21 Mart 2011 Pazartesi

MARAŞ TARHANASI VE PRATİK ÖTESİ BİR KURABİYE =)

Doğu&Güney Doğu mutfağına merakım malum. Aylar evvel Maraş tarhanası almıştım. Tuzlu yemem yasak diye denemek de nasip olmamıştı. Şimdilerde çok nadir de olsa az tuzlu bir iki kaçamak yapmaya başladım =) Bu tarhanayı da Sevgili Mihriban'ın tarifiyle denedim. Güzel oldu ancak bizim alışık olmadığımız bir tat olduğu için oldukça ekşi geldi. Annem ve babam pek içemediler =) Sonradan Elazığlı bir teyzeden öğrendim ki; Maraş ve Elazığ tarhanası ekşi olurmuş. Eğer sen o ekşiliğiyle yemek istemezsen pişirirken içine biraz suda ezilmiş yoğurt eklermişsin. Ben bunu bilmeyince ekleyememiştim tabi. Nasipse sırada denenmeyi bekleyen Elazığ tarhanası var. Ona eklerim artık inşaAllah. Maraş ve Elazığ tarhanası hakkında bildiklerinizi paylaşırsanız çok memnun olurum.

YAPILIŞI:

Bir miktar tarhanayı üzerini geçecek kadar suya ıslatın. Yumuşayınca kısık ateşte iyice ezilene kadar pişirin. Zaten kağıt gibi incecik olduğundan çabuk pişiyor. Bu esnada el blendırı ile çekin. El blendırınız yoksa normal robottan geçirip tekrar tencereye alabilirsiniz. Sonra içine bir diş ezilmiş sarımsak ekleyin. Ben 2-3 diş ekledim. Ve haşlanmış nohut ekleyin. Bir taşım daha kaynatıp ocaktan alın. Bir tavada tereyağını eritin ve içine nane ekleyin. Çorbanızın üstüne döküp servis edin.

PRATİK KURABİYE

Bu kurabiyeye ne desem bilemiyorum =) İyi ki tarifi karşıma çıkmış. Cumartesi gelecek misafirlerime yapmak için pratik bir kurabiye tarifi ararken internette bu arife rastladım. Ekleyenden Allah razı olsun. Misafirlerime içinde ne olduğunu söylemeden önce tahmin etmelerini istedim. Kimi fındıklı dedi kimi tahinli. Ama hiç biri değildi. Tarifi okuyunca çok şaşıracaksınız eminim =) Resimler akşama yakın çekildiğinden renk farkı var biraz. Kurabiyenin tadı bildiğimiz un kurabiyesi gibiydi. Denemenizi kesinlikle tavsiye ederim.

İşte tarifi:

Bir poşet (dikkatinizi çekerim, paket değil poşet) krem şantiyi, bir su bardağı sıvı yağ ile çırpın. Ben Afia Gıda şanti kullandım. Sonra üç su bardağı un ekleyip yoğurun. Şekillendirip yağlanmış tepsiye dizin. 175-200 derecede üzeri çatlayana dek yaklaşık 20 dk pişirin. İşte hepsi bu =)

Tarifin orijinalinde ılıdıktan sonra üstüne pudra şekeri serpiliyordu ama ben tadına bakıp da şeker miktarını yeterli bulunca serpmedim. Bir de tepsiden ılımadan çıkarmayın sakın, dağılır. Şekil vermek için ise önce kısır gibi sıktım elimde. Sonra hafif hafif yuvarladım. Böylece dağılmadan kolayca şekillendi. Denemek isteyenlere şimdiden afiyet olsun.


6 Mart 2011 Pazar

TAHİR HOCAMIZ'I UĞURLADIK

Sevgili memleketim Konyamız'ın manevi büyüklerinden Tahir Büyükkörükçü Hocamız'ı bugün defnettik. Elhamdülİllah bana da nasip oldu cenazesinde bulunabilmek. Böyle müstesna bir insanın vefat zamanında hayatta isem, o manevi havadan yararlanmak istedim ve evde kalmadım.

Adeta mahşeri bir kalabalık vardı. 500.000 insan varmış, öyle dediler. Tüm tramwaylarda "Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi'nin cenazesine gider" yazıyordu. Her biri de tıklım tıklımdı zaten. Tüm Konya akın akın Hocasına son görevine gidiyordu ve vasıtalar Alaaddin durağında bomboş oluyordu. Alaaddin'den yürüyerek namazın kılınacağı Kapu Camisi'ne gitmeye çalıştık ancak ne mümkün. Hocamız'ın onlarca yıl vaazlarını verdiği bu camide kılınacaktı namaz. Ve camiye gidişteki ara sokaklar dahi dolmuştu. O kalabalığı size tasvir edemem. Ben Hocamız'ı salın üzerinde görmek, son defa bakmak istedim. Ancak varılacak gibi değildi. Nihayet Üçler Mezarlığı'na gittim. Rahmetli Hacı Veyis Zade Hocamız'ın civarında defin yeri hazırlamışlar. Mezarlıkta da bir sürü insan vardı. Bayanların yanına geçip beklemeye koyuldum. Vakit ilerledikçe kalabalık arttı. Konyamız'ı bilenler; Kapu Camisi ile Üçler Mezarlığı'nın arasını bilirler. Yürüyerek beş altı dakikada varırsınız. Ancak Hocamız'ın naaşının mezarlığa ulaşması yaklaşık üç saati buldu. Konyamız yakın tarihte, Hacı Veyis Zade Mustafa Efendi Rahmetli'den sonra, ilk defa böyle bir defin merasimi gördü. Böyle mahşeri bir kalabalık...

Cenaze namazını oğlu Abdurrahman Büyükkörükçü kıldırdı. Abdurrahman Hocamız da her çarşamba akşamı Kon TV'de İrfan Mektebi adlı bir program yapıyor. Kon TV uydudan da çıkıyor ve internetten de yayın yapıyor. Takip etmenizi tavsiye ederim. Tahir Hocamız'ın vaazlarını da muhakkak dinleyin inşaAllah.

Tahir Hocamız bunca senedir Konyamız'ı irşad ederdi. Ben daha bir kere dahi elinde bir kağıt, bir kitap, bir not görmedim. Hitabeti öyle kuvvetli idi ki. Bilgisi çok derindi. Doğaçlama konuşurdu vaazlarında. Hızır Aleyhisselam'ı, Ladikli Hacı Ahmed Ağa Hazretleri'ni, Konyamız'ın manevî mimarlarından Hacı Veyis Zade Mustafa Efendi'yi, rahmetli büyüğümüz Ali Ulvi Kurucu'yu görmüş bir insandı. Allah (celle celaluHu) ve RasulUllah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) aşkı ile dolu idi. Biz O'ndan razıydık. Allah da razı olsun. Duası üzerimizden eksik olmasın. Ben Konyalı bir kardeşiniz olarak Hocamız'ın vefatında bizleri yalnız bırakmayan ve gerek il dışından gerekse yurt dışından gelen tüm insanlara şahsım adına teşekkür ediyorum. Bloglarında haberlerini paylaşan ve gelemese dahi uzaklardan dualarını gönderen kardeşlerimizden de Allah razı olsun. Cümlemizin başı sağolsun.

Hocamız'ı bilhassa her vaazında söylediği şu sözleri ile hatırlayacağım:

*Mevlam cümlemizi; Hakk'ı hak bilip Hakk'a ittiba, batılı batıl bilip batıldan ictinap eyleye.

*'Muhterem Müslümanlar, Mevlam cümlemize kelimeyi tayyibeyi münciyeyi mübarekesi ile çene kapamayı nasib-i müyesser eyleye. Buyrun aşk ile Eşhedüen La İlahe İllallah Ve Eşhedü Enne Muhammeden Abduhu ve Rasuluhu.' dedikten sonra 'aşk ile bir dahi', 'aşk ile bir dahi' der ve tüm cemaate üç defa Kelime-i Şahadet getirtirdi. Allah gani gani rahmet eylesin.

Sizleri Hocamız'ın, oğlunun ve cenaze töreninin fotoğrafları ile başbaşa bırakıyorum. Dualarınızı eksik etmeyin, rica ederim.









4 Mart 2011 Cuma

HASAN



"Konuş Hasan, dök içini" dedi adam.

"Ne konuşayım? Bende dökecek iç mi kaldı ki?" dedi Hasan.

Dünyanın bütün dertleri onun omuzlarındaydı adeta. Böyle anlat deyince de anlatılmıyordu ki. Hangi birinden başlayacaktı? Otuzunu devirmiş, okulunu bitirmiş, askerliğini yapmıştı. Ama buna rağmen düzenli bir hayat kuramamıştı kendine. Rüzgara katılıp Akyokuş'tan Konya üstüne uçan bir yaprak gibiydi. Yorgun gönlü artık öylesine hassaslaşmıştı ki, kırılması için bir türküde geçen öylesine bir sözü işitmek bile yeterli olabiliyordu. Uykusuz gecelerini sayamıyordu artık. Uyuyabildiği geceleri saymak daha kolaydı.

Akranları hanımıyla çocuğuyla gezerken, Hasan hala bir aile kuramamıştı kendine. Kuşların cıvıldadığı, toprağın yeniden dirildiği, sevinçle koşuşan çocukların etrafı sardığı günlerde; o bankta yalnız oturur ve insanların mutluluğunu uzaktan seyrederek mutlu olmaya çalışırdı. Zihninde hep aynı söz:

"Ben ne zaman? Ben ne zaman?..."

Tüm bunlar yetmezmiş gibi işinde de sorunlar yaşamaya başlamıştı. Arkasından kuyu kazanlar, üç günlük dünyada fırıldak çevirenler... İşini kaybetmek üzereydi. Zaman zaman "tüm dünya mı bana karşı acaba?" diye düşünüyor, kendisini dışlanmış gibi hissediyordu.

Evdeki durumu da ayrı bir sıkıntıydı zaten. Aile büyüklerinden bakmak mecburiyetinde olduğu dırdırı eksik olmayan huysuz bir ihtiyar, Hasan'ın iç dünyasında kopan fırtınalardan habersiz bir çift ebeveyn ve duvarları üstüne üstüne gelen soğuk bir ev...

"Kankardeşim" diye iç geçirdi. O da gurbet ellerdeydi şimdi. Hasan'la görüşemeyecği kadar uzak iklimlerde. İki gardaşın gönlünden gönlüne akan bir muhabbet/huzur var ise de, insan zaman zaman sesini de duymak istiyordu. Nefesinin sıcaklığını, sırtının yıkılmazlığını yanında hissetmek...Ama olmuyordu işte. Şartlar el vermiyordu.

Tüm bunlara, en yakın arkadaşının istemediği biriyle evlendirilmeye çalışılması eklenince, dilindeki susuş kadar bedeninden isyan fırladı. Sessiz sedasız bir isyan. Uykusunu yitirmiş, uçuklara gark olmuş, sebepsiz zamanlarda burnunun kanayacağı kadar bir isyan... Arkadaşının mutsuz olmasından çok korkuyordu. Ama elinden de bir şey gelmiyordu. "Mümkün olsa" diye düşündü, "Mümkün olsa elime sihirli bir değnek alıp tüm bu tatsızlıklara bir son verirdim". Ama biliyordu, imtihandı hepsi. Elsiz, dilsiz ve gönülsüz olarak atlatması gereken bir imtihanlar bütünü...

Ah be Hasan, sen şimdi beni duymazsın/görmezsin ama; bilirim ne hâlde olduğunu. Zordur kırılmadan kırmamak, bilirim. Hasret zordur. Anlaşılmamak zordur. Çaresizlik zordur. Dilini sıkmak isyan etmesin diye, zordur. 30 yaşının taze bedeninde bunca yükü çekmek zordur. Kaldırılması imkansız bir koliyi yüklenmiş gibisin. Yangın yeridir şimdi yüreğin; külleri çoktan soğumuş... "Anlat" diyenlere anlatamasan da, ben gözünün pusundan anlarım içinde kopanları. "Nereden nereye kaçayım?" dersin. İçin de gittiğin her yere senle birlikte gelmektedir ya, kaçışı yoktur bu durumun. Haykırmak istersin dağlara bakıp. Sesin kısılana kadar bağırmak. Kimsenin seni anlamadığını düşünürsün. Darlanır yüreğin, bunalırsın. Ne anlatabilmektesindir ne de rahatlayabilmekte. Ama sen yine de, her şeye rağmen yeşeren bir çiçeksin. Sıkışmış taşların arasından inadına doğan, doğarken yıpratılmış bir çiçek... Ele vermezsin hüznünü. Dile vermezsin sırrını. Tüm hamuşluğun da bundan değil midir zaten... Sen, yüreği bir türlü gülmeyen....



2 Mart 2011 Çarşamba

"Arkadaşlar "dava açıyoruz" herkes bunu okusun, lütfen sayfasında paylaşsın"

Hobibox adlı blogda rastladığım bir yazıyı yayınlıyorum. Lütfen sizler de belirtilen yazıya yorum bırakın. Ne kadar çok ses, o kadar çabuk sonuç inşaAllah.


Arkadaşlar biliyorsunuz iki gündür herkes bu yasakla yatıp kalkıyor. Bildiğimiz gibi bu sorunlar daha öncede yaşanmış, ve bundan sonrada yaşanacak. Tabi bizler bir şeyler yapmazsak. Ne yazık ki, Ülkemizde ki hukuk süreci her ne kadar "Adalate güvenimiz tam" ışığında ilerlese de maalesef, insiyatifler güçlerin ve orantısız güçlerin elinde olduğu sürece haklı ve haksız durumlar ortaya çıkabiliyor. Bizim elbet Adalete ve mahkemelere güvenimiz sonsuz, kararlara saygımız ivedidir. Ancak şu anda yaşadığımız sorunu haksızlığı, sineye çekip, kabul etmemiz kabul edilir durum değildir. Milyonlarca insanın mağduriyeti söz konusudur.


Burada asıl olanda illa bloglarda paylaşmamız, konuşmamız değil, aslolan, emeğin, hakkın ve en önemlisi özgürlüğün çiğnenmesi ve yok edilmeye çalışılmasıdır. Digitürk veya başka bir kurum elbet davalarında haklı olabilirler, bunun için sonuna kadar onların yanındayız. Ancak yapılan eylem ve düşünülen niyet çok acıdır. Yani "biz bu kişiyi/kişileri engelleriz ama bu şekilde daha başkaları çıkacak, onları da şimdiden emsal olması açısından, toptan kapattıralım" düşüncesi son derece zalimce bir haksızlıktır. Yoksa kimse "blog olmadan yaşayamam" derdinde değil, bizler bir şekilde birbirimizi bulur, düşüncelerimizi bir şekilde paylaşır, el emeği göz nuru çalışmaları, değer bulacak başka bir platformda sunarız.


Bu yüzden, artık diken üstünde olan bizlerin, her üç dört ayda bir, aman kapandı aman kapatılacak aman engellendi korkusuyla, yaşamak istemiyoruz. İstiyoruz ki, suçlu her kimse "sadece o" çeksin, hata yapan cezalandırılsın. Onun için, bizde Diyarbakır 5.Asliye Ceza Mahkemesine itiraz ve emsal olması amaçlı dava açıcaz. Yani istiyoruz ki, çıkacak kararla, artık, sadece bireysel suçlular ceza alıcak, "bu karara göre, bütün yayın sahiplerini kapatamayız" diyebilmeli bu adalet. İşte bu yüzden, benim nezdimde yazılacak olan bu itiraz dilekçesine ek olarak, diğer mağdurların, yani sizlerin düşüncelerinizi, tepkilerinizi belirten "yorumlar" çok önemli. Bunlar yazıcıya dökülerek, ek belge olarak dosyaya ilave edilecektir. Bunda çekinecek, korkulacak hiç bir şey yok, sadece hak aramak hakkımıza sahip çıkmak için bunu yapıcaz, yoksa amacımız adalete engel olmak değil, adaleti sağlanmasına destek olmaktır.


Bu konuda bize öncü olacak, bu işi üstlenecek arkadaşımız, daha önceden de sitesini duyurduğum, İzmirli Avukat Sayın Tülay Pordoğan Oral 'dır. Kendisiyle uzunca bir görüşmemiz sonucunda, davamızda haklı olduğumuzu, bir hukukçu olarak böyle bir kararın haksız olduğunu dile getirip, kendisinin de elinden gelen herşeyi hukuki çerçeveler içinde yasal ve doğru bir yol izleyerek, bizlere yardım edeceğini açıkladı.


Bu amaçta yapılan çok büyük tepkiler ve destekler var, ama ne yazıkki facebook taki beğenilen gruplar, resmi içeriği kabul olmuyor, bu toplumsal dayanışma için çok güzel, ama yazılı olabilecek, tepki ve belge için bunu gerekli buluyoruz. Hukuki anlamda elimizde belge olmalı, yoksa bir bölünme yaşamak amaç değil. Kimsede bireysel kahramanlık ve reklam peşinde değil.


ŞİMDİ YAPMAMIZ GEREKEN, BİR ÖNCEKİ YAZIMA "YORUM" OLARAK MUTLAKA TEPKİNİZİ DÜŞÜNCENİZİ BELİRTMEK. LÜTFEN BUNU MÜMKÜN OLDUĞU KADAR ANLAYIN, ANLATIN, PAYLAŞIN. ÇOĞUNLUĞUN SESİ HER ZAMAN "AKLIN YOLUNA" GÖTÜRÜR. tEKRAR BELİRTİYORUZ, AMACIMIZ ADALETE ENGEL OLMAK DEĞİL, ADALETİ SAĞLANMASINA YARDIMCI OLMAKTIR. BU YAZI VE DÜŞÜNCE SAHİPLERİ, KESİNLİKLE HİÇ BİR KURUMA/KURUMLARA KARŞI DEĞİL BİLAKİS, SUÇU İŞLEYENLERİN KARŞISINDADIR. ANCAK, BİZLERDE MAĞDUR OLDUĞUMUZU BELİRTEREK HAKKIMIZI ARAMAK İSTİYORUZ.


Daha ilk günden 100 imzaya, ulaşıyoruz, amaç üç günde binleri aşmak, haydi gayret


Bu yazı sadece bilgilendirme ve haber verme amaçlıdır, o yüzden yoruma kapatıyorum. Ama bir önceki yazıma mutlaka yorumunuzu bırakın, ve bunu bütün sosyal paylaşımlarda duyurun.

BLOĞUMA DOKUNMA!!!


Dün gece kendi bloğum da dahil hiç bir bloğu açamayınca ve ekranda "mahkeme kararıyla kapatılmıştır" yazısını görünce şok oldum. Suç işleyen bir adres var ise, mantıklı olan sadece o adresi cezalandırmak değil midir? Bunca yıldır emek veriyoruz. Yazık günah değil mi bizim emeklerimize? Suçu olmayan insanların sayfalarında "mahkeme kararıyla" diye bir yazının çıkması gerçekten çok çirkin.

Bu sabah bir arkadaşımın bilgilendirmesi sonucu dns ayarlarını değiştirince, elhamdülİllah yeniden açıldı. Eğer yapmak isterseniz yeğlenen dns sunucusunu 4.2.2.5 ve diğer dns sunucusunu 4.2.2.6 yaparsanız sorun çözülüyor. Nasıl yapılacağı burada ayrıntılı olarak anlatılmış.

Ben yazılarımı baştan beri urfatutkunu.blogcu.com adresine de ekliyordum zaten. Şimdi garanti olsun diye içe aktarma yöntemiyle urfatutkunu.wordpress.com adresine de ekledim. Umarım bu haksız uygulamaya bir an önce son verilir de bloglarımıza kavuşuruz bir an evvel. Sevgimle.