19 Aralık 2012 Çarşamba

Kıyamet Senaryoları


Maya Takvimi diye bir şeyden bahsediliyor biliyorsunuz. Onların inanışına göre 21 Aralık 2012'de kıyamet kopacakmış. Hatta iki yıl önce bu konuda bir film bile yapılmıştı. ABD hükumeti gizlice bir yat yapıyor ve çok yüksek miktarda para verenleri bu yata alıyordu. Sonra beklenen günde kıyamet kopuyor, dünya helak oluyor ve sadece bu yata binenler kurtuluyorlardı =) Ne yazık ki şimdi de her gün haberlerde kıyametten korunmak için yapılan sığınakları izliyoruz. Bu noktada İslam Dini'nin güzelliğini bir kez daha görmüş oluyoruz. İman etmemiş ya da batıl inançlara inanmış kimselerin böyle kaygılar yaşaması normal elbette. İnsan bu durumları gördükçe yadırgamıyor, ancak üzülüyor. "Bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı". Ancak bana en ilginç gelen tarafı, ülkemizdeki bazı insanların bu safsatalara inanıp korunma tedbirleri almaya kalkışması. Bizim inancımıza göre kıyametin bazı alametleri vardır. Misal zamanın su gibi akıp geçmesi, hani son yıllarda çokça yaşadığımız. Ama bu alametlerin hepsi henüz çıkmadı. Birincisi bu. İkincisi her Müslüman bilir ki eğer kıyamet kopuyorsa, tek bir canlı bile sağ kurtulamaz. Kıyamet demek, dünya hayatının sonlanması demektir. Artık herkes ahirete irtihal eder ve oradaki yeni hayatımız başlar. Mayaların tezine göre 21 Aralık'taki kıyametten :) sadece İzmir'in Şirince Köyü'nde bulunanlar ve yurt dışında bir yerde bulunanlar kurtulacakmış. Ve ülkemizden bazı ünlülerin buradan kendilerine yer ayırttıklarını haberlerden her gün öğreniyoruz. Üstelik onbinlerce dolarlık fiyatlardan bahsediliyor. Arkadaşlar, adına ister kıyamet deyin ister afet, Cenab-ı Hak bir afatı verince kim kurtulabilir? Filan yere sığınanlar kurtulacak gibi bir safsataya ancak gülünür. Hazreti Nuh'un oğlu Allah'a (celle celaluHu) iman etmemişti ve ben yüksek dağların üzerine çıkıp kurtulurum tufandan demişti. Ne oldu? İstediğin en yüksek dağa çık, Allah'ın afatı geldiyse kim nereye kaçabilir ki? Rabb'im afetle imtihan etmesin hiç birimizi. Ben aramızda bunlara inanan cahillerin bu denli çok olduğunu hakikaten bilmezdim. Bu kıyamet senaryolarına inanan yabancıları hoş görebiliyorum. İslam'ı bilmeyen birisi buna inanabilir. Ancak Müslüman'ım diyen bir kimse buna inanıyorsa orada bir sorun var demektir. Bu kimseler için üzüleyim mi bu durumlarına şaşırayım mı bilemedim.

İnanan o gün kıyametin kopacağına inanıyor. Biz de cumartesi için misafir kabul ettik =) Kimileri hayatını bir vehimle karartıp korku ve endişeden çekilmez hale getirirken, kimileriyse hayatına normal seyrinde devam ediyor. Bu Maya senaryosu belki bir bakıma iyi oldu. İnsan hayatı ve çevreyi sorguluyor. Etrafındakilerin nasıl insanlar olduğunu daha iyi anlıyor. İmanın nasıl sükunet verici bir güç olduğunu daha iyi görüyor insan örneklere baktıkça.

Şirince'ye sığınıp kıyametten kurtulacağını zanneden aramızdaki cahillere sesleniyorum. Eğer inandığınız kıyametse, ondan hiç kimse zaten kurtulamaz-kurtulamayacak. Eğer inandığınız bir afet olacağı ise, afetten de bir köye değil ancak ve ancak Allah'a sığınılır. Nüfusu 350 olan Şirince'de o gün 60.000 kişi bulunacakmış. Korunayım derken asıl afatın içine siz düşmüş olmayın sakın =)))

Hepinize sevgilerimle. Umut hep vâr olsun.

6 Aralık 2012 Perşembe

tedirgin bir yazı

Merhaba Abdullah,

Biliyorum, uzun zamandır yazmadım sana. Ne desen haklısın belki. Lakin yorgunum ve "içimde ölen biri var". Her şeye rağmen hala "içimdeki tedirgin çocuk" harekete geçmek istiyor. Ben de ona izin vermek istiyorum. Dinlenmek, arınmak ve o çocukla birlikte büyümek istiyorum.

Koşturarak yaşamak bana göre değil. Ruhuma nefeslenecek zamanlar kalmalı. Gecenin simsiyah aydınlığında limonlu şekersiz çay eşliğinde ağlayan bir gönül, yalnızlık şerbetiyle güç bulup dupduru dualarla arınmak ister. Gecenin karanlık olduğunu söylüyorlar insanlar. Öyle midir hakikaten? Yüreğin ışıldıyorsa gece sana karanlık değildir ki. Yahut ömrün karanlıksa gün sana aydınlık mıdır? 

Bilemedim Abdullah. Yürek yorgunluktan nasıl silkelenir bilemedim. Özlemek nedir diye sorarsan, onu tüm benliğimle biliyorum işte. Üç yıldır gözümün bebeğinden ayrı kalmışım. İnsan ömründe üç koca yıl! Özlemek nedir diyorsun hemi? Her şeyden önce şükretmektir. Özleyecek bir değerin olduğuna şükretmek. Sonra böyle buruk-kekremsi bir tattır ağzının tam orta yerinde. Ne yapsan kaybolmayan, asla seni terk etmeyen tatsız bir tat. Ruhunda ince bir sızı vardır ki, avcının namlusundan çıkan bir merminin göğsüne battığı ceylandaki sızıyla aynıdır. Kokusunu duymak istersin, duyamazsın. Sürmeli gözlerini görmek istersin, göremezsin. Bir hayali vardır elinde. Hayali hep gözlerinin önündedir. Hayali hep seninledir.

Haykırmak istersin sonra Akyokuş'a çıkıp tüm Konya'ya:

"Oy benim canımın içindeki merhem, oy benim yüreğimin ta kendisi! Sürmeli gözlerine hayran olduğum Urfam! Nasıl seviyorum seni bilemezsin. Özlemin nasıl kavuruyor bilemezsin..."

He ya, nereden bilsin ki Abdullah? Urfam hiç Urfa'ya hasret kalmış mı ki bilecek? Lakin yine de anlar O beni. Ruhumdaki en derin sızı bile onun buğulu gözlerine bir kez bakınca geçmiyor mu? Nasıl değişik bir duygudur bu! Konya'nın gözlerinin içine bakıp "Sen aşkımsın, O tutkum" demek nasıl değişiktir! Vallahi öyledir. İkisi de gözümün bebeğidir. Lakin hasret çok fena yakıyor beeh! Yok mu bana bir kurtuluş yolu?

Yorgun, sevdalı ve tedirgin birini görürsen, işte o benim Abdullah; bilesin...

06 Aralık 2012 / KONYA / 17.05