedeni, yıllar sonra yeniden öğrenci olmuş olmam :) Okumanın yaşı yok bence. Geçtiğimiz hafta sonu vizeler vardı. Onlar bitti ve yine buradayım. 

Bu yıl ilk defa evde yeşil zeytin kurmayı denedim. Daha önce tanıdıklardan yaparken eridi diyenleri çok duyduğum için ziyan olmasın bu ilk denemem diye sadece 1 kilo aldık zeytini. Nasıl kurulacağını okuldan arkadaşım Suna'dan öğrendim. Kavanoza yerleştirme dizaynı ve yapılışı duyduğum diğer zeytin kurmalardan biraz daha farklı. Gelelim yapılışına:

MALZEMELER:
* 1 kilo ham yeşil zeytin 
* 2,5 adet limon (Kullanacağınız limonun büyüklüğüne göre adet sayısı değişebilir) 
* 2 yemek kaşığı kaya tuzu 
* 1 yemek kaşığı limon tuzu
* 1 yemek kaşığı sıvı yağ 
* Su 
* Havuç dilimleri  
*Cam bir kavanoz 

Ne yazık ki ben zeytini dizdikten sonra cam kavanoz kullanılması gerektiğini hatırlayınca bu seferlik böyle olsun diye değiştirmedim ve plastiğe yapmış oldum. 

YAPILIŞI:
Öncelikle zeytinleri ya bıçakla çizmeli ya da taş ile ezmelisiniz. Bizim pazarımızdaki zeytin satıcıları bir makinada çizerek veriyorlar. Dolayısıyla evde uğraşmamıza gerek kalmadı. Zeytini suya ıslatıp 3 gün bekliyoruz. 3 gün sonra suyunu süzüp yeni su doldurup tekrar 3 gün bekliyoruz. Bu döngüye 5 kez devam ediyoruz. Beşinci seferin sonunda bir zeytinin ucundan küçük bir parça kesip tadına bakıyoruz. Acısı çıktıysa kurma işlemine geçebiliriz  Eğer acısı çıkmadıysa bir 3 gün daha bekletiyoruz suyun içinde. Zeytin kurulacak kıvama geldiğinde öncelikle kavanozun dibine ve kenarlarına dilimlediğimiz limonları koyup zeytinleri bu limon dilimlerinin ortasına yerleştiriyoruz. Sonra çeşme suyunda karıştırarak erittiğimiz 2 yemek kaşığı kaya tuzu ile yarım yemek kaşığı limon tuzunu zeytinlerin üzerine döküyor ve dolana kadar tekrar su ekliyoruz. Dolduktan sonra zeytinler suyun içinde basılı kalsın yüzeye çıkmasın diye üzerine havuç dilimleri ve limon dilimleri ile bastırıyoruz. En son üzerine 1 yemek kaşığı sıvı yağ ve yarım yemek kaşığı eritilmemiş kuru limon tuzu döküp ağzını kapatıp bir kenara kaldırıyoruz. 10 gün sonra zeytinlerimiz hazır hale geliyor. Denemek isteyenlere şimdiden afiyet olsun. 


Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun. 

11 Kasım 2018 Pazar

Zehirli Ot


Kapkaranlık ormanda yapayalnız gezinen mutsuz, kendisini zehirli bir ot gibi hissediyordu. Etrafında hiç kimse yoktu. Olanlar da onu sevdikleri için var değillerdi zaten. Doğduğundan beri hep dışlanan  itilen, sevilmeyen  'öteki' olmuştu. Küçükken olup bitenlere bir türlü anlam veremez, kendisinin de sevileceği günü safça beklerdi. Lakin zaman ilerledi. Ömür sermayesi tükenmeye döndü. Ardına dönüp baktığında elinde bir hiç vardı. Elini attığını kurutan zehirli bir ot gibiydi adeta. Emek verdiği ne varsa birer birer bırakıp gitmişti onu. Arkadaşları, dostları, işi, sağlığı, sevgisi, yetiştirdiği çiçekler... her ne varsa... Her ne varsa, artık yoktu. Bunca insan, bunca varlık, bunca kavram kötü olamayacağına göre; demek ki sorun bende diye düşündü. Öyle ya, niçin sevdikleri birer birer ortadan kayboluyorlardı? Herkes kötü olamazdı ya. Demek onun elinde kendisinin bu zamana dek farkedemediği bir zehir vardı. Artık buna iyiden iyiye inanmıştı. Dokunduğu her şey ve herkes ya ölüyor ya kayboluyordu. Lanetli bir varlık gibi hissetmesi boşuna değildi. Tüm bunlara rağmen, şimdiye kadar çok sevdiği/önemsediği/kalbini açtığı /derdini döktüğü/yaralarını gösterdiği her ne/kim varsa; pişmandı. Kendi beslediği samimi duyguları muhataplarında da aradığı için, onlara içini açtığı için, onlarla kendisini ACITTIĞI için; pişmandı... Hangi kapıyı çalarsan çal, hangi taraftan bakarsan bak suç bende diye düşündü. Sevmeyivereydi. Güvenmeseydi böylesine. İnanmasaydı. Jinhossi'nin lafını dinleseydi. Ama dinlemedi. 'Bir umut' dedi. Dedi durdu ya şimdi yüreğinde kırıklar, solmuş benzi, çatlamış elleri, dağınık saçları ve mutsuz suratıyla; ormanda yapayalnızdı. "Zehirli bir otum ben. Öldürecek daha neyim kaldı ki?" dedi ormanın sisleri arasında silüeti kaybolurken. Bundan sonra, yapayalnızdı...
11.11.2018/KONYA/22.26


6 Kasım 2018 Salı

Yalnızlık Zor

                       

"İçimde papatyalar açacak diye beklerken elde ettiğim hep hayal kırıklığı oldu." dedi çayından bir yudum daha alırken. "Oysa ne hayaller kurmuştum. İstediğim tek şey iyi, güzel, faydalı ve huzurlu bir ömür geçirebilmek ve bunu yaparken tatlı hatıralar biriktirebilmekti. Bir çok insan gibi olmadı bu hayattan beklentim. Yatlar, katlar, bol paralı işler, lükse boğulmuş bir yaşam istemedim. Sevmek, sevilmek ve insanlara faydalı olmaktı isteğim. Şimdi mi? Şimdi bırak insanları, kendime faydam yok ki..." dedi. Karşısındaki sessizce dinliyordu. 

"Vefa aradım. Aradıkça benden uzaklaştığını gördüm. Sevdim temiz niyetlerle. Karşılığının aynı saf niyetle değil, nefsani arzularla geldiğini gördüm. Söz verdim, sözümü tuttum. Söz aldım, boşa çıktığını gördüm. Söz emanetti oysa. Ben emanete hiç ihanet etmedim. Ancak benim emanetlerimin hep heba edildiğini gördüm."

Sakince, usulca, kırgın ama teslimiyetli bir ses tonuyla devam etti:

"İçimde papatyalar açacak diye bekledim daima. Penceremden içeri bir ışık süzülecek, gönlümdeki kırgınlık yerini neş'e'ye bırakacaktı. Olacaktı. Ama olmadı. 'Dur daha, kapatma pencerelerini' deme. Nefes varsa umut da vardır, biliyorum. Lakin çok yorgunum be! Yüreğimin kolu kanadı kırıldı. Parmağımın ucunu kıpırdatacak takatim yok gayrı. İstiyorum. Ve bekliyorum. Uyanmayı. Uyandırılmayı..."

Sözü bittiğinde karşıdakinden hala ses yoktu. Zira öylesine yalnız ve öylesine güvensiz ve öylesine kırgın ve öylesine vazgeçmişti ki artık; karşısında bir insan değil, bir ayna vardı. Bakarak konuştuğu surat kendi suratı, teselli için başını okşayan el kendi eliydi... 

"Yalnızlık zor imtihan. Rabb'im hiç bir kula tattırmasın." dedi çayından son yudumu alırken... 

06 Kasım 2018 / KONYA / 21.53


4 Kasım 2018 Pazar

Sen Nerdesin?


Hiç olmadığım kadar durgunum bugün
Kurumuş dallar gibi vurgunum bugün
Kanı çekiliyor içimin
Canı kesiliyor elimin
Dili tutuluyor sesimin
Sen nerdesin

Düştüğüm bir girdap, garip bir muamma
Alışkın değilim bu kör kuyulara

Kanı çekiliyor içimin
Canı kesiliyor elimin
Dili tutuluyor sesimin
Sen nerdesin

Hiç olmadığım kadar suskunum bugün
Soğumuş canlar gibi solgunum bugün

Kanı çekiliyor içimin
Canı kesiliyor elimin
Dili tutuluyor sesimin
Sen nerdesin

Düştüğüm bir girdap, garip bir muamma
Alışkın değilim bu kör kuyulara

Kanı çekiliyor içimin
Canı kesiliyor elimin
Dili tutuluyor sesimin
Sen nerdesin
Mustafa Cihat

Sen nerdesin? Ben burdayım. Acaba sen nerdesin?... 



2 Kasım 2018 Cuma

Mahkum Duygular


Emine Şenlikoğlu'nu yıllar evvel Konyamızda verdiği bir seminerde tanımıştım. İlginç bir hayat hikayesi var. Okul yüzü görmemiş ama okuma aşkıyla yanıp tutuştuğu için kendi kendine okuma yazma öğrenmiş. Evlerinin bahçesindeki toprağı defter, yerdeki çubukları kalem etmiş. A harfini öğrendiğinde toprağa nasıl a yazdığını heyecanla anlatmıştı. 

Bugüne kadar birkaç romanını da okumuş ve beğenmiştim. Benim okuduklarım hep yaşanmış hayat hikayelerinden oluşanlardı. Kurgusal romanları da var mıdır bilmiyorum. Mahkum Duygular kitabını ise mahalle kütüphanemizden aldım. Yazarın okuduğum ilk şiir kitabı idi. Ya da okuyamadığım diyelim :) Emeğini kesinlikle takdir ediyorum ancak bence şiir değil düz yazı yazmaya devam etmeli. Bazıları bildiğiniz konuşma cümleleri kısa kısa  mısralaştırılarak şiir gibi konulmuş. Bazıları gerçekten güzeldi. Birçoğunda ise hece ölçüsü kaçtığı için çok rahatsız oldum. Açıkçası en zor bitirdiğim kitaplardan biriydi ve hızlı okuma tekniği ile ancak bitirebildim. Ama içindeki ana fikir ve konular güzel. 

Cumanın feyzi bereketi cümleten üzerimize olsun. Yeni bir yazıda görüşmek dileğiyle. Umut hep vâr olsun. 



1 Kasım 2018 Perşembe

Umut


"Hayattaki en zor şey" demek istemiyorum. Zira en zor şey yaşadığın imtihana göre değişir. Bana göre en zor şeylerden biri beklemek. Bazen birini, bazen bir haberi, bazen aldığın bir yolun bitmesini... Umarım bütün bekleyişlerimiz daima hayırlara çıkar :) Ne derler bilirsiniz :

"Hayırlar gelsin başımıza,
İyiler çıksın karşımıza."

Amin :) 

Umut hep vâr olsun :) 



29 Ekim 2018 Pazartesi

Erisin Dağların Karı


Höyküre höyküre ağlayasım var bugün... Rahmetli Müslüm Gürses'in hayatını anlatan filmi izledim sinemada. Sen buna vakit kaybı dersin; ben ibret derim, tefekkür derim, şükür derim... 

Çocukluğumun özel seslerindendir rahmetli. Babam çok sever bolca dinlerdi. İnsanların çoğu anlamaz eleştirirdi. "bu ayyaşı mı dinliyorsunuz?", "robot kılıklı bu herifi mi dinliyorsunuz?" derlerdi. Bilirsiniz. Derleroğlugiller her şeyi derler zaten... Oysa ben her zaman şuna inanırdım; hiç kimse (eğer şizofreni gibi bir hastalığı yoksa) durduk yere kötü, şaklaban,  duygusuz vb... adına her ne derseniz ondan olmaz, yani toplumdan kabul görmeyeceği bir kimliğe bürünmez. Eğer o eleştirilecek bir haldeyse illa ki altında bir şeyler vardır. Geçmişinde bir şeyler yaşamıştır da ondan böyledir  Müslüm Gürses'in hayatının zor olduğunu, çok çektiğini biliyordum. Lakin bu kadarını tahmin dahi edemezdim. Tencerede pişmiş tavuk bile ondan daha iyi haldedir. Neler yaşamış, neler çekmiş, nelere sabretmiş meğerse bu Urfalı... Anasıyla bacısının gözleri önünde (öz babası tarafından) öldürülmesini mi anlatayım yoksa geçirdiği kazada öldü denip morga konmasını mı? Alnında hep üçgen bir kakül olurdu ya hani, işte onu kaza nedeniyle dağılmış kafasına plaka yerleştirildiği için kafasındaki deliği saklasın diye yaptığını mı anlatayım yoksa bir kulağının sağır kalmasını mı? Ölen kardeşinin cenazesinde kendisi de ufacıkken babasının yaptığı eziyeti mi anlatayım yoksa "Sen benim ciğerimsin, ciğerimi delme" dediği kalan tek kardeşi olan Ahmet'in vurularak kevgire çevrilişini mi? Neler yaşamış neler çekmiş... Ayyaş diye hor görülen adam kazadan sonra kafatasında kalan korkunç ağrılara dayanabilmek için içiyormuş meğerse. Elbette ki tasvip edilecek bir durum değil bu. Yalnız demek istediğim şu; eleştirmek kolay el atmak zordur. Önyargı kolay anlamaya çalışmak zordur. Hor görmek kolay hoş görmek zordur. Hiç kimse durduk yere öyle olmaz. Canım Urfam'ın çocuk ol(a)madan büyüyenlerinin ennn uç örneklerinden Müslüm Baba... Bunca çileye rağmen sevgi dolu, bunca çileye rağmen merhametli, bunca çileye rağmen 'baba'...
Ne demişti Ahmet Kaya:
Siz benim neler çektiğimi nerden bileceksiniz?"

Höyküre höyküre ağlayasım var bugün... Yaşadıklarına, yaşamadıklarına, yaşadıklarıma, yaşa(ya)madıklarıma... 
"Erisin dağların karı, 
Soldu gönlümün baharı, 
Ecel kapımı çalmadan, 
Sen gel ey ömrümün varı..." 

29 Ekim 2018 / KONYA / 23.50



28 Ekim 2018 Pazar

Seydişehir'de Bir Gün

Merhaba dostlar, 
Yazdan kalma günler yaşıyoruz ve bu yıl belki de piknik yapıp doğanın seyrine doyacağımız son günler bunlar. Biz de bu güzel ve güneşli pazar gününü değerlendirmek istedik. Konyamızdan yola düşüp


Seyyid Harun Veli Hazretleri'ne geldik, yani Seydişehir'e. 


Belediye caminin bahçesine bir sokak kütüphanesi koymuş. Önceki geldiklerimizde yoktu. 


Ziyaretimizden sonra Kuğulu Park'a geldik. Kuzey taraflarında oluşan yosunları izlemek insanı tefekküre sevkediyor. 

Ve parkın isminde olduğu gibi gerçekten kuğular var görülmeye değer bir su içerisinde. Ancak girişte ellerimde eşya olduğu için fotoğraf çekemedim :) 


Ve bütün ihtişamıyla Küpe Dağları karşımızda duruyor. 


Çam ağaçlarının ortasında piknik yapıyoruz. 


Kafamızı çevirdiğimiz her tarafta ayrı bir güzellik var. 


Ve yine önceki geldiklerimizde olmayan bir hizmet ile karşılaştık. Seydişehir Belediyesi'ni bu anlamda tebrik etmek istiyorum. Önceden gelenleriniz bilirler. Kuğulu Park'ın içine araç girmiyor ve giriş kapısından piknik yapılan yerlere kadar epey bir yol var. Her seferinde eşyalarımızı elimizde taşımak zorunda kalıyorduk. Oysa şimdi belediye girişe market arabaları koymuş. Her arabanın üzerinde Seydişehir Belediyesi yazıyor. Eşyalarınızı bunların içine doldurup rahatça piknik yapacağınız alana getirebiliyorsunuz. Teşekkürler Seydişehir Belediyesi :) 


Bu güzellikleri yaratıp bize bahşettiği için  Cenab-ı Hakk'a ne kadar şükretsek az. 


Bol tefekkürlü, bol istifadeli, maddi manevi huzura ve berekete ereceğimiz hayırlı günlerimiz olsun. 

Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun. 
28 Ekim 2018 / Konya Seydişehir / 13.10