25 Mart 2010 Perşembe

BİR YIL ÖNCE BUGÜN...

Bloğumu baştan beri takip edenleriniz bilirler. Siyasetle bir ilgim yoktur ve sevmem de. Hatta İslam Büyüklerinin dediği gibi "Siyasetin şerrinden Allah'a sığınırım" derim. Bundan tam bir yıl önce, 25 Mart 2009’da; bence siyasetçi OLMAYAN bir gönül insanını yitirdik. Dününe-bugününe baktığımızda Allah'a olan bağlılığı ve RasulUllah'a olan sevgisini görüyoruz. Belki pek çoğumuz onu tanımıyorduk ve olaylı vefatından sonra haberdar olduk. Bu duruma ilişkin sorular halen cevaplanmadı. 21. yüzyıl Türkiyesi’nde kara taşın üzerindeki kara karıncayı gören sistemlerimiz, 1km’lik alanın içindeki koskoca bir helikopteri göremediler nedense. İletişim şirketlerinin raporları nokta tespitli yer gösterirken, cenazelere ancak dört gün sonra ulaşılabildi!!! Bunu anlamak mümkün değil. Ben artık ülkemde karanlık iş kalmasın ve huzurla nefes alabilelim istiyorum. Allah büyüktür deyip, sizleri geçen yıl vefatından sonra yazdığım şiirimle baş başa bırakıyorum:

ÜMİDİMDİN (MUHSİN AMCA)

Dayanmak çok zor,
Acın, yüreğime düşen kor,
Sen’siz nasıl yeşerecek ümitler?
İki metre karın altında kalmış umudum,
Yorgunum…

Ben bu ülkenin yoluna,
Yüreğimi koymuşum,
Yüreğimin aksini,
Sen’in mefkûrende bulmuşum,
Şimdi Sen Cennet yolunda bir küheylân,
Ben boynu bükülmüş, gözü yaşlanmış bir ceylan,
Ne olacak şimdi ülkemin kır çiçekleri?
Kim sulayacak menekşeleri?
Kim sevecek yetim bir kızın başını?
Ya kim dindirecek gözlerimin yaşını?

Ne çok inanmış,
Ne çok bağlanmışım meğer!
Sen’i daha çok dinlerdim, gideceğini bilseydim eğer.

Ah be Muhsin Amca,
Ben böyle yanmadıydım ömrüm boyunca,
Evet, ağlamıştım, Kıymetlim’i* Hakk’a uğurlayınca,
Ama o benim acımdı,
Kıymetlim, benim gönül yamacımdı,
Sen hem amcamdın benim,
Hem ülkeme dair bitmeyen ümidim,
Sen gittin ya,Şimdi nasıl yeşersin ümidim?
Dayanmak çok zor,
Acın,
Acın yüreğimi yakan kor.

*Kıymetlim: Rahmetli Büyükbabam

28.03.09 / KONYA / 20.14

Ve bir sabah çıkar gelir yarpuzlar arasından bir Yiğit,
Elinde Şahadet Fermanı, gülen gözlerinde ümit,
Duası yetişir yurduma, çünkü O Şehittir Şehit,
Ne zaman özlesen, bekleme, Dergâh-ı Tâceddin’e git.

03.04.09 / KONYA / 00.26

ASLIHAN DURAN

24 Mart 2010 Çarşamba

PORTAKALLI KEREVİZ VE KARIŞIK KIŞ TURŞUSU (ZEYTİN YÖNTEMİYLE)


Cenab-ı Hakk'a kulluk etmek için geldiğimiz şu dünyada başımıza türlü işler gelir. Hayat boyu küçük büyük imtihanlardan geçeriz. Ve bu yaşadıklarımızdan her birimiz farklı boyutlarda etkileniriz.. En zor zamanlarımızdan kurtulmak için yapılacak en güzel şey elbette ki Hiç Yıkılmayan-Hep Baki Kalan’a yaslanmaktır. Sorunlardan kurtulmanın reçetesi olarak gösterilen îman kuvveti şu veciz ifadeyle nasıl da güzel anlatılmıştır:

"Evet hakikî îmânı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve îmânın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir."

Pek çok kimse kerevizi kokusundan dolayı yiyemediğini ifade eder. Bu faydalı sebzenin pek de alışık olmadığımız bir kokusu olduğu doğrudur. Geçenlerde Sevgili Kelebek’ten aldığım bir tarif uyguladım ve hiç kokmadığını gördüm. Üstelik tadı da enfesti. Akşam yemeğinde dört misafirimiz vardı ve hepsi de beğendiklerini ifade ettiler. Yemeği pişirirken küçük bir hata yaptım, henüz ocaktan inmeden o sıcağıyla karıştırdım. Dolayısıyla görünümü çok diri olmadı. Resimdeki yemek Kelebek’in annesinin pişirdiği portakallı kereviz =)

Aramızda turşu sevmeyen sanırım yok gibidir. Kısırın, kuru fasulyenin, pek çok besinin yanına; hatta bazen kendi başına tükettiğimiz ya da suyunu içtiğimiz bir yiyecektir turşu. Küçüklüğümden beri aile büyüklerinin turşu kurmasını izler ve onlara yardımcı olurdum. Ama kendi başıma bir turşu deneyimim olmamıştı. Cahide Abla’nın karışık kış turşusu tarifini gördüğümde ben de denemek istedim. Tarife miktar bakımından aynen uydum. Sadece tuz miktarını annemin yöntemiyle ayarladım. Bu ilk turşu kuruşum olduğu için Cahide Abla tuzunu annemle ayarlamamı tavsiye etmişti çünkü =) Resimde turşu suyunun o güzel rengine dikkatinizi çekmek isterim, Allah (c.c.) ne güzellikler yaratıyor…

Kısa zamanda olan çıtır çıtır lezzetli bir turşuydu. Hepinize tavsiye ederim. Ama tansiyonunuz yüksekse fazla yememeyi unutmayın derim.

İşte tariflerimiz:

PORTAKALLI KEREVİZ

* 1 adet kereviz (3)
* 1 adet patates (3)
* 1 adet havuç-küçük boysa 2 adet (1 büyük boy)
* 1 adet küçük boy soğan (1 orta boy)
* Sıvıyağ
* Zeytinyağı
* Tuz
* 1 adet limon (Yarım büyük limon)
* Yarım portakal-boyutu küçükse 1 adet (3 adet küçük portakal)
* Yarım çay bardağı su (1 çay bardağı su)

Yapılışı:Ben üç adet kereviz kullanınca diğer malzemeleri de ona göre artırdım fakat bazı küçük değişiklikler yaptım. Kendi kullandığım malzemeler parantez içinde yazan kısımlar. Kereviz ve patatesleri çeyrek dolunay şeklinde, havuçları da yuvarlak olarak doğrayın. İlk olarak kerevizi doğrayıp limonlu suda bekletin. Sonra tencereye önce havuçları, ardından patatesleri ve en üste de suyu süzülmüş kerevizleri dizin. Üstüne de soğanı küçük küçük çentin. Portakalın suyunu sıkıp normal suyu da ekleyin. Sıvı yağını, zeytinyağını ve tuzunu kararınca döküp ocağı yakın. Sebzeler yumuşayıncaya kadar pişirin. Sakın sıcakken karıştırmayın =)

KARIŞIK KIŞ TURŞUSU

(Tarifi Cahide Abla’dan aynen kopyalıyor ve kendi eklerimi de yazıyorum)

* Bir orta boy beyaz lahana
* 5-6 adet havuç
* Yarım brokoli
* Yarım karnabahar
* Yarım kırmızı lahana
5 litrelik bir kap için:
* Bir su bardağı üzüm sirkesi
* Bir avuç nohut(ekşitmesi için)
* 2.5–3 yemek kaşığı kaya tuzu (Ben daha fazla kullandım, yöntemi aşağıda yazıyor).
* 1 yemek kaşığı şeker(ekşitmesi için)
* Bir küçük baş sarımsak

Yapılışı:
Lahanaları yumuşaması ve daha az yer tutması için 4-5 saat önceden doğrayıp 2-3 yemek kaşığı tuzla harmanlayın. Ben zamanım olmadığı için ancak 15-20 dakika bekletebildim. Daha sonra fazla tuzunun gitmesi için hafif sudan geçirin. Turşu kabının dibine nohutları ve bir kaç diş sarımsağı atın. Üzerine, doğradığınız sebzelerden sırasıyla dizin. Ben en alta havuçları, sonra karnabaharı, sonra brokoliyi ve son olarak da lahanaları dizdim. Dizerken ara ara sarımsak koymayı ihmal etmeyin. Bütün sebzeler bittikten sonra, turşu kabının içine sirkeyi döküp doluncaya kadar suyla doldurun. Bu şekilde suyu tam ayarlanmış oluyor. Sonra sebzeleri dökülmesin diye elinizle bastırarak bidondaki suyu başka bir kaba boşaltın ve içine tuzunu şekerini atıp karıştırın. Tuzu nasıl ayarladığımı aşağıda anlatacağım. Sonra bu karışımı tekrar bidona doldurun. Ağzını uzun bir havuçla sıkıştırın ki alttaki sebzeler yüzeye çıkmasın. Temiz bir poşeti turşuların ağzına örtün ve böylece hava almasını engelleyin. Son olarak ağzını sıkıca kapatın ve ılık bir yerde 2 hafta kadar bekletin. Cahide Abla’nın ikamet ettiği iklim daha sıcak olduğu için iki haftada olmuştur, bizinki olmaz düşüncesiyle biz turşumuzu mutfakta bırakmadık. Küçük bir kısır leğenine oturtup oturma odasının ılık bir köşesine koyduk. Her ne kadar Selahaddin Zerkubî’nin çatıda ağlayarak namaz kılarken gözyaşlarının donması sebebiyle secdeden kalkamadığı ve Hazreti Mevlânâ’nın hohlayarak bu buzları eritmesi sonucu secdeden kalktığı eski Konya kışları kalmasa da, yine de sert ve soğuk bir iklimimiz var. Bu yüzden turşuyu ılık odaya almak (annemin) güzel bir fikriydi ve gerçekten tam 14. gün turşumuz olmuştu.

Annemin yöntemiyle turşu tuzunun ayarlanması:

Turşunuzun suyunun bulunduğu kaba bir adet siyah zeytin atın. Zeytin sudan ağır olduğu için dibe çöker. Kaya tuzunu azar azar ekleyin ve karıştırarak eritin. Bu işleme devam edince bir müddet sonra zeytinin suyun üstünde yüzdüğünü hayretle göreceksiniz. Annemin bu yöntemi hep tutuyor ve turşuları kıtır kıtır-erimemiş oluyor. Bazılarına birazcık tuzlu geldi turşunun suyu. Eğer size de tuzlu gelirse suyunu içmek için bardağa aldığınızda biraz limon ve su eklemenizi öneririm. Hepinize afiyet olsun.

23 Mart 2010 Salı

YİTİRİLMİŞ ÖZGÜRLÜK


Her günkü gibi sıradan bir gündür. Okula gidersin ama bahçe kapısından içeri sokulmazsın. Sebebi, başına tac ettiğin Allah’ın emri’dir. “Yasak” derler. “Bununla içeri giremezsin!”. Tramwaylar ardı sıra gelmekte ve inenler bir bir okula girmektedirler. Sanki Allah’ın Kitab’ı bir tek başı örtülülere ya da sadece bayanlara indirilmiştir hâşâ. Erkekler duymazdan gelirler. Güvenlik noktasını geçen girer, geçen girer. Sen ve Allah’ın emridir diye başını kapatmış diğer öğrenciler kapıda öylece kalakalırsınız. “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” dersin kendi kendine. Haber merkezlerine haber edilmiştir fakat korkudan hiç bir kanal gelmez. Sadece yerel bir gazetenin muhabiri gelir. Elinde kamerası bile yoktur. Fakat işini yapmak için gelen bu muhabir güven(siz)lik görevlileri odasına alınır ve dört beş güven(siz)likçi birden yumrukla girişirler adama. Herkesin gözü önünde olur bunlar. Ama kimse müdahale edemez. Çünkü sen duvarın dış tarafında kalmışsındır ve güven(siz)lik odası duvarın diğer tarafında. Seni kapıdan sokmadıkları için gidip dövülen adama yardım bile edemezsin. sadece seyredersin.

Sonra polis panzerleri gelir. Bir de polis kamerası. Bir memleketin 18-20 yaşlarındaki pırıl pırıl evlatlarının üzerine panzerler sürülür. Ve robokoplar dağılır genç kızların arasına ellerinde coplarıyla. Kamera da yüzleri çekmektedir ki kimlikler tespit edilip okuldan uzaklaştırma verilebilsin diye. Neden? Hayır hayır, terör örgütünün militanları eylem yapıyor değildir. Sadece bir avuç başı kapalı kız okuluna girmek istemektedir hepsi bu. Duvarın dışında seninle beraber okula giremeyen arkadaşın ve duvarın diğer tarafında onu ve seni okula almayan arkadaşının polis babası!

Arka arkaya iki tramway birden yanaşmıştır durağa. İnen öğrenciler birer birer okula girerken, kızlardan birisi sinir krizi ile bağırır:

” ‘Her hangi bir şey olursa biz arkanızdayız bacım, her zaman size desteğiz’ diye bağıran …’liler! Hani neredesiniz? Bu muydu sizin verdiğiniz söz? Meydanlarda bağırmakla olmuyor bu işler, hani neredesiniz! ” Fakat o iki tramway dolusu insandan bir tek kişi bile ağzını açıp bir şey demez ya da destek olmaz. Başı kapalı kızlar adeta filmlerdeki ölüler gibidirler. Çığlık da atsalar, duyanları olmaz {O’ndan (c.c.) başka}. Toplum kör, toplum sağır, toplum dilsiz! Toplum adeta toplu bir sürü! Sindirilmiş-korkutulmuş-susturulmuş-bana ne’ci bir toplum işte!

Bir başka gün dişlerini tedavi ettirmek için gidersin okula. O gün ders yoktur. Sen sadece dişçiliğe gideceksindir. Kontrol noktasındaki güven(siz)lik görevlisi “öğrenci misin” diye sorar. Yalan söylesen ruhu duymayacaktır ya, Müslüman yalan konuşmaz diye “evet, öğrenciyim” dersin. Adam bağırmaya başlar böyle giremezsin diye. “Ama okul yok, ben de şu an talebe değilim. Randevu saatim geçiyor, girmem lazım” dersin. Ama nafiledir. “Siz yalan konuşulmayı hak ediyorsunuz! Yalan söyleyip hayır öğrenci değilim desem hiç bir şey yapamazdınız!” dersin ve adam tek kelam edemez. Olanları Allah’a havale ederek dişindeki o eşsiz ağrıyla uzaklaşırsın oradan.

Bunlar gâvuristanda değil, bu vatana kanını canını bütün varlığını dökmüş şehitlerin medfun bulunduğu senin canın yurdunda olmaktadır. Düşünürsün, Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u bunun için mi fethetmişti? Çanakkale’de bunun için mi 250.000 şehit düşmüştü toprağa? Vatanın bölünmez bütünlüğünü yüzyıllardır (Allah’ın yardımıyla) sağlayan ataların canlarını bunun için mi sermişlerdi yollara? Hayır, değil elbette. O halde bütün o şehitler, bütün o canlar, bu vatana ve bu dine emeği geçmiş bütün o geçmişin; gün gelip bu zulmü yapanlardan ve bu zulme SUSARAK!!! ortak olanlardan hesap sormayacaklar mıdır? Allah hesap sormayacak mıdır bir gün? İnsanlar tüm bunları ne çabuk ne kolay unutmuşlardır!

Sonra birileri Allah’ın emri olan baş tacına “siyasi simge” derler. Bilmezler ki onu siyasi simge olarak kullananlar da, bu yasağı çıkaranların işbirlikçileridir. Benim güzel gönüllü halkım topluma empoze edilen bu safsatalara inanır. “Evet yaa, doğru, siyasal simgedir bu” derler. Bilmezler mi bunu diyerek bu zulme destek olanlar da bir gün Allah’a hesap vereceklerdir…

Bu yara kanıyor, kapanmadı. Bu yara anlatmakla bitmez. Yaşadıklarımın tamamını yazsam roman olur. Bu ülkede, bu ülkenin evlatlarına uygulanan psikolojik baskı-yıldırma-ikna etme ya da adına her ne derseniz işte yapılan o çalışmalar, hayal ürünü değil. Hepsi gerçek. Lütfen bir yahudi atasözü olan “BANA DOKUNMAYAN YILAN BİN YAŞASIN”ı söyleyip de vicdanınızdan kaçmayın. Unutmayın ki bu kaçış bir gün kabirde son bulacak.

(NOT: 1. İş yoğunluğu ve il dışında katıldığımız medikal ekipmanlar fuarı dolayısıyla son günlerde pek yazı ekleyemedim ve sizleri ziyarete gelemedim. Bu yoğunluk bir müddet daha sürecek gibi görünüyor. Dualarınızı bekliyorum.

2. Sevgili Cahide Abla ve Jibek'in yeni sitelerindeki "Müdür Bir İzin Verse!" başlıklı yazıya bıraktığım bu yorumu, Cahide Ablam'ın önerisi ile sayfamda yazı olarak yayınladım. Cahide Abla'nın o güzel yazısını da okumanızı kesinlikle tavsiye ederim.

Hepinize sevgilerimle).

18 Mart 2010 Perşembe

SAMİMİ VE ÜRETİCİ =)




Geçenlerde Sevgili Tılsım ve Hilal Timur'dan aldığım Üretici Blogger Ödülü'nü, bugün de Sevgili Sacide Teyze'den aldım. Tüm arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. İlk ödülümde soruları cevaplamıştım. Merak edenler buraya bakabilirler.
Ve bugün bir de Kelebek'imden bir ödül gelmiş. Daha önce böyle bir ödül hiç görmemiştim. Tahmin ediyorum Kelebek kendisi hazırlamış. En Samimi Blog Ödülü =) Çok mutlu oldum, çok teşekkürler Kelebek'im. Ne diyeceğimi bilemediğim özel anlardan birisi =)

15 Mart 2010 Pazartesi

ÜRETİCİ BLOGGER ÖDÜLÜ


Sevgili tılsım ve hilaltimur bana üretici blogger ödülü vermeyi uygun görmüşler. İkisine de çok teşekkür ederim. Her ne kadar ödülün adının Türkçe'ye çevrilişi "yaratıcı" blogger ödülü olsa da, yaratmak sadece Allah'a (c.c.) mahsus olduğu için ben alttaki "yaratıcı" yazısını silip "üretici" yazdım. Çünkü bizler ancak Cenab-ı Hakk'ın verdiği akıl ile var olandan bir şeyler üretebiliriz. Yoktan var etmek ise ancak O'na hastır.

Ödülün sartlari şu şekildeymiş:

1.Sizi ödüllendirene teşekkür edin.
2.Sizi ödüllendirenin blog linkini yayınlayın.
3.Ödülün logosunu yayınlayın.
4.7 üretici blogger ödüllendirin.
5.7 blogun linkini yayınlayın.
6.Ödüllendirdiklerinizi haberdar edin.
7.Kendiniz hakkında 7 ilginç şey yazın

Ben de bu güzel ödülü şu arkadaşlarıma yolluyorum:

1. Kelebek Zeyyal
2. Ayşesüeda Aysun Abla
3. Aintab Sofrası Naile
4. Kemalpaşa Tatlısı Mine Abla
6. Papuç
7. Anlayamazsın

Gönül isterdi ki herkese birden yollayabilelim. Ama kural yedi kişiymiş. Bu yedi kişiyi seçerken ödülün adına yaraşır düşünmeye çalıştım. Mesela bildiğimiz malzemelerden farklı yemekler çıkaran ya da fotoğrafçılıkta insana vauvvvv dedirten :) arkadaşlar.

Hakkımdaki yedi ilginç şeye gelirsek, yani ilginç olur mu bilmem ama hakkımda yedi şey yazayım:

1. Bence en ilginç özelliğim Urfa Tutkunu olmamdır. Çünkü her ne kadar soranlara anlatsam da, şimdiye kadar bu tutkumu anlayabilen pek kimse çıkmamıştır :) Hele bir sorun sen kendin anladın mı diye =)

2. Simetri takıntım var. Perdeler, duvardaki tablolar, gardroptaki askıların yönü ... hep düzgün ve aynı olmalı.

3. Kuralcıymışım (hilal timur öyle söyledi =)=) )

4. Değişik yerler gezmeyi ve farklı kültürler tanımayı çok severim.

5. Okul öncesi yıllarımdan beri öğretmen olmak ve doğuya gitmek isterdim. Hala da isterim.

6. Çocukken gerçekleştirmek istediğim üç büyük hayalim vardı, gerçi hâlâ da varlar. Bunlardan birisi uzaya gitmek.

7. Başkasına dahi yapılmış olsa, haksızlığı sindiremem ve susamam. Bu nedenle de bazıları tarafından pek sevilmem.

İşte böyle. Bugünlerde çok yoğunum. Sizleri sık sık ziyaret edemiyorum. Kusuruma bakmayın ve duanızı eksik etmeyin olur mu?...

9 Mart 2010 Salı

GAZZE'DE BİR OKUL

Değerli Arkadaşlar,

Bir süredir eskisi kadar sık yazı ekleyemiyor ve sizleri sık sık ziyaret edemiyorum yoğunluktan dolayı. Fakat buna rağmen özellikle helal gıda ile ilgili araştırmalarımı da aksatmamaya çalışıyorum. Bazı firmalara bu konuda e-posta gönderdim. Sonuçlar bir toplansın, sizlerle de paylaşmak isterim inşaAllah.

Dün Elazığ'da vuku bulan deprem dolayısıyla içimiz bir kez daha cızz etti. Vefat eden kardeşlerimize rahmet, başta aileleri olmak üzere tüm milletimize de baş sağlığı ve sabır diliyorum. Cenab-ı Hak bir daha böyle acılar göstermesin. Şimdi zaman Elazığımız'ın yaralarını hep birlikte sarma zamanı. O yıkılan evler yerine yeni evler inşa etmek, o insanların yaşamlarını devam ettirecek imkânlar sağlamak lazım. İnanıyorum ki bizim gani gönüllü milletimiz her şeyi devletten beklemez, kendisi de koşar yardıma. Daha önceki afetlerde yaptığı gibi...

Esasen bu gün başka bir yazı eklemeyi düşünmüştüm. Fakat az önce bir arkadaşımdan gelen bir e-postayı görünce, bunu hemen yayınlamalıyım diye düşündüm. Gazze'de bir okuldan çekilmiş fotoğraflar. Göreceğiniz ışıklar, havai fişek filan değil. Bu resimleri gördükten sonra hala Yahudi malı almaya devam edecek bir yürek var mıdır? Varsa da zaten o, yürek olmaktan çıkıp taşa dönüşmüştür zannediyorum. Bu konuda bir bilinç yayılması için elimden gelen çabayı sarf ederken çok ilginç cevaplar aldım insanlardan. "Ama ben paramla mal satın alıyorum, bundan doğal ne olabilir ki?" diyen bile oldu. Ama sen paranla bebelere kurşun satın alıyorsun, bundan acı ne olabilir ki? Filistin'de katledilenler sadece Müslümanlar değil. Hristiyan Filistinliler de var. Bu konuda okuduğum bir kitaptan biliyorum, Yahudiler için dünyada iki çeşit insan vardır. "Yahudiler" ve "diğerleri". "Diğerleri" kategorisinde olan tüm insanlar, onların inanışına göre pisliktir. Kitapta ayrıntılı anlatılıyordu bu. Ve çarpık inanışlarına, bozulmuş kitaplarına göre; Büyük Projelerine ulaşabilmek için önlerine çıkan insan-koyun ne olursa öldürmek, onlara göre bir ibadet. Kitapta onların bozulmuş kutsal! kitaplarından bölümler de vardı. "Amacına ulaşmak için taş üstünde taş bırakma, önüne geleni öldür" gibi bir metin vardı. Anlayacağınız öldürürken dinine diyanetine bakmıyorlar. Yahudi mi değil mi? Değilse katlet gitsin. Zihniyetleri bu. Bizim güzel ve Hak dinimiz insana insandır diye değer verirken, çarpık zihniyetler önüne gelene insan mı nesne mi diye bakmadan yakıp yıkıyor. Lütfen gözlerinizi kaçırmadan aşağıdaki resimlere bakın, bakarken de empati yapın. MazaAllah o yavrular sizin yavrunuz da olabilirdi. Artık bu konuda biraz daha hassas olalım lütfen.

Burada resimlere geçmeden belirtmek istiyorum, arzu edenler Filistin için yazılmış ve önceki tarihlerde eklenmiş olan "Anne, Ellerim Nerde?" adlı şiirime bakabilirler.
İşte e-posta ile gelen resimler:

( UNRWA SCHOOL IN BEIT LAHIA, GAZA , PALESTINE )



























5 Mart 2010 Cuma

ANALI KIZLI

Cümleten hayırlı cumalar. Senelerdir yemek istediğim ve çok merak ettiğim bir yemekti analı kızlı. Ama ne bunu yapıp bana ikram edecek Malatyalı bir tanıdığım oldu, ne de güvenip de "doğrusu budur" diye uygulayabileceğim bir tarif. Geçenlerde Cahide Abla bu yemeği yapıp ekleyince hemen işe koyuldum. Anlayamadığım yerleri tek tek sordum. Senelerdir bekliyorum ya, yaptığıma değsin diye her ayrıntıyı öğrendim =) Ve nihayet tarifi uyguladım. Sadece üç değişiklik yaptım. Birincisi ufak köftelerin ortasına parmağımla bastım Fellah köftesi misali. İkincisi parça et alınıp evde robotta çekilecekti. Ben robotumu yormayım diye parça et alıp markette çektirip geldim. Evde tekrar harçla çektim tabi. Üçüncüsü ise köfteleri biraz kalın açmam. Çünkü hem ilk denemem olduğu için beceremezsem suya girince dağılır diye çekindim hem de iş dönüşü zamanım dardı =)

Her zamanki gibi akşam yapıp akşam fotoğraflayınca, renkler çok güzel çıkmadı. Makinamın pek çok özelliğini bilmiyorum ve öğrenmeye ayıracak vaktim de yok şu sıralar. Bu yüzden yemeğin rengi biraz boz çıktı. Hâlbuki içinde hem Urfa hem de Ayıntap salçası vardı. Rengi öyle tatlı bir kırmızıydı ki, bunu fotoğrafa yansıtamadım ne yazık ki. Neyse siz hayalen kırmızı olduğunu düşünün inşaAllah =) Tarifi Cahide Abla'dan aynen kopyalıyorum. Orijinaline bakmanızı da tavsiye ederim çünkü tüm aşamaları ayrıntılı fotoğraflayıp anlatmış sağolsun. Bu güzel yemeği öğrenip tatmama vesile olduğu için Cahide Ablacığım'a teşekkür, imkan verdiği için de Cenab-ı Hakk'a şükrediyorum. İşte tarifimiz (biz üç kişi olduğumuz için malzemeleri yarım ölçek kullandım. Bize tam geldi. Aşağıdaki tarifte tam ölçüler yazıyor) :

Püf noktası etinin yağsız olması,çok iyi yoğrulması,tuz ayarının iyi yapılması.

MALZEMELER

* 400 gr.yağsız et
* 1 su bardağı ince bulgur(simit)
* 4 su bardağı orta bulgur (Konyamız’da orta bulgur pek görmedim. Bir pilav yaptığımız bildiğimiz büyük bulgur vardır, bir de kısır yaptığımız bizde düğü Ayıntap’ta simit denen ince bulgur vardır. Dolayısıyla ben bulguru orta bulgur haline getirmek için havanda biraz dövdüm).* 1 orta boy soğan
* 1 yemek kaşığı un
* 2 tatlı kaşığı tuz
* 1 çay kaşığı karabiber

KÖFTENİN İÇ MALZEMESİ

* 300 gr.orta yağlı kıyma
* 6 adet büyük soğan
* yarım demet maydanoz
* tuz karabiber
* kimyon,yenibahar,
* pulbiber

KÖFTENİN SUYU İÇİN

* 1 yemek kaşığı biber salçası
* 1 yemek kaşığı domates salçası
* 1.5 lt.sıcak su
* 1 tatlı kaşığı tuz,karabiber

ANALI KIZLI KÖFTENİN YAPILIŞI

*Eti ve soğanı iyi çeken bir robottan macun kıvamına gelene kadar çekin
*Bulgurun içine katın, bir yemek kaşığı salça, karabiber ve tuzu da ilave edip karışana kadar yoğurun.
*Karışımın önce bir yarısını robota alıp, üzerine bir buçuk su bardağı su koyun (bu kısmı doğru yaptım mı bilmiyorum ama ben sıcak su koydum ve iyi oldu) ve yüksek hızda 1 dakika çalıştırın.
*Diğer yarısına da aynı işlemi tekrarlayın.
*Robotta çektiğiniz hamura ununu ilave edip yoğurma kabına alın 10 dakika kadar yoğurun.(bu esnada biraz cıvık gibi gelebilir ama daha sonra sertleşecektir.)
*Hamurdan küçük bir yumurta büyüklüğünde alıp elinizi ıslatarak açmaya çalışın hemen bölünmüyor rahat açılıyorsa kıvamı tamamdır.
*Analı kızlının köfteleri çok büyük olmamalıdır. Bu yüzden yine küçük bir yumurta büyüklüğünde alıp köftelerinizi yapın.
*Hamurun beşte birini ayırıp küçük köfteler için kullanın. Bir kaç köfte yaptıktan sonra kalan hamur katılaşmaya başlar. Bu yüzden 4-5 köftelik miktarda
*hamurdan alıp biraz tuz ve su ilavesiyle yoğurun. Bu bitince tekrar o kadar bir parça alıp yine aynı işlemi uygulayın.
*Bir tencereye 4-5 yemek kaşığı sıvıyağ ve salçayı ekleyip kavurun 1.5 lt.suyu ilave edin.1 tatlı kaşığı tuzu da katıp kaynamaya bırakın.
*Su kaynayınca köftelerin önce bir yarısını suya atın 5 dakika haşlayın. Haşlanan köfteleri bir kevgirle alıp delikli bir süzgece koyun.
*Sonra diğer yarısını atıp yine aynı işlemi uygulayın. Küçük köfteleri ayrı haşlayıp ayrı bir yere alın.
*Köfteleri uzun süre suda bekletmiyoruz çünkü yumuşayabilirler. Servis yapacağımız zaman köfteler soğumuşsa kaynattığımız suyuna atıp 1-2 dakika ısınmaları için tutuyoruz.
Not:Köfte suyuna attığımız tuz köftelerin dağılmadan pişmelerine yardımcı olur.Böylece köfteler sıkılaşır.
Eğer büyükşehirlerde oturuyorsanız köfte için kullanacağınız eti inek veya koyunun bacak kısmından elde edilen sinirli etle yapın ki köfteler dağılmasın.Çünkü Doğal eti bulmak oralarda çok zor oluyor.

4 Mart 2010 Perşembe

ÇANTA MİMİ

Kısa bir yokluğun ardından merhaba. Sevgili Tuba'dan çantamda bulunanları resimleyip yazmamı istediği ilginç bir mim gelmiş =) Yoğunluktan dolayı bir müddettir buralara uğrayamadığım için cevaplamak ancak bu güne nasip oldu. (Bu arada yokluğumu farkedip hatrımı soran Mine Ablam'a teşekkür ediyorum).
Şu an çantamı döküp de resim çekebilme imkânım yok =) Hem gecikmiş cevabımı daha fazla ertelememek için hem de çantamı resimlemeye çekindiğim için sadece bulunanları yazayım dedim. Evvelce misvak, ayna ve çakmağı çantamdan hiç eksik etmezdim sünnettir diye. Ancak belimde oluşan ağrılardan sonra doktorum "çantandakileri asgariye indir, mümkünse çanta bile taşıma" dediği için; mümkün olduğunca azalttım içindekileri. Bulunanlar şöyle:
* Cüzdan
* Bozuk para cüzdanı
* Elektronik Tesbih
* Ayna
* Cep telefonu ne yazık ki :(
* Okuduğum kitap
* Anahtarlık
* Elkart (Konya'da toplu taşıma araçlarına binerken kullanılıyor)
* Kalemlerim ve not kağıdım (eskiden not defteri taşırdım, şimdi kağıt taşıyorum hafif olsun diye)
* USB bellek
* Kullanmamayı tercih etsem de her ihtimale karşı bulundurduğum ağrı kesici
Cevaplanması zor olan bu mimi Handenur ve Anlayamazsın kardeşlerime gönderiyorum. Cevaplamak istemezlerse de canları sağ olsun =) Hepinize sevgilerimle.