27 Haziran 2011 Pazartesi

OKSİTLENMİŞ CÜMLELER

Geçenlerde Oksitlenmiş Cümleler bloğuna davet edildim. Ve geçen hafta ilk yazımla bloğa dahil oldum ben de =) İnşaAllah hayırlı olur. İşte blogdaki ilk yazım:

MERHABA GÖKKUŞAĞI


Umutlarım vardı benim. Bir bir gökkuşağına çizeceğim. Her sabah yeni bir gün doğarken, benim de içime koskocaman ümitler dolardı. Bahçemizdeki kayısı ağacının yapraklarından para yapıp da evcilik oynadığım o günler, düşlediğim rengarenk yarınlara hazırlıktı aslında. Paranın kayısı yaprağı kadar masum olmadığını bilmiyordum o vakitler.

Gökkuşağı çıkması için yağmuru beklemek de gerekmiyordu aslında. Her çocuğun gönlünde çiziliydi gökkuşakları. Öylesine güçlüydüm ki! Tüm yalnızları kucaklayabiliyor, tüm açlarla ekmeğimi paylaşabiliyor ve annesiz tüm çocuklara ninniler söyleyebiliyordum hayallerimde. Her şey nasıl da kolaydı çocukken...

Aslında o zamanlar da biliyordum insanın sadece dizleri kanadığında ağlamadığını. Her şeye rağmen kendi ütopyamı oluşturuyor ve taze ekmek arası umutlarla besliyordum her gün. Evet zordu. Ama imkansız değildi benim için. Ben büyüyecektim. Ve düşlerimi bir bir gerçekleştirecektim. Nerden bileydim anne dünyada kibrin alıp yürüyeceğini? İnsanların dünyayı sonsuz sanacaklarını nerden bileydim? Sen bunları bana hiç anlatmamıştın ki...

Ve bir gün, aslında hiç bulamadığımı yitirdim. Sustum. Suskunluğum karların birleşip çığ olmasına sebep oluyordu. Çığ düştükçe sustum, ben sustukça çığlar düştü. Kimse bilmedi anne. Vaz geçtim sandılar ya, öyle değildi aslında. Ellerimdeki bu izler mi? Onlar yırttığım dikenli tellerden hatıra. Yola devam etmek için mecburdum buna. Olsun. Varsın ellerim gül rengi olsun. Yazar demiyor muydu beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır diye.. Biliyorum anne. Bir sabah. Bir sabah mutlaka o gökkuşağı umutlarla dolu yeni güne uyanacağım. Bekle...

23 Haziran 2011 / KONYA / 18.05

21 Haziran 2011 Salı

KİME NE?


Babamın çok sevdiğim sözleri vardır, hiç unutmamak istediğim. Çok beğensem ve haklı bulsam da, zaman zaman uyamadığım sözler. Örnek "Takma kafana tokadan başka bişey" =) Yaşadığım hastalık, kafama tokadan başka bir çok şey taktığım için başıma geldi. Bazıları bu lafımı yanlış anlasa da, ben hep "Bu hastalık iyi ki de başıma gelmiş" dedim. Zira artık birinin bana dur demesi gerekiyordu. Varı yoğu takarak hayatı kendime zehir ediyordum. Müslüman'ın derdiyle dertlenmek güzel. Bu başka. Ama olur olmaz her şeyi takmak hata. Dünyayı kuran ben değilim. O halde bazı şeylerin değişmesine de yetişemem. Aksaklıklar giderilsin diye elimden gelen çabayı sarfederim tamam. Ama ondan ötesine yetişemem. Ve dolayısıyla karışmamalıyım da. İnsanın kudret eli her yere yetişemez. Dünyayı Kuran Güç ve Kudret Eli Her Şeye Yetişen Bir Kuvvet varken, ben kim oluyorum ki!

Bir diğeri "Karışma, karıştırma!" sözü. Aç önüne bir defter. Sana verilen görevler ne ise sadece onları ya(p)z bu deftere. Merkez Efendi neden Merkez Efendi olmuş bilir misin? Hocası Sümbül Efendi bir gün müridlerine sormuş. "Cenab-ı Allah dünyanın yönetimini bir süreliğine sana verecek olsaydı, ne yapardın, nasıl yönetirdin?" Herkes kendince bir cevap vermiş. Kimisi demiş asar keserdim. Kimisi demiş tüm kafirleri öldürürdüm. Kimisi dünyadan şu şu kötülükleri / olumsuzlukları süpürürdüm demiş. Sıra Merkez Efendi'ye gelmiş. O cevaben "Ben hiç bir şey yapmaz, aynen devam ederdim" demiş. Niçin diye sormuş hocası. "Hâşâ Cenab-ı Allah'tan daha mı iyi bileceğim? O böyle yapıyorsa muhakkak bir bildiği vardır. Ben de aynen O'nun kurduğu düzende devam ederdim" demiş. Bunun üzerine Sümbül Efendi "İş merkezini buldu" demiş. Ve o günden sonra bu talebe "Merkez Efendi" olarak anılır olmuş. Sen işi neden merkezinden saptırmaya kalkıyorsun ki! Karışma, karıştırma. Kulluğunu yap yeter.

Rahatsızlandıktan sonra aklımı başıma devşirdim. Olan biten her şeyi takmamaya başladım. Bana bunu önceden söyleyenlere "yapamıyorum" derdim. "Huy işte, ne yapayım, olmuyor." Ama huy filan değilmiş. Huy zannettiğimiz pek çok şey belki de bilinç altınca yapılan bir aldatmaca.

İlk günlerde her şey çok güzeldi. Önceden taktığım bazı şeyler karşıma geldikçe gülüyor ve "Bu muydu ya Hu dert edindiğim?" diyordum. Fakat insanoğlu bu. Zaman ilerledikçe eskiyi unutup gaflete düşebiliyor. Dün yaptığını bugün bırakan, yarın tekrar onu yapmaya başlayabiliyor. Bazı konular hakkında hiç durmadan konuşan yaşlı ya da yaşsız teyzelerden son derece etkilenmeye başlamıştım son zamanlarda. Varlı vakitsiz sorular sormak insanı nasıl da bunaltıyor! Öylesine sıkıldım ki sorulardan, artık bu durum hayatımı etkilemeye başladı. Gitmem gereken yerlere gitmemeye başladım. Sırf saçma sapan sorulara maruz kalmamak için. Her şeyi de merak etmeyiverin diye haykırasım gelse de, ayıp olmasın ve kalpleri kırılmasın diye seslenemediğim teyzeler. Oysa onlar böylesine her şeyi didikleyerek kalp kırdıklarının nasıl da farkındalardı! İş içimde giderek büyümeye başlıyordu ki, yine babamın o sevdiğim sözlerinden birini hatırlamak iyi geldi bana. Fakat kendi kendime değil bu hatırlayışım. Nasıl kafaya takıp nasıl etkilendimse kendimi bir türlü motive edemedim hayata kaç gündür. Kıymeti başımın üstünde taşınan bir güzel kul duruma müdahale edip "titre ve kendine gel" dedi adeta =) Allah razı olsun ondan. Şimdi babamın incilerinden birini daha hatırlıyor ve tekrarlıyorum:

_Derler.
_Ne derler?
_Ne derlerse desinler. Kime ne!


20 Haziran 2011 Pazartesi

KIYMETLİ ÂWDİL ZEHRE'Yİ YAZMIŞ

"ZEHREMİ KAYBETTİM, HÜKÜMSÜZDÜR" başlıklı yazıma Kıymetli Âwdil'den öyle güzel ve emek verilmiş bir yorum geldi ki, yorumlar bölümünde kalmasına gönlüm razı olmadı. Kendisinden müsade alarak yorumunu burada yayınlıyorum. Bu güzel yazı için Âwdil'e teşekkürlerimle;



Yalnızlık içimde frengili bir bilmece.Konuşsam ûs(lar)a firari militan olarak düşeceğim.Ve son (raki)baharların güne bakmayan yüzlerine atılacak dibace olacak anlaşılmaz lehçemde saklı kalacak bilinmez kelimelerim.Bu yüzden bana konuş deme.Konuşsam kırılgan bir ağıt dökülecek dilimdem,konuşsam seni söyleyip yine en çok kendimi kanatacağım.

Oy Zehre.Ben yine cennete râm olmaya çalışırken,ellerine kibrit kutusu habsetmiş;şeytanlarca cehennem sürülüyor yüzümün en sana bakan yanına.Cemresi filistine düşmüş bir ilkbahar gibi istila ediliyor düşlerim.Bakma yüzüme! Yüzüm,erken doğan ceninlerin yüzü kadar kan karası bir acıya muttasıl.Dokunsan,ölüme denk düşecek ağlamalarım.

Ah Zehre.Düşlerim tutsak zamanların en münkesir sayhasına,prangalı masallarca tecrid edilmiş.Yine sert akabelerde sadr olan çocukları üşütüyor bu deli rüzgâr.Beni sorma,payiz bir yazgının zemheresinde doğduğumdan beri üşümedim şehrin işlek meydanlarında.Görmüyormusun,sol yanımda bir deli ayaz,dokunsam sana;kış olacak gözlerinde çağlayan bahar,dokunsan bana;yanacak içimde binlerce yıldır yanmayan cehennem.Bir nefeste benim için al zehre.Yoksa nefessiz kalacak içimdeki çocuğun delişmen sevişmeleri.
Gökyüzü içimin kuytuları kadar zulmetefza,yağmuru bekliyorum yeryüzüne sakladığım günahları etrafa saçmak için.Korkma sakın düşmeyecek ellerinden,kayıp bir vadiden topladığın papatyalar.

Zehre,gecenin bağrında saklambaç oynamayı bilirmisin?Ben hep geceyim;sadece gece anlıyor içimde olup bitenin halinden.Kapkara bir zilletim ben gecenin en galiz makamında.
Yanmış bir kağıdın tutuşmayan köşesinden başlıyorum
yine sabahın getirdiği,bilinmez günlere.Oysa sen güneştin ve ben bakamıyordum sana.Gökyüzü sana boyanmış,gökkuşağı seni saklıyor her renginde.Yani sana boyanmış gök-kubbenin her
halesi.Söylesene;Zehre!Hangi renk sana çıkar,hangi bulut gözbebeklerinden su taşır kurak iklimlere,hangi mevsim seni bekler,cemresiz iklimlerin
coğrafyasında.

Doğma bu mevsim,Zehre.

Ben aydım,ve gece kadardım,kendimden yana,gece kadar,karanlık zûl.

Kaçıyorum güneşe uzanan saatlerin yelkovanından.Ömrüm bir saniye,yaşarsam lahzada kayıp düşeceksin ellerimden.Olmuyor imkan/sızım/ varmıyor yorgun meleklerin yaşamından çaldığım,mütenahi zamanlar,yetmiyor seni dillendirmeye kalemin şekillendirdiği kelimeler.

Ah Zehre.Münzevilik iddiasıyla soyunmuyorum artık,yenilgiye uğrayacağım savaş
meydanlarına.Severek girip,söverek çıktığım savaşlar nedamet eker oldu dudaklarımın,en militan yanına.Söylesene hangi barış fermanı sunacak gözlerini yaslı bir gece nöbetinin çıkmazına?Hangi mermiye kurban olacak mücrim bedenim?Hangi tüfeğin namlusuna sürdün müferreh kokunu?Yine bilinmezlerle
hükmediyorsun hüznümün en mavi tonuna.Bense bir bilinmeze
sürükleniyorum.

Bitiyorum.Sözün varsa susma,hükümsüzüm.

15 Haziran 2011 Çarşamba

ZEHREMİ KAYBETTİM, HÜKÜMSÜZDÜR!!!

Hey gözünü sevdıgım Konyam,

De bakim biye, Zehremi gördüy mü? Kaç asır oldu bilmiyem ben Zehremi arayalı. Bakhmadıgım bucah, galdırmadıgım daş kalmadı. Ama yok, yok işte.

Merak ediyem ki ay bir gün benım de üstıme başka dogacakh mı? Güneş bi başka ışıldatacakh mı gözlerimı? İçim bele gıpır gıpır olacakh mı sacdaki ekhmah kimin? Şu gözlerim gapanmadan bu dünyaya, görecah mı seni Zehrem?

Bilmiyem. Vallah pek bi yorduy beni. Ben seni ne vakıt buldum da hangi arada kaybettim Zehrem? Şairin dedıgı kimin işte; seni aramakhtan vaz geçtim de, bulmaktan vaz geçemedim be Zehre!

Dolapta duran ak tülden kefen biçtim siye. Ne edim? Dura dura sararmış eyice. Dedim bu tül Zehreme yaraşır. Seniy için alınmamış mı idi zaten? Madem ki gelmiysan, madem melhem sürmiysan yüregımın taaaaa içindeki şirlere, biye başka yol bırakmiysan Zehrem.

Ben seni dünya gözüyle heç görmemişsemse de göynümün gözü ile görmüş idim. Biliydim gözlerinın nasıl ışıl ışıl, kalbinin nasıl pırıl pırıl oldugını. Lakin bunca bekletecağını beni, bunca üzecagını bilmiydim. Vışşşşş, ömrümün dadı duzı senmişsen meger! Hani nerde şimdi içimdeki o garip gıprantı? Ne zaman gelecah acep deyi beklemelerim nerde?

Göriy misan nasıl kızdırdıy beni? Nasıl yağtiy kül ettiy özümı? Ah benim sürme gözlüm, limon kokulum; şimdi siye belesine çıkışiyem ya, sonra daha da bir gıziyam kendime! Bi örgenemedim bazen susmah lazım geldigını!!! Dilim gonuşmiy lakin göynüm fışkıranda. Sebep mi ariysan? Sebep; sebep sensen be Zehrem...

Ey insanlar, dinleyin beni! Zehremi bulursayız bir gün, ona deyin, deyin ki... Susun, bilmesin hiç bir şeyi, demeyin. Kırgınam ben ona. Bunca vakıt nerdeydiy Zehrem? Nerdeydiy?

Ey ahâli, duydıkh duymadıkh demeyin!

Zehremi kaybettim, hükümsüzdür...

16 Haziran 2011 / KONYA / 00.13

6 Haziran 2011 Pazartesi

KONYA TARHANASI

Bu defa sevgili memleketim Konya'dan bir lezzet eklemek istedim. Asla vazgeçemediklerimden, miss kokulu tarhanamız. İçerisinde domates, biber, un, yoğurt, nohut, baharatlar başta olmak üzere bir sürü şey var. Dolayısıyla son derece besleyici. Yapması zor olsa da yemesi bir o kadar lezzetli. Önce tarhana yoğurulur çok çok büyük bir kovanın içinde. Sonra beş gün orada bırakılır ve ekşimesi beklenir. Mümkünse sıcak bir yere konur kova ve taşarsa diye de altına temiz bir leğen konur. Bu esnada her gün iki defa karıştırılır. Tabi o kadar büyük bir kovaya yetecek kaşık bulamayacağınızdan oklava gibi bir şeyle karıştırmanız gerekir. Kovanın ağzı kesinlikle kapalı tutulur.

Sonra temiz bir sofra bezi serilir ve üzerine un serpilir. Bir kaşıkla ekşimiş tarhanadan parçalar alıp beze koyulur. Sıcak bir ortamda bir kaç saate kadar kurur. Kuruyunca tersi çevrilir ve biraz da o yüzü kurur. İyice kuruyup da yapışmayacak kıvama gelince kevgirden geçirilir. Ki en zor aşaması budur. Eller kıpkırmızı olur ve acır =) Resimdeki tarhanayı annem yapmıştı. Ben de ovalama kısmında rol aldım =)

TARHANA ÇORBASININ YAPILIŞI:

* Bir buçuk kepçe kuru tarhana
* 1 yemek kaşığı domates salçası
* 1.5 litre kaynar su
* İsteğe göre tuz
* Arzu edilirse tereyağı

Yapılışı:

Tarhana bir gece ya da bir kaç saat öncesinden üstünü geçecek kadar bir suyla ıslatılır. Bu işlem içinde hiç pütür kalmaması içindir. Ama zamanınız yoksa ya da benim gibi pütürlüsünü bile seviyorsanız beklemeden de yapabilirsiniz =) Islanan tarhanayı ocağa koyup üzerine kaynar suyu eklenir ve topaklanmasın diye sürekli karıştırılır. Bir müddet sonra az suda eritilmiş salçası eklenir ve sürekli karıştırılarak pişrilir. Yapılırken mazemesine tuz konduğu için pişirirken normalden az tuz eklenir. Pişip de servis tabağına alındıktan sonra üstüne yakılmış tereyağ (yoğurt çorbasındaki gibi) eklenir. Ama bu tamamen isteğe bağlıdır. Ben yılda 20 kez tarhana yapsam belki bir kez anca ekliyorum. Yağsız da süper oluyor.



Ben ölçü olarak bu kepçeyi kullandım. Üstünde tarhana tozları hâlâ duruyor =)

Hepinize sevgilerimle.