30 Nisan 2013 Salı

YUMURTA RULOSU'NDAN OMLETE =) (ve dragon meyvası)

23 Nisan günü tatildi. Evde olmaktan istifade, İstanbul gezisinden yeni dönen yeğenlerim için özel bir kahvaltılık yapmak istedim. Kore dizilerinde bolca yenen yumurta rulosunun tarifi çıktı karşıma internetten. Ancak ben bunu elde olmayan nedenlerle biraz değiştirerek omlete çevirdim =) 

Yumurta rulosunda, Kore mutfağında bolca kullanılan yeşil soğan var. Ve ayrıca kuru soğan. Osmanlı mutfağında da soğanlı yumurta var ancak ben sade olarak hiç denememiştim. İlk duyuşta kulağa tuhaf gelse de, tadı bence hayli güzeldi.

İşte Kore-Türk karışık omletimin tarifi:

Malzemeler:
*3 adet yumurta
*2 Adet ince havuç
*3-4 adet yeşil soğan
*1 adet kuru soğan
*Bir miktar (göz kararı) küfsüz tuluk peyniri (yumurta rulosunda peynir olmuyor ve malzeme ölçüleri biraz farklı oluyor. Peyniri ben ekledim).
*1 tatlı kaşığı susam
*Tuz, pulbiber, karabiber
*Sıvıyağ

Yapılışı:
Yumurtaları bir kaseye kırıp tuzunu ekleyin ve bir çatalla iyice çırpın. Sonra içine yağ hariç diğer tüm malzemeleri ekleyip karıştırın. Tavaya az miktarda sıvı yağ koyup kızınca yumurtalı karışımı tavaya dökün. Her iki tarafını da çevirerek kızartın. Pişince servis edin.

Bu omletin çiğ hali

Burada ise pişen kısmı çevirdik ve diğer yüzünü pişmeye bıraktık. Ancak çevirirken ucu birazcık koptu =)

Geçenlerde ablamın beyi iş için Çin'e gitmişti. Oradan dönüşte iki farklı tropik meyva getirmiş. Birisi dragon meyvası diye geçiyormuş. Ben dışını görür görmez "aa bu meyva değil ki, Oktay Usta'nın gösterdiği turp bu" dedim. Ama içini bir kestik ki hiç de o turpa benzemiyor =) Bildiğiniz şekerli bir meyva. Dragon meyvasını ilk kez yedim ama çok beğendim. Kabuğu soyulup içi dilimleniyor ve öyle yeniyor. İşte dilimli fotoğrafları:



Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Hepinize sevgilerimle;

22 Nisan 2013 Pazartesi

Kore Dizileri (Korean Movies)


Artık günlük hayatın bir parçası haline gelen televizyon, dengeli kullanmayı bilmeyenler için büyük bir fitne aracı olurken, iyi şeyler için kullanıldığında da bir anda kitlelere ulaşan güzel bir araç. Televizyon izleyen herkesin ucundan kıyısından da olsa baktığı/gördüğü diziler var. Ve sinema filmleri. Sinema, çok sık gidemesem de benim için keyifli bir hobi. Seçerek izlemeye çalışıyorum. Ne farklı amaçları olup sanatı bir subliminal mesaj vasıtası olarak kullanan Hollywood'u seviyorum ne de taklitçilik ve saçmalıklarla dolu Türk sinemalarını. İçlerinde güzel çalışmalar yok mu? Elbette ki var. Mesela Fikret Hakan ve Selim Erdoğan'ın oynadığı Umut filmi unutulmazlarımdan. Senaryo biraz gerçek dışı olsa da, bir babanın çaresizliğini çok güzel aktarmış film. Ancak sinemada Türk filmine gitmek cesaret istiyor. İçerik genellikle ya ahlaksız oluyor ya da bir başka filmin eskizi. Örneğin 2012 yapımı olan Evim Sensin, 2004 Güney Kore yapımı olan A Moment To Remember'ın aynısı (Evim Sensin'e tabi ki gitmedim ancak giden arkadaşlar filmi  bize anlatmaya başlayınca, ilk cümleden sonra devam etmelerine gerek kalmadan ablam "sonra da şunlar oluyor değil mi?" diyerek tüm senaryoyu anlattı =) Birebir aynı senaryo yani. Bu kadar olur! ) Keşke biraz daha özgün olabilsek...

Sinemada Hint ve İran sinemasını seviyorum. Bir şey izliyorsam, ondan bişeyler öğrenmeliyim. Yoksa vaktim boşu boşuna heba olmuş oluyor. Mesela Hint sinemasından Taare Zameen Par (Yerdeki Yıldızlar), izleyince 'izlemeye geç kalmışım' dediğim filmlerden. Bir öğretmenin azmi, bir çocuğun hayata adapte oluşu... Herkesin izlemesi gereken filmlerden. Zaten Aamir Khan filmleri genelde hep güzel oluyor. Ya da İran sinemasından Güvercinin Kaybolan Kolyesi. İçinde ne hoş mesajlar var. İran sineması diğer sinemalara göre çok hareketli değil. Hatta sabırsız davranırsanız size sıkıcı bile gelebilir. Ancak sabırla ve anlamaya çalışarak izleyince verdiği güzel hayat derslerine bayılıyorsunuz.

Korelileri seviyorum {Samsung hariç =) } Belki tarihteki bağımızdan, bilemiyorum. Hep sevmişimdir Kore insanını. Ancak filmlerini ve dizilerini takip etmeye başlayınca daha da bir sever oldum. Hayatta belki en etkilendiğim filmlerden biridir A Moment To Remember. Ya da Daisy, unutulmayanlar arasındadır. Kore Dizileri ise TRT vasıtasıyla tanıyıp sevdiklerimizden. Bir çok güzel Kore dizisi var. Ancak TRT Okul'da cumartesi akşamları yayınlanan Boys Over Flowers (BOF) dizisi, benim Türk dizilerini bir kez daha sorgulamama sebep oldu. BOF'u tevafuk eseri TRT Okul'da gördüm. Çok hoşuma gidince takip etmeye başladım. Sonra orijinalini ve ilk bölümlerini de göreyim diye internetten izledim. Orijinali daha da bir harikaymış. İnternetten tüm bölümlerini izledim. Dizi, Geum Jan Di adlı liseli bir kızın başından geçenleri ve hayat mücadelesini anlatıyor. BOF dizisini izleyince bizim kanallardaki dizileri düşündüm. Niçin Kore dizilerini   bu kadar beğeniyordum? Niçin bunları görünce bir çok Türk dizisi bana boş geliyordu? Bizde de güzel diziler var elbette. Haklarını yememek lazım. Onları ayrı tutuyorum. Ama genelde bizim dizilerde iki şey var. Aşk ve entrika. Hangi kanala bakarsanız bakın bu böyle. Ya bir sevda anlatılır ve kavuşup kavuşamama etrafında döner tüm olaylar ya da aklınızın almayacağı hayret verici entrikalar dizisi vardı kurguda. Gelin-kaynana entrikaları, karı-koca entrikaları, ne ararsanız... Çoğu da toplumun ahlakını bozuyor. Dün 'vay bu ne ahlakdışılık!' dediğimiz şeylere, bugün göre göre alışır olduk malesef. Ortaokuldaki Fizik öğretmenim sürekli "bize düşünmeyi unutturdular" derdi. Böyle uyuşturulmamız da bunun bir parçasıdır belki ha ne dersiniz? Ben Kore dizilerini, işte bu yüzden seviyorum. Mutlaka onlarda da kötüler vardır. Fakat ben henüz görmedim. Benim izlediklerim ne bizdeki diziler gibi en mahrem durumların sahneye uyarlanışını içeriyordu ne de reyting için kendi tarihlerini karalayışlarını. Basitçe karşılaştırınca aklıma ilk gelen farklar:

*Kore dizileri 16-25-29 bölüm gibi olup bir sezonda bitiyor. Bizdekiler gibi uzattıkça uzatmak için yüzlerce bölüm olup da asıl senaryodan uzaklaşıp saçmalamıyorlar.
*Kore dizilerinde de bizdeki gibi aşk var, entrika var. Ama her şey dozajında. Ne reyting uğruna bir kızın başına kötü bir iş getirilip tüm senaryo onun etrafında dönüyor ne de sorunca bizdekilerin "bu sadece bir dizi" dedikleri gibi tarihlerine küfredecek senaryolar içeriyor. Yani bu gibi şeyler yapmadan da çok ciddi reyting alınıp tutan projeler yapılabiliyor demek ki.
*İçinde hep bir hayat dersi var. İnsanın dünyaya bakışını değiştiriyor adeta. Mesela ben BOF dizisinden ânı yaşamayı öğrendim. Jan Di'nin başına gelenler bir Türk dizisinde olsaydı, muhtemelen zamanının çoğunu kendine acıyarak geçirirdi. Ancak BOF'ta Jan Di karakteri başına ne gelirse gelsin ânı yaşayarak , İslam'da "geçmişin elemlerine takılma" diye anlatılan şeyi bir kez daha hatırlamama vesile oldu. Mücadele azmi vardı bu dizide. Ne yaşanırsa yaşansın hayata devam etmekten, umut etmekten ve gülümsemekten vazgeçmemek vardı.

Şu an severek takip ettiğim pazar günleri TRT1'de yayınlanan Warrior Baek Dong Soo var. Savaşçı yani. İçinde biraz kan revan var ama onu görmezden gelirseniz çok güzel dersler de var. Ben severek izliyorum.

Ben her gün ekranlarda "İyi olmak aslında enayi olmaktır" demek istercesine iyilikle enayiliğin karıştırıldığı günlük dizileri, gerçek dünyayla pek de alakası olmayan pembe aşk masallarının anlatıldığı ve izledikçe beynimizin uyuşturulduğu dizileri ya da sırf daha çok izlensin diye ahlak dışı kurguların yapıldığı dizileri, üzerimizde hakları bulunan ecdadımıza türlü iftiraların atıldığı dizileri görmekten çok ama çok sıkıldım. İçinde küfürlü sözlerin olmadığı, ahlaksız görüntülerin olmadığı, tarihin çarpıtıldığı senaryoların olmadığı ve izlediğimde bir şeyler öğreneceğim/kendimi mutlu edeceğim/zamanım boşa gitmedi diye sevineceğim şeyler izlemek istiyorum artık. Televizyon ile ne kadar az zaman harcarsak o kadar iyi. Ama ille de bişeyler izleyeceksek, bize empoze edilen beyin uyuşturucu saçmalıklar yerine, internetin nimetlerinden faydalanarak kendi ekranımızı oluşturmaya ne dersiniz?

Hepinize sevgilerimle;

4 Nisan 2013 Perşembe

yüreğindeki yıldızları görecek olan


Beklemek güzeldir Abdullah. Olmuş olmak için olmasındansa, hakikaten olacağı zamana kadar beklemek iyidir. Gün doğumunu beklersin gecenin en zifirinde. Elinde bir bardak çay, fonda Selçuk Balcı'dan Dağlarun Kari Yetmez, etrafta karanlık... Ve fakat tüm bunlara rağmen, yüreğinde ışıl ışıl yıldızlar... İşte sen, yüreğindeki o yıldızları gören biri gelene dek bekleyeceksin. Öyle bir yâri olmalı ki insanın, gecenin en karanlığında bile senin yüreğindeki yıldızları görebilsin. Ve o yıldızların ışığı ile aydınlanabilsin en karanlık anlarda dahi...

Beklemek güzeldir elbet. Lakin neyi beklediğine göre şekillenir hayatın. Ahde vefayı bekleme Abdullah. Zamanın yitik bir hazinesidir ahde vefa. Sevmeyi sev, ama sevilmeyi beklemeden. Sevilmeden sevebilmektedir ulvilik. Vefalı olmayı sev, ama vefayı beklemeden. Vefasızlıklar içinde vefalı olabilmektedir asalet. "Arama vefayı, bulması gerekiyorsa o sana gelir." Beklemeyi sev ve yüreğindeki yıldızları fark edecek sevdiceği bekle. Lakin bu bekleyiş esnasında, senin sevdaya olan inancını kırmak için çalışacak bedhahlar da olacaktır. Onlara takılma Abdullah. Sen sev. Yeter ki sev tertemiz bir yürekle. İnsanları, yaşamayı, Canım Urfam'ı, kainatı, simsiyah bir Halfeti gülünü ve Yaradan'ı sev... Tertemiz bir yürekle sevmekten zarar gelmez kimseye. Sevdaya olan inancını kıracak taş gönüllülere rast gelirsen bir gün, yanlarında nefeslenecek kadar bile kalma. İşte bir tek onları sevme Abdullah. Bırak onları hangi rüzgar alırsa alsın. Sen yeter ki kalma yanlarında. Kalma ki senin yüreğin de onlarınkine benzemesin. İncitip de gülme kimseyi. Aldatıp da kandırma kendini. Sevdalukta aldatan kendini aldatmıştır aslında. İşte bir tek böyle kimseleri görürsen kaç. Hemen uzaklaş yanlarından. Seni görünce onların taşlaşmış kalplerinde bir kıpırtı oluyorsa eğer, senin yüreğindeki yıldızların ışığı onlara ulaşmış demektir. O vakit bu kıpırtı yolunu bulup o taştan kalbi eritecek ve sıcacık bir gönle çevirecektir. Sen orada olsan da olmasan da... Sen ardına bakmadan devam et sevmek yolculuğuna. 

Muhteşem dalgalar çıkacaktır karşına sevmek yolculuğunda. İlk bakışta gönlünün içini titretir bu dalgalar. Hayran kalırsın onlara. Belki kıyıya vururken çıkardıkları sesedir hayranlığın, belki sürükledikleri yosunlarla beraber kıyıya taşıdıkları o enfes kokuyadır; bilinmez. Ancak her dalga göründüğü gibi muhteşem olmayabilir. Surete sakın ola aldanmayasın Abdullah. Zaten hep bundan değil midir sana yüreğindeki yıldızları görecek sevdiceği bekle deyişim. Dalga durulur bir gün. O enfes kokusu da gider, çıkardığı o ses de gider. Dalgada baki kalacak tek şey, yüreğinde taşıdığı yıldızlardır, varsa eğer. Karşına öyle bir dalga gelmeli ki, içi senin gibi ışıl ışıl olsun her daim. Beslediği şey güzelliği/vitrini/görünümü değil; sadece ve sadece yüreğinin aydınlığı olsun. Çünkü yalnızca aydınlık yürekli dalgalar incitmezler Abdullah. Yalnız onlar bilir hakiki sevginin ne demek olduğunu. Ve işte bu yüzdendir ki, sen de seveceksin; beklemeyi, o dalga sana gelene dek kıyıda beklemeyi seveceksin...

Öyle bir yarin olmalı ki, yüreğindeki yıldızları görebilsin...

04 Nisan 2013 / KONYA / 16.07



(Resim internettendir).