26 Ocak 2012 Perşembe

FAYDASI YOK


Can özünden vurula vurula öğrendi canı yerine koymamayı. Dolunayın duru ışıkları altında sürüklenip giden puslu bir viraneydi adeta. Dolunay ne kadar berrak ve duru ise, gönlü ve yüzü o kadar karmaşık ve geçkindi. "Hayırsız dünya" diye mırıldandı. Şimdi dünyanın ve içindekilerin hayırsız oluşuna hayıflanıyordu ama, kabahatin büyüğü kendisindeydi. Güvenmek, bağlanmak ve sevmek olguları; başka sebepler yüzünden verilmişti insana. Aslına uygun yerlerde kullanmazsa olacağı buydu. "Kırılacak şişe hükmündeki camlara elmas kıymeti verdiği" için gelmişti tüm bunlar başına.

Yaşadıklarını analiz ederken bir yandan kendini suçluyor diğer yandan insanların nasıl bu kadar seviyesizleşebildiklerini düşünüyordu. Her şeye rağmen, her defasında yeniden güvenmiş yeniden sevmişti. Hatalarını saymaya iki elinin parmakları yetmiyordu artık. Zihni karmakarışıktı. Yüreği gökyüzünün tüm renklerine bulanmıştı. Ama en çok da siyaha. Geceleri ve demli çayı sevmesi bundan mıydı acaba? "Bana bir tek sen ihanet etmedin." dedi geceye. Her gece bittiğinde yeniden gün doğuyordu. Geceler onu ızdırapla kuşatsa da, ardından gelen günü hediye ediyorlardı ona. Geceler hiç aldatmamış, ardından gelecek günü hiç saklamamışlardı ondan...

Sonra özlediklerini düşündü. En çok masumiyeti özlemişti. Acıtanların acımasızlığını bilmeden yaşadığı günleri anımsadı. O masumdu. Tertemizdi o zaman gözü de özü de. Görmemişti ki insan adına bürünmüş canavarları henüz. Her şeyi kendisi gibi masum ve temiz zannediyordu. Aldanmıştı. Dünya daha ilk yıllarında şehadet etmişti hasetliğe/vefasızlığa/kuyu kazmalara. Oysa o bunu unutmuştu. Hatırlaması için elinden geleni yapan can dostlarını (!) düşündü. Çekinmeden ezip geçmişlerdi de, yine de hiç birine "adın batsın" dememişti. Lakin anlamadığı nokta, bırakıp gidenlerin bir gün geri döndüklerinde onu hep aynı yerde bulacaklarını düşünmeleriydi. Yapar eder, çekip gider, seçtiğini yaşar, tatmin olmayınca geri döner ve yeniden onu bıraktıkları gibi bulabileceklerini düşünürlerdi. Çok mu saf görünüyordu acaba? Kalbinin sevgi dolu oluşu ve özünsüz bağlanması, ezilmek anlamına gelmemeliydi. Benliğinin tüm gücünü onu incitmek için sarf edenler nasıl bir zihin yapısıyla geri dönebiliyorlardı acep? Bu nasıl bir yüzdü böyle? "Faydası yok!" diye hayıflandı. "Yüreğimde miyadını doldurduktan sonra firasetsizce çıkıp gelmenin faydası yok!"

Hem köprülerin altından çok sular akmıştı. O artık o eski saf çocuk değildi ki! Korkuyordu her şeyden önce. İçi kaynayarak ve gözü kapalı atlayamıyordu çılgın ırmaklara, eskisi gibi. 'Ya yeniden incitilirsem' diye sevmekten de korkar olmuştu zaten. Şu koca dünyada ona yüreğindeki yıldızları verecek bir berrak çıkmamıştı karşısına.

Dolunayın yakamozladığı gecede yüreğinde inceden bir sızıyla deniz kenarında yol alırken, "faydası yok" dedi tekrar tekrar.

Hey gidi dünya!
Günlümde şir,
Yerlerde mur,
Dağların ardında kaldı nur,
Şimdi her yanım nar, her yanım kor,
Dağladın attın kalbimi; kayboldu büyük sır!
Faydası yok! Gelme artık.
İstemem gelme! Vefasız yar!...

26 Ocak 2012 / KONYA / 16.34

25 Ocak 2012 Çarşamba

HEVÂL-4


Biriciğim,

Sensizlik denizine ittin beni,

Neredeyse yiteceğim,

Gözüm ilk seni görmüş,

Ve sana tutuşmuş gönlüm,

Senden başkasına kör,

Senden başka sese sağır,

Anladım ki,

Ben senden vazgeçemeyeceğim…


Oyyy benim ela gözlü maralım,

Yüreğimi saca atıp kavuranım,

Ne ettinse yine sana, yine sana yanacağım,

Bu nasıl iştir anlamadı yazık dimağım,

Cefa da etsen, vefa da etsen,

Ben hep senin durağında olacağım,

Belki bir gün dönersin diye,

Daim yoluna bakacağım,

Sen gitmişsin,

Ömrümün neş’esi gitmiş,

Sen gitmişsin,

Gönlümün sevinci bitmiş,

Geceler kara,

Gündüzler kara,

Ben nasıl düşmüşem dara?

Yüreğim harlandı vefasız bir yara,

Hey Kocasinan,

Otur şimdi,

Düşün karaaa kara…


Ne etsin sensiz dünyayı ömrüm Hevâlim?

Olmayacaksan hayatımda,

Ben de benden gideceğim,

Yokluğunda içtiğim çay kararmış,

Varlığın meğer bana en büyük yararmış,

Ben ne kadar “sus” desem de,

Deli gönlüm, yıllardır hep seni ararmış…


Gel he de Hevâlim,,

İnan,

İnan seni üzmeyeceğim,

Daha uzun sürerse bu ayrılık,

Korkarım yokluğunda öleceğim…


Ellerimi uzatsam,

Tutar mısın Hevâlim?...


'08

20 Ocak 2012 Cuma

HEVÂL-3


Gönül meleğim,

Hevâlim,

Ne zaman gam denizine dalsa yüreğim,

Hemen seni düşlerim,

Ben,

Senden önce nerdeydim,

Şimdi nerdeyim?

İki ben arasındaki büyük farkı,

Her daim gözlerim.


Sen gönlüme düştüğünden beri,

Bir başka bakar oldu gözlerim,

Bardakta duran su aynı olsa da,

Tadı farklı gelir şimdi damağıma,

Hani derler ya,

Şeker gibi tadı varmış suyun aslında…


Doğduğun gün varlığından haberdar olmasam da,

Ömrümün en güzel gününü yaşamışım esasında,

Yıllarca bekledim rastlayacağım günü sana,

Şimdi sen bu kadar yakınımda,

Ve ben divaneliğin doruk noktasında…


Yitirmiş aciz aklım düşünme yetisini,

Sen varsan, boş vermişim ötesini berisini,

Gül yüzüne bakmak ömrümün ilacıysa eğer,

Sana atılan her adıma, girilen her yola değer,

Adını duyunca yanıyorsa içim Meleğim,

Yokluğunda ben, benden çeker giderim,

Yitirdiyse içtiğim su bütün tadını,

Yine de unutmam, sayıklarım adını.


Sana bağlanmışsa gönlüm, çözmem,

Beklerim,

Sabrederim;

Ama yokluğun bana çok zor be Hevâlim,

Ömrümün yazgısı nedir bilemem ama,

Varlığın, yazılmış en büyük sefa bana,

Ve sen yoksan,

Ahh işte o zaman,

Ömrüm koca bir muamma…


Ellerimi uzatsam,
Tutar mısın Hevâlim?...

03.03.08 / KONYA / 13.06

18 Ocak 2012 Çarşamba

vazgeçtim, "yorumsuz bir hayatı seçiyorum"!


Şimdiye dek ne öğrendi isem bununla ilgili, anladım ki yanlışmış. Her iyi niyet iyi kapılara çıkmazmış meğer. Her çaba güzel sonuçlar doğurmazmış. Şimdi dünya yıkılmış da altında kalmışım gibi hissederim kendimi. Küçücük omuzlarım bu ağır yükü sırtlanmaya hazır mı? Ruhumda ağır bir yorgunluk var. Ne yapsam geçmek bilmiyor. Avare avare dolanırım artık etrafta.

Dürüstlük ve samimiyet bekleyen yüreğim, bu beklentinin dünya denen şu adını anmak istemediğim mekanda ne kadar da yanlış olduğunu geç anladı. En büyük rahatlığın beklentisizlik olduğunu bilmeme rağmen neden dürüstlük bekledim ki sanki?

Her düş bir kırıklığa yol açtı sinemde. Kül ufak olmuş bedenimin tüm kemikleri. Hareket etmeye kalksam sağlam kalmış bir kaç kemik batıyor yüreğime. Dermanım yok. Düşsüzlük yoluna girmek ne zormuş meğerse... Şimdi metruk bir viranede gözüne uyku girmeden bekleyen, üstelik her görenin lanetli sanıp kaçtığı bir baykuş gibiyim.

Münzevi yaşam ruhuma iyi gelir belki. Lâkin keşke bu yolu ben seçmiş olsa idim. Hayatta kırıla döküle her beklentiden vazgeçmeyi öğrenmek, oksijen tüpü takmadan okyanusa atlamak gibi bişeymiş. Nefesler boğazında değil, ciğerinin tam orta yerinde tıkanıp kalıyor. Nefes alamamanın ne demek olduğunu bilir misin sen? Ben bilirim. "Allah düşmanlara bile vermesin" denecek kadar zordur. Zorla çıkarmaya çalıştığın nefeslerin bir türlü çıkamamasından sebep doğan o garip ses kulaklarında yankılanırken, her yeni çabada biraz daha ölürsün. Konuşamazsın, çünkü nefesin yetmez. Yatamazsın, çünkü nefesin yetmez. Yeyip içemezsin, çünkü nefessizsindir. Yapacağın hiç bir şey yoktur dua etmekten başka. Sığınmanın o eşsiz hazzını tadarsın günlerce. "İyi ki tanıyorum Sen'i" dersin. Şu hayatta her kim iterse itsin seni, her yanlışına rağmen seni kabul edip bırakmayan Tek Varlık O'dur. Bunu bir kez daha anlarsın.

İnsan denen mahlukun senden vaz geçmesi için bir hata işlemene de gerek yoktur bazen. Bazen o sadece kendine güvenmediği için kaçar senden. Belki attığın adımı samimi bulmaz, fakat maskelice inanmış görünür sana. Ne yapacağını bilemezsin. Neden olduğunu bilemezsin. Her kapı sonunda aynı yere çıkmaz mı zaten? İşte en nihayetinde "yorumsuz bir hayatı seçiyorum" dersin. Belki geç kalmışsındır bunu söylemek için. Uçurumun kenarında fütursuzca dolanırken yalınayak, ayaklarından akan kanları bile fark etmeyecek kadar hissizleşmişsindir artık. Vazgeçersin herkesten/her şeyden. Kolay değil gözüm kolay değil. Ben anlıyorum seni. "Öteki" olmak ne zordur ben anlıyorum. Bırak başkaları anlamasın. Gel sen bu sefer beni dinle. Yorumsuz bir hayatı seçelim birlikte. Sen, ben bir de Zehre...

18 Ocak 2012 / KONYA / 10.24

17 Ocak 2012 Salı

HEVÂL-2


Ömrümün ilk umudu,

Gönül denizimin tek hut’u,

Yok bu işin ama’sı veyahut’u,

Sadece seviyorum,

Yüreğim, kaybetmiş hududu…


Evvelce pek bir sönüktü dünlerim,

Senden sonra,

Düş kurmaya başladı günlerim,

Sen,

Hevâlim,

İçimde kıpırdanan, gönül meleğim,

Gözlerim, gözlerinin ışığında canlanır,

Ruhum,

Yanımda değilsen durmaz gamlanır,

Yokluğunda dilim lâl, gönlüm tutsak Hevâl!

Gel,

Gel ve yüreğimdeki derdi al,

Senden gayrı istemem kimseyi,

Yarama merhemi sen çal,

Ah Hevâl,

Ömrümün yâren’i,

Gel, bana dök içindeki tüm yare’ni…


Ellerimi uzatsam,

Tutar mısın Hevâlim?...

'08

İncir Uyutması



Bu tarifi geçen yıl denemiştim ama yayınlamak şimdiye kısmetmiş. Doğal, lezzetli ve sağlıklı. Tarif Oktay Usta'dan.

Malzemeler:

* 1 litre süt
* 15 adet kuru incir
* 1 su bardağı toz şeker (incir zaten şekerli bir meyva olduğu için bir bardaktan az kullanabilirsiniz)
* Üzeri için tarçın.

Yapılışı:

İncirleri doğrayarak üzerine ılık su dökün ve yumuşaması için bir müddet bekletin. Diğer tarafta süt ve toz şekeri bir tencereye alarak yoğurt mayalama ısısına kadar ısıtın (yani el dayanacak sıcaklığa ulaşacak). Bu esnada yumuşamış incirleri de tencereye ekleyin. El blenderı ile incirleri iyice parçalayın. Sonra bu karışımı hiç bekletmeden kaselere bölün. Sıcak ortamda yoğurt gibi mayalandırın. Buzdolabına koyarak bir gece dinlendirin. Ertesi gün üstüne tarçın ve isteğe göre dövülmüş ceviz ekleyerek servis edin.

16 Ocak 2012 Pazartesi

HEVÂL


Kalbim sana yandığından beri,

Görmez oldu gözlerim ayı, güneşi,

Senden sonra mat geliyor göğün ateşi,

Ah Hevâl,

Yandırdın beni…


Henüz yeni yetmeydim sana sevdalandığımda,

Gözlerim gözlerinin harına yandığında,

Hani ömrüm hep böyle solgun geçecek sandığımda,

Sen çıktın birdenbire karşıma,

Ve gelişin, tutulmuşluk oldu bana,

Evvelce ne nağmeler dizen kalemim,

Suskunluğa daldı bir anda,

Ve gözlerini görmeden, hep düşleyen gözlerim,

Sarsıldı gül yüzüne bakınca,

Sen,

Hevâlim,

Hani hep hayalde yeşerttiğim,

Tıpkısıydın düşlerimin,

Şimdi ne kadar da gerçektin,

Sevdiğim,

Gönül verdiğim,

Elimi uzatsam,

Sana ereceğim,

Bir adım ötemdeydin,

Bir adım ötemde,

Ama hiç ulaşamadığım bir yerde…


Ellerimi uzatsam,

Tutar mısın Hevâlim?...

'08

12 Ocak 2012 Perşembe

DARBELERLE TANIDIM



İnsanoğlunun darbe yemesi zahirde kötü gibi görünse de, çok zaman hayra vesile oluyor. Düşünüyorum da, zaman içinde pek çok kimseden vefasızlık gördüm. İnsanların onca unutmasına, onca yanlışına, belki onca ihanetine rağmen aklım ne derse desin, kalbim onlara hep bir şans daha verdi. Ortaokuldaydım. Ön sıramda oturan iki arkadaşım o gün İngilizce ödevlerini yapmamışlardı. Benden istediler. Derste ödevdeki soruları tek tek cevaplandıracaktık ve cevaplar kişiye özel olduğu için vermek istemedim. Bana derste parmak kaldırmayacaklarını, sadece öğretmen defterleri kontrol ederken “yapmadık” demekten çekindikleri için istediklerini söylediler. Ve söz verdiler cevaplarını kesinlikle okumayacağız diye. İnandım ve verdim ödevimi, defterlerine geçirdiler. Öğretmen sınıfa girdi ve önce defterleri kontrol etti. Herkes yapmıştı, sorun yoktu. Ardından soruları tek tek cevaplamaya başladık. Bu iki arkadaş, o güne kadar daha önce hiç yapmadıkları bir şekilde atıla atıla ve bağıra bağıra parmak kaldırmaya başladılar. Şaşırdım. Üzüldüm. Şok oldum. Nerden bilirdim yalanın ortaokul çocuklarına kadar bulaştığını?

Üniversiteden mezun olup ilk işime başladım. Satın alma sorumlusu yanıma gelip firmanın bel kemiği hükmündeki CD’ yi kaybettiğini ve CD’ nin tek kopyasının benim bilgisayarımda yüklü olduğunu söyledi. Bilgisayarıma format attırmayayım diye beni uyardı. Çünkü firmanın o bilgilere ihtiyacı vardı. Aradan bir ay kadar geçti, baktım ki bilgisayar uzmanları hafta sonları biz mesaiden çıktıktan sonra gelip odalara girerek bilgisayarları yeniliyor, formatlıyorlar. Genel Müdür’ e bilgi mahiyetinde anlattım olanları ve “ben yokken bilgisayarımı formatlattırmayın” dedim. “O CD bizim her şeyimiz. Nasıl olur da kaybeder!” dedi ve o sinirle Satın alma Sorumlusu’ nu aradı. Satın alma Sorumlusu da telefonda “hayır kaybetmedim. CD bende duruyor.” demesin mi? Ki telefonun sesi tiz çıkıyordu, böyle dediğini ben de duydum. Aradan bir saat kadar geçti ve Satın alma Sorumlusu bir iş için odama geldi. Ona Genel Müdür’ e neden öyle dediğini sordum. “Hayır, öyle demedim. CD hâlâ kayıp.” dedi bu sefer. Ölür müsün, öldürür müsün? Bu nasıl bir yüzdü böyle? Hiç anlamadım ve dilerim de hep anlamazlardan olayım hayırlısıyla.
İşte bu anlattıklarım; insanlardaki yalana, maskeye, riyaya dair sadece iki küçük örnek. Her gün kim bilir bunlara benzer ne olaylar yaşıyoruz… Ve Mevlâna Câmî diyordu ki:
“Yalnız Bir’ i iste, başkaları istenmeye değmiyor.
Bir’ i çağır, başkaları imdada gelmiyor.
Bir’ i talep et, başkalar layık değiller.”
İnsanı; sevdiklerinden, güvendiklerinden gelen darbeler daha çok sarsıyor. Ve fakat insan bunları yaşaya yaşaya, daha çok tahlil etmeye başlıyor hayatı ve olayları. Düşündüm de; kim ne yaparsa yapsın eğer ölüm anı gelmeden ve ye’s ‘ e düşmeden pişman oluyorsa, Cenab-ı Hak o kişiyi katına kabul ediyor. Ve kişi cahiliye devrinde ne yaparsa yapsın, gelip de “Pişmanım Ya RasulAllah” derse, O Gönüller Sultanı kabul ediyor hanesine. O halde fani yavukluların, fani arkadaşların, fani dünyanın peşinden bunca koşmalar neden? Hakiki Mahbub, Hakiki Matlup, Hakiki Mabud ancak O’ dur. Ve koşulacak Hakiki Kucak ancak Efendimiz’ e aittir. Hani göz bebeği amcası Hazreti Hamza’ yı şehit eden Vahşi’ yi bile kabul edip, O’ na “Hazreti Vahşi” dememize vesile olmuştu ya; hatırladın mı? O halde dünyanın ve insanların bunca vefasızlığından ders çıkar kendine ey nefsim! Ve darbelerle yılmaktansa, hangi Kucağa sığınacağını daha iyi anla.
15.10.07 / KONYA / 15.48

11 Ocak 2012 Çarşamba

CERİHAMDAN DOST VE ZEHREYE NOT



CERİHAMDAN DOST
Ney üflemek isteyene ceriham gerek,
Bastıkça sen yârene kandan inleyecek.

Önce acıyacak için yara dolacak,
Ve senden belki ilk zaman feryat kopacak.

An içinde göreceksin yara derinde,
Çıkarmaya çalıştıkça hepten batmakta.

Ve bir gün öğreneceksin onu sevmeyi,
Baş üstünde tâc eyleyip dostça gezmeyi.

İnsan kederi bir kere tatmaya görsün,
O lezzeti alınca hiç bırakamazsın.

Günün rengi solar ve ins gider inlere,
Kalırsın kara gecede bir tek başınla.

Ve işte o saatlerde acın depreşir,
“Sıkıldım saklı kalmaktan” der “beni devşir”

Seviyorsun ya acını kıyamazsın da,
İstersin ki o da etsin bir kelam sana.

Alırsın parmaklarına o sisli dostu,
Hani sen gibi dertlidir derindir sesi.

Dayayıp dudaklarına nefes verirsin,
Suni teneffüsün ona can olsun dersin.

Sende var bir binek yükü elvan elvan dert,
O zaten hepten yaralı pârelenmiş bak.

İki dost siz bir olunca susar tüm gece,
Başlar bu iki âşığı hep dinlemeye.

Sen inlersin neyin inler yara canlanır,
O sana ve sen ona dert anlatır durur.

Senin nefesin dolunca ney ciğerine,
Kalkar aradan nefs, ve gam gelir dibine.

Sende yürek neyde ciğer inildemekte,
Genişledi, gama bile “buyur” demekte.

Siz iki âşık başlayınca hasbıhale,
Âşık edersiniz cümle âlemi size.

Sonra dile gelir gönlün içindeki dil,
Çünkü susmuştur artık Can bu zahiri dil.

Gönlünden ses gelenlere dil ne yapsın ki,
Payesine kaldı onun susmak da çünkü.

Yandıkça sen kavruldukça derdi seversin,
Çünkü onun sayesinde bu eşsiz sesin.

Ahh gönül duydun da şimdi kendi sesini,
Dinlemez mi oldun artık dil sayhasını.

İşte böyle nefsim bu ney tercüman sana,
Çıkardığı ses esasen sendeki yara.

Neyi sazlıktan görünce bir çöp mü sandın?
İçini de boş görünce pek kof mu sandın?

O dost ki koparılmıştır ana yurdundan,
Belki sencileyin yitti aradığı can.

Şimdi yâre derinlerde ney sana Yâren,
Üfle üfle de yandıkça ol Kocasinan!


06.10.2007 / 10.00 / KONYA




El aleme düşman bana dost gecelerin en koyu ânını gölgesiyle süsleyen Zehrem,
" 'Yitirdim' dedikten yedi ay sonra nereden çıktı bu hitap?" demeyesin sakın. Sana olan kı/z/r/gınlığım geçmedi hâlâ; ama içimdeki sen de geçmedin...

İtiraf ediyorum. Geç kalışınla sana öylesine kızmıştım ki, adını değiştirmeyi düşündüm. Hususiyetle zikretmedim adını bunca ay. Sustum. Gönlüm sana seslenecek oldu, kızıp onu da susturdum. Ama hangi ismi denedimse olmadı, uymadı sana. Zatına olan derin iştiyakımı bilen bütün isimler kapımda sıraya girdiler. Adeta birbirlerini ezdiler kendilerini bana beğendirmek için. Lakin hiç birisi gönül telimi senin ismin gibi titretmedi Zehrem. "Gidin!" dedim onlara. "Beni Zehrem'le başbaşa bırakın!" Anladım ki, ne yaparsam yapayım ve ne yaparsan yap, sana olan özlemim bitmeyecek.

Bunca ay sürdürdüğüm suskunluğumu bozmakla iyi mi ettim bilinmez. Sana anlatacak çok şeyim var, ama söylemeli miyim onu da bilmiyorum. Bunca bilinmezliğin içinde ben susarak konuşsam da, sen bir ses et Zehre. Diyecek bir kelâmın var ise şayet, susma, bekletme...

11 Ocak 2012 / KONYA / 15,04

6 Ocak 2012 Cuma

Darağacında


"Ah ne varsa güzellikten yana,
Bölüştüm, büyümüştüm.
Bu ne yaman çelişki?" demiş ya şair, sen daha büyümeden öğrenmiştin bölüşmeyi neyin varsa Abdullah. Bunu hep Allah rızası için yaptın. Ben şahidim. Fakat niyetin içinde kaldı be dostum! Benden başka kimse anlamadı seni. Olsun gözüm, bir ben de olsam anlayan, anlaşılmak güzeldir. Emsalsizdir etrafta bunca yanlış anlayan varken.

Genç yaşında “penceresiz kalmak” ne kadar kötü ise, biliyorum ki pencereli evlerde penceresiz hissetmek daha da bir yorar insanı. İyilik güzellik adına atarsın da bütün adımlarını, sonu hep bir çelişkiye çıkar. Anlatmaya çalıştıkça yorulursun; anlaşılmadığını gördükçe batarsın adeta bataklığa. Çabalar çabalar ama hep aynı noktada kalırsın. Bir lâbirenttir seni içine alan. Sen çırpınırsın. Ama anlamazlar Abdullah. Sen çırpındıkça her şey daha güzel olsun diye, aslında daha da batarsın. Sebep arama boşuna. Yalnızca bir tek kelime yeter bunu açıklamaya: Önyargı. O girmiş ise bir kalpten içeri, ne edersen et, asla anlatamazsın. Kimi zaman doğduğun yerden dolayı yaftalanırsın. Orada doğdunsa sen de kesin oranın çoğu halkı gibisindir. Adları kötüdür ya onların, sen de kesin kötüsündür. Kimi zamansa aynı evde doğup büyüdüklerin bile anlamazlar seni. Ne yana koşsan boşa düşer ellerin. Düşünmediklerinle ithaf olunur, duyduklarınla şok yaşarsın. Bakarsın ki hiçbir açık kapı kalmamış etrafında, “İyi ki Allah var, o biliyor gönlümü” der, sükûn bulursun. Yargısız infazların yapıldığı gecelerin sabahlarında, darağaçları kurulmuştur çoktan meydanına tüm halkların. Artık ne desen boş, ne yapsan fuzulidir. Ve işte asıldın Abdullah. İşte sen yaşarken kanın bulaştı herkesin eline. Artık düşlerin kırık, kaburgaların çatlaktır. Ve yüzünde cehennemsi bir isyan*. Şimdi hangi rüzgârlar durultur yürekleri, hangi yağmurlar yıkar ki ellerdeki bu kanı? Artık sen asla eski sen olmayacaksındır. Bir yanın hep kırık dökük, bir yanın hep ezik, hep sevinçsiz. Bu kimin umurundadır gözüm? Senin kanını fütursuzca ellerine bulaştıranlar şimdi senin bu durumuna üzülecek değillerdir ya! Anlarsın bir gün, inandığın doğrular doğru değilmiş. Herkes hısımca bakmazmış hayata. Sen hısımız sanıp safça yaşadıkça, hasımların oluyormuş meğer. Çehrelere, dahası gönüllere takılmış sahtelik kokan maskeler görmek etrafında, incitir küçük yüreğini. Anlayamazsın, nasıl bu kadar rahat yıkar insanlar bir başkasının hayatını. Nasıl bu kadar denîleşir “insan” dediklerin, anlayamazsın. Neylersin Abdullah! Dünya böyle bir yerdir işte. Düşünürsün sonra. Bu maskeli güruha insan deniyorsa, peki ya nerede “insan kardeşim” dersin. Bunlar insansa, nerede “insan kardeşim”?...

Arama gözüm, bırak her şey öylece kalsın. Unutma, darağacı daraltamaz senin özgür yüreğini. Suretindir orda sallanan. Yüreğinse, içindeki gamla bâkî…

05 Ocak 2012 / KONYA / 17,57