Aslan Baba Türbesini ziyaret etmek için yol kenarına iliştirilen tabeladan içeri döndük. Uzaktan görünen bir yeşil kubbe vardı. Burası olsa gerek diye düşünüp oraya gittik ama varınca gördük ki o kubbe köyün camisinin kubbesiymiş. Etrafta türbe filan yoktu. Caminin dibindeki evden küçük bir kız çocuğu geldi. Çocuğa şeker, toka filan verdik. Adı Fatma. Türbenin yerini sorduk. Türbe köyün çıkışındaymış. Çok şirin bir kızdı. Onunla fotoğraf da çekindim. Namaz kılacaktık ama cami kilitliydi. İmam kilitliyormuş Namaz vakitleri dışında. Fatma eve gidip geldi, "sizi çaya davet ediyorlar" dedi. Tamam deyip eve yöneldik. Evin kayınvalidesi Türkçe' yi anlıyor ama konuşamıyordu. Arapça konuşuyordu. Bize "siz Kuran okumasını bilmiyor musunuz?" dedi. Bildiğimizi duyunca da "o zaman neden Arapça'yı bilmiyorsunuz?" dedi. O kadar utandım ki. Biz Kutsal Kitabımız'ın indirildiği dili bilmiyoruz ne yazık ki:( Çay içilirken Fatma' nın yengesi ile sohbet ediyorduk. Kayınvalidesi bizi çaya davet etmelerini söylemiş. Gelin de "Çağırmayalım. Biz köylüyüz. Gelmezler. Belki bizim pişirdiğimizi yeyip içmezler." demiş. Olur mu hiç öyle şey! Ama kadıncağız kim bilir ne muamele gördü ki böyle düşünmüş. Hepsi de çok tatlı insanlardı. Çok sıcaklar. Bir görseniz misafir rahat etsin diye nasıl çabaladılar. Sırtımıza yastık koyarlar, altımıza minder sererler... Bu olayda şöyle düşündüm. Dinimiz davete icabet edilmesini söylüyor. Eğer bu kaideyi bilmesek, yolumuzdan filan kalmayalım diye girmesek o eve; ne kadar üzülecekti o genç gelin. "Ben demiştim" diye düşünecekti. Sonra bize neden orada olduğumuzu sordular. Urfa'yı sevdiğimizi ve gezmek için geldiğimizi söyledik. Çok şaşırdılar. "Biz olsak bu kadar yolu sırf gezmek için çekmeyiz" dediler. Ama insan tutku sahibi olunca yol filan vız geliyor işte. Ahh Urfam, seni ne çok seviyorum bi bilsen. Her yerde yemek yiyor, su içiyorum. Ama sendeki daha kıymetli. Çünkü senin bağrından çıkıp benim kanıma karışıyor. Her yerde ev var ama sendeki daha kısmetli. Çünkü yıllarca taşı toprağı sende durmuş o evin. Allah ayırmasın ikimizi.Çok güzel vakitler geçirdik onlarda. Ayrılırken tüm bayanları tek tek öptüm, farklı olmadığımızı hissetsinler diye. Fatma' yı yanımıza verdiler, türbeye kadar eşlik etti bize. Yolu tarif etti. Ziyaretten sonra dönerken onu da evine bıraktık.Sonra adı viran kendi viran olmayan Viranşehir'e girdik. Pazar kuruluymuş o gün. Dar yollarda pazarcılar, alışveriş edenler, ve arabayla biz:) Ne maceraydı ama. Allah'tan babam iyi şoför de (maşaAllah) kazasız belasız atlattık hamd olsun. Tarihi Paşa Konağı' na gittik. Şimdi kütüphaneye çevrilmiş. Süper bir bina. Miss gibi tarih kokuyor. Görevli izin verdi içeriyi de gezdik. Kitap okumaya gelen çocuklara şeker verdik. Vedalaşıp ayrıldığımızda vakit gruba dönüyordu. Viranşehir'de gezilecek çok yer olmasına rağmen dikmelerden birine gidebildik ancak. Ve Urfam yollarına döndük. Akşam Urfalı bir tanıdığımıza davetliydik. Yemekte içli köfte, dolmalı köfte, lahmacun, mercimek çorbası, salata ve ayran vardı. Yemek önü ve sonu sohbetleri ise müthişti yine. Gittiğimiz evin hanımı tam Urfalıca konuşuyor. Bazıları kendisini eleştirip "çok kabasın" diyorlarmış. Ne alakası var! Ahh bu insanlar. O kızcağızdaki insanlık, hanımlık kaç kişiye bedel. Ayrıca şivesi o. Bu kabalık değil ki. Hatta bence güzel bile:) Ben o şiveyi öğrenebilmek için aldığım kitaplardan evde ders çalışıyorum. Bunlar hazırdan biliyorlar, ne güzel:) Güzel bir akşamın sonunda vedalaşıp misafirhaneye döndük. Diğer maceralarımızdan bir sonraki yazıda bahsedeyim İnşaAllah.
Yeni bir yazıda buluşmak ümidiyle hepinize mutlu günler dilerim.
(İlk yayın Tarihi 27.12.2008)
(İlk yayın Tarihi 27.12.2008)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hayatın kendisi bir yorumdur aslında. Özgün ol, kendi hikayeni yaşa.
Yorumlarınızla mutlu oluyorum. Hepinize teşekkürler.