24 Ekim 2024 Perşembe

Sırra Mektup


Kadın bu defa adamın fotoğrafına bakarak konuşmadı. Kalemi ve kağıdı eline alıp masanın başına geçti. Oturup adama bizzat mektup yazmaya başladı:

"Merhaba ruhumun sırlı azığı, 
Sana bu mektubu, hiç bir zaman gönderemeyeceğimi bilerek yazıyorum. Diyeceksin ki o zaman neden yazıyorsun? Olsun. Belli mi olur? Belki Rabb'im sürpriz bir kavuşma bahşeder de sana gönderemediğim tüm bu mektuplarımı bizzat iletme fırsatım olur okuman için.. 

Uzun bir yolculuğa çıktım. Hem gerçek hem içsel bir yolculuk. Yorgun vücudumu dinlendirmek, bezgin kalbimi iyileştirmek için iyi bir fırsattı bu. Şifaya koşarak yaklaşmaya çalıştım. Bu süreçte herşeyden uzaklaşıp doğada kendimi dinledim. Dalgaların sesi, yaprakların hışırtısı, kedilerin mırıltısı ve martıların ötüşü dışındaki sesler yoktu adeta. İnanır mısın, senin fotoğrafına bile bakmadım. Düşünmemek istedim. Hiç bir şeyi düşünmeden, tüm hasretleri, tüm çileleri unutup sadece dinlenmek sadece iyileşmek istedim. Belki de unutmak istedim, bilemiyorum. Ama sevdanın imzası bir kez kalbe atıldıysa, sen istediğin kadar unutmak dile nafile... Sen unutsan hücrelerin unutmuyor. İyi ki de unutmuyor. Nasıl bir çelişkideyim görüyorsun değil mi? Bir yanım bu yorgunluğa bu hasrete bir son vermek istiyor, diğer yanım senden geçemiyor ve iyi ki de unutamıyorum diye seviniyor. Bunu anlayabiliyor musun? Anlayamamanı anlayabiliyorum:) Çünkü ben bile kendimi anlayamıyorum. 

Biliyor musun bugün güne farklı bir mutlulukla uyandım. Sebebi sen. Gözlerim açıkken fotoğrafına bakmadım ama gözlerimi yumduğumda seni gördüm. Hayırlara gelsin. Uzun uzun sohbet ettik. Seni sevgimden haberdar eden bir sohbet değildi bu. Normal tanışma gibi bir şeydi. Ama o bile güzeldi. Samimi, içten bir sohbetti. Sohbetin sonunda bahçende yetiştirdiğin gülleri sordum. Güllerinle ilgili benden dua istedin. Buna çok ihtiyacın olduğunu söyledin gözlerindeki o derin kederi örtmeye çalışan zoraki gülümsemenle. Ahh bilsen ki ben sana zaten hep dua ediyorum. Ama diyemedim tabi ki. Diyemedim ki o keder beni öldürüyor, derdini biliyorum ve bunun için sana hep dua ediyorum. Diyemedim. Seni sevdiğimi de söyleyemedim. Bir yabancı gibi, çocukları aynı sınıfta okuyan iki veli gibi, aynı mahallede oturup birbirini sadece kafa selamıyla tanıyan iki uzak komşu gibi "tabi" dedim, "etmez olur muyum, ederim tabi". Peki bunu söylerken hissettiğim kederi sana hissettirmemek için nasıl çabaladığımı farkettin mi yoksa saklamayı başarabildim mi? Boğazımda demir bir leblebiyi yutamadan tutmak gibi, Phare de La Jument denizfenerinde yapayalnız kalmak gibi, alevler içinde cayır cayır yanarken gül bahçesindeymiş gibi görünmeye çalışmak gibi... Zor. Çok zor. Bunca severken, seni görünce sıradan biri gibi davranmak _rüyada da olsa_ çok zor. Ama olsun. Tüm bu zorluklara tüm bu kahırlara rağmen mutlu uyandım. Çünkü seni gördüm, seninle konuştum. 

Umudum, hayat ışığım, yüreğimin mutluluğu, ruhumun sırlı azığı, gözlerindeki kederin gitmesi için daima dua ettiğim, tanıdığım en güzel gül yetiştiricisi; iyi ki varsın. Yeni bir sohbette görüşmek ümidiyle :) Rabb'im'e emanet olasın... 

24 Ekim 2024 / KONYA / 21.25

2 Ekim 2024 Çarşamba

Salıver Gitsin


İnsan bu hayatta birçok şey yaşıyor. Yaşadığımız şeylere zaman zaman gülüp geçtiğimiz zaman zaman ise kafaya taktığımız oluyor. Bu biraz mizaçtan, kişilik yapısından; biraz tecrübeden, hatta bulunduğumuz çevreden ve kimlerle oturup kalktığımızdan bile etkilenen bir olgu. Ancak sonuç itibariyle ne yaşarsak yaşayalım neleri kafamıza takarsak takalım son tahlilde gelinen nokta hep aynı oluyor:
Bu dünyada sağlıktan ve imandan daha kıymetli hiç bir şey yok! 
Kafaya taktığın şeyler sağlığını bozmaktan başka bir işe yaramıyor. Ne taktık diye düzeliyor o taktığımız şeyler ne de biz kendimizi düşüne düşüne perişan ettik diye işler yoluna giriyor. Bediüzzaman Hazretleri hak etmeyene verilen değeri açıklarken "kırılacak şişe hükmündeki camlara elmas kıymeti vermek" ifadesini kullanır ya, ne kadar can alıcı ne kadar etkileyici bir ifade bu! İnsan bazen bazı şeyleri öylesine kafaya takıyor ki; yıllarıma, verdiğim emeklere, gösterdiğim vefaya yazık oldu diye düşünerek adeta uykuyu durağı kaybediyor. Düşünmekten bir hal oluyor. Peki gelinen sonuç ne? "Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış!" Kırgınlığınızdan haberi olmayacak şişe camları için kendinizi hiç boşuna perişan etmeyin. Bu dünyada gerçekten ama gerçekten her şey boş. Eğer sağlığımız varsa en kıymetli en zengin insan biziz. Hani dinimizde de der ya insan eğer sağlıklı ve imanlı bir şekilde geceye ulaşabildiyse ondan daha zengini yoktur diye, kesinlikle ve kesinlikle öyle. Cenab-ı Hakk hepimize iman gürlüğü versin. Sağlığımızı sıhhatimizi afiyetimizi daim etsin. Eğer imanımız ve sağlığımız yerinde ise geri kalan hiçbir şey gerçekten kafaya takmaya değmiyor. Üç günlük yalan dünyada kırılacak şişe hükmündeki camlara elmas kıymeti verdiği zaman insan aslında kendi vücudunun kul hakkına girmiş oluyor. Konyamızın harika bir lafı vardır "Salıvır seroşu yıkılınca kadar gitsin" derler. Gerçekten de azıcık salıvermek lazım. 
Ben bu içeriğe benzer bir yazıyı yıllar önce yine yayınlamıştım bloğumda. Anlaşılan hala dersimi almamış olacağım ki yıllar sonra tekrar aynı şeyler başıma geldi, yıllar sonra yine aynı noktaya geldim... Hani anlamak başka idrak edip hayatına geçirmek başka ya, Allah'tan dileğim artık bu dersi gerçekten idrak edip hayatıma geçirmiş olmak ve bir daha kendi vücuduma sağlığıma eziyet edecek kadar hiç kimseye kıymet vermemek. Bu dünyada değer verdiğinizde boşa gitmeyecek tek varlık Cenab-ı Allah'tır. O'nun ötesinde hiç kimse için fazla fedakarlıkta bulunmamak lazım. Yaptığını Allah için yap ve bunun harici bireysel fedakarlığı ve genel vericiliği bırak. Zira insan "yaptıklarım/emeklerim boşa gitti" cümlesini bireysel ilişkilerde kullanabilir ama sadece Allah rızası için yapılan şeylerde kullanmaz. Hâsılı kelam; ne yaparsak Allah için yapalım, Allah'a dayanalım, kırılacak şişe hükmündeki camlardan vazgeçmek için de onların kırılmasını beklemeyelim. Sağlığımız ve huzurumuz daim olsun. Yeni bir yazıda görüşmek dileğiyle. Umut hep vâr olsun. 

02 Ekim 2024 / KONYA / 14.21

23 Ağustos 2024 Cuma

Mavi Tesbihin Gizemi


Kadın o gün gazetedeki köşesine diğer günlerden çok farklı bir yazı gönderdi. Dizgide bu yazıyı basmakla basmamak arasında bir tereddüt yaşandı. Ama sonuçta kadının iradesine müdahale etmemek için basmaya karar verdiler. Böyle bir yazı yazıyorsa bir bildiği vardı illa ki. Kadın gazetede çok ses getiren bir yazardı. Hazırladığı her yazı dizisi ülkede geniş yankı uyandırıyordu. Belli ki şu an farklı bir yazı dizisine başlayacaktı ve bu da onun ilk yazısıydı. O yüzden noktasına virgülüne dokunmadan yazıyı yayınlandılar. Yazı şöyleydi:

"Bu yazının kurguyla ve hayalle ilgisi yoktur. Birebir yaşanan gerçeklere dayanmaktadır. Yıllar öncesinden bir kişinin bana özür borcu vardır. Siz okuyucu dostlarımı bu yazıyla meşgul ettiğim için üzgünüm ama mezkur kişi ola ki görür diye yazıyorum. Adını zikredemem. Ancak mavi tesbih dersem o kendini bilecektir. Mavi tesbihin sahibi, yazımı görüyorsan bil ki borcunu ödemeni bekliyorum. Telefon numaramı biliyorsun, bana oradan ulaşabilirsin. Selametle"

İşte yazı burada nihayete eriyordu. Son derece kısa ve net yazılmıştı. Şimdi hem okuyucular hem de gazete ekibi heyecan ve merakla gelecek günlerin getireceği cevapları bekliyordu... 

23 Ağustos 2024 / KONYA / 01.45


*Fotoğraf alıntıdır. 

13 Temmuz 2024 Cumartesi

RUHUN SIRLI AZIĞI


"Biliyor musun?" dedi kadın yine adamın fotoğrafına bakarken, "Dün bana yazdı. Sonra görüşmek istediğini söyledi." Bunları anlatırken fotoğrafta adamın gözbebeklerine bakıyordu. Sanki canlı canlı karşısında duran birine anlatır gibiydi. Devam etti sonra:
Yanıma gelmek, beni görmek istediğini söyledi. Ama ben kabul etmedim. Çok ısrarcı oldu. Çok üstüme düştü. Gece gündüz mesaj yazdı. Ama sana olan sevgime ihanet etmedim. Yalnızlık çok zordu. Ama ona hiç bir zaman evet demedim. Yüreğimin en derin yerinde sır sandığının içinde sen varsın, sadece sen... Hala benden haberin bile yok. Keşke olsa mı diyorum boşver böyle kalsın mı diyorum inan bilmiyorum artık. Bildiğim bir tek şey var ki seni çok seviyorum. Yorgun bir gönlün çaresiz sevdası bu. Gözlerindeki kederi, yüreğindeki yükü uzaktan izliyorum. Keşke yanına gelebilsem. Keşke bölüşebilsem. Keşke ellerini tutup 'korkma artık yalnız değilsin, ben burdayım' diyebilsem. Sen kapalı kapılar ardında her ağladığında ben iki kez ağlıyorum ahh bir bilsen... Öyle yalnızım ki. Ve çok yorgunum. Onun bana mesaj yazdığı gibi ben de sana yazsam mı diyorum ara ara. Sonra cesaret edemiyor vazgeçiyorum. Bir mesaj insana ne anlatır ki? Elimden gelse, kalbimde senin için yanan yıldızları gösterirdim. Hiç konuşmadan yüreğimin en derinindeki seni gösterirdim. Onları görmeden bir mesajla beni nasıl anlayabilirsin ki! Ahh hayat çok zor. İkimiz de yalnızız. Ama her akşam senin yüreğine konan bir dua kuşu var. O kuş geldiğinde görmesen de huzurunu hissediyorsundur. Oysa ben, ben yapayalnızım. Bomboş ve soğuk bir hayatım var. Çaresiz, yorgun, kimsesiz bir hayat. Ama sen var ya sen, sen benim gücümsün. Yorgun yüreğimin sevinci ve umutsuz umudusun. Ahh bi görseydin içimi kim bilir belki de...

02 Temmuz 2024 / KONYA / 15.43 

23 Haziran 2024 Pazar

SIR

Kadın adamın fotoğrafına bakarken, onun sevip de kaybettiği yavuklusuna duyduğu hasreti hissetti. Kadın adamı seviyordu, adam da uçmağa varan yavuklusunu. Kadın adamı seviyordu, ama adamın bundan haberi yoktu. Öyle çok sevmişti ki kadın, Rabb'ine adamın mutluluğu için dua ediyordu. Kendi mutsuzluğuna mal olacağını bilmesine rağmen...

İçinden adamın fotoğrafıyla konuşmaya başladı:
"Ben zaten kavuşulmamış aşkların failiyim. Olsun varsın. Sen mutlu ol, ben senin mutlu olmanla mutlu olur, bununla yetinirim. Ben seni uzaktan daaa içimden de severim. Biliyor mus...; hayır hayır, biliyorum bilmiyorsun. Seni sevdiğimi bilmiyorsun. Ben seni öyle çok öyle çok sevdim ki, senin mutluluğun için kendi sevinçlerimden vazgeçecek kadar. Acaba seni bu kadar çok sevdiğimi bilseydin ne yapardın? Bazen merak etmiyor değilim. Zaman zaman şunu da merak ediyorum, acaba benim seni sevdiğim gibi sevilmek nasıl bir duygudur? Böyle içten, böyle gerçek, böyle yürek yangınıyla... Ahhh bilmiyorum... Bilmekten korkuyor muyum onu da bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki göz bebeklerindeki keder beni öldürüyor. Ve onlardaki mutluluk pırıltısı, benim mutluluğuma yetiyor. Sen hep mutlu ol adam. Senin mutluluğun bana azık olacak. Kaybettiğim yaşama sevincim olacak. Gözlerindeki kederin geçtiğini gördüğüm gün, Allah'ım çok şükür acısı dindi artık mutlu diyeceğim. Ve senin için bahtiyar hissedeceğim...

22 Nisan Pazartesi ve 17 Mayıs Cuma 2024 / Konya / 21.48 ve 09.42

7 Nisan 2024 Pazar

Hoşgeldin

Yeniden heyecan duyabilmek ne güzel. Öldüğünü zannederken, kalbinin hâlâ attığını farketmek ne güzel. Her şey bitti sanarken yeniden başlamaya dair umudun dirilmesi ne güzel...

Öldü sanmıştım ya içini, ölmemişsin.
Öldü sanmıştım ya onu, ölmemiş.
Yaşıyorsan hâlâ umut var demektir sözü nasıl da  doğruymuş meğerse. Kalbinin bunca yıldır atmayışı üstüne keder perdesi çekilmesindenmiş. Âb-ı hayâtı görende bak nasıl da tıkırdayıvermeye başladı...

Aynı işi yapıp duran o işe karşı duygularını kaybeder derler. Hani bir çocuk kesilen koyuna ağlarken kasap gülümseyerek keser. Hani birisi parmağı kesilene ağlarken doktor kopan parmağı dahi diker soğukkanlılıkla. O hesap işte. Sen de yaşarken mütemadiyen "yaşayan ölüler"i gördüğün için bir sonrakinde daha az etkilenmeye başladın. Böyle böyle devam etti. Sonrasında artık hiç hissetmez oldun. Duygusuzlaştığını, ölüyor olduğunu sanmıştın ya, bak öyle değilmiş. Perdeler aralanıp da can suyu görününce kalbinin atışları duyulmaya başlandı yeniden. Tıpkı yıllar evvelinde olduğu gibi. Bırak yaşayan ölüler gittikleri yerlerde kalsınlar. Bırak seni öldürmeye çabalarken aslında kendilerini öldürdüklerini bilmesinler. Sen can suyuna bak. Bir yudum iç âb-ı hayâtından. İç ve dirilişin tadını çıkar.

Hoşgeldin umut, hoşgeldin neş'e, hoş geldin kalp çarpıntısı, hoş geldin hayat!...

30 Haziran 2021 / KONYA /22.17

6 Aralık 2023 Çarşamba

Konya Şehir Hastanesi Su Altı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp Ünitesinde İlginç Bir Deneyim

Merhaba sevgili blog dostları, 
Aklım ve kalbim hep buralarda olsa da uzun zamandır yazı ekleyemedim. Ve şimdi farklı bir yazı ile karşınızdayım :) 

Bundan 7 ay önce sol kulağımda enfeksiyona bağlı ani işitme kaybı oluştu. Kulağımda sürekli ziller çalıyor ve içine şiş batar gibi oluyordu. Ayrıca adından da anlaşılacağı gibi o kulaktan duymuyordum. Beyhekim hastanesinde yapılan testler sonucu acil olarak Konya Şehir Hastanesi'ne Hiperbarik Oksijen Tedavisi için gönderildim. Açıkçası o ana kadar hiperbarik terimini duymamıştım bile. 

Şehir hastanesinde yapılan tetkikler sonucu kulağımdaki işitme kaybı için hiperbarik oksijen tedavisine başlamam uygun görüldü ve sıraya adım yazıldı. Böylece maceram başlamış oldu. 

Başıma gelen bu hadise ile araştırıp öğrendim ki geçmeyen yaralar, işitme kaybı, göçük altında kalıp uzuv kesilmesi, ileri düzey kemik erimesi gibi bir çok rahatsızlıkta hiperbarik oksijen tedavisi uygulanıyormuş. Tedavi özetle basınçlı bir odada size oksijen verilmesi demek. Bu da hücre yenilenmesine ve çabuk iyileşmeye vesile oluyormuş. 

Tedavime hemen başlanmayıp adımın sıra listesine yazılması ise bekleyen çok kişi olmasından kaynaklanıyor. İşitme kaybı tedavisinde süre çok mühim olduğu için AİK (ani işitme kaybı) hastalarına öncelik tanıyorlar. Benim tedavimle eş zamanlı olarak Ankara'daki bir akrabama da hiperbarik oksijen tedavisi uygulandı. Kendisiyle süreci konuşurken Konya'da bu tedavinin olmasına çok şaşırdığını belirtti. Eskiden sadece Ankara İstanbul gibi merkezlerde oluyormuş. Ama şimdi şehir hastaneleri sağolsun, pek çok yerde var. 

Şimdi size tedavi bölümünü tanıtayım:


İşte bu kapsülün içinde hiperbarik oksijen tedavisi uygulanıyor. Öncelikle size bir dosya açılıyor ve birim doktorlarından birisi sizin doktorunuz olarak atanıyor. Yapılması gereken (yazılı) anket/soru cevap vb her şeyi doktorunuzla hallediyorsunuz. Sonra hangi seansa gireceğiniz hakkında bilgi veriliyor (sabah, öğleden sonra). Her bir seans iki saat sürüyor. 


Denizaltını andıran kapsülün ışıkları yanınca görünümü böyle. Seans başlama saatinden en az 15 dakika önce orada hazır bulunmanız isteniyor çünkü kapsüle girmeden bir giyinme hazırlanma süreci var:) Mümkünse tok gelin diye de uyarılıyor çünkü seans esnasında basınçtan dolayı mide bulanması olabiliyormuş. 
Seans öncesi size yüzde yüz pamuk kıyafetler veriyorlar. İçeride yüksek oranda oksijen olacağı için üzerinizde takı bulunması, oje, jöle gibi tutuşmayı artırıcı şeyler bulunması kesinlikle yasak. Bir defasında seans başlamasına geç kalıp sonradan gelen bir hanım aceleden kolundaki altın bilekliğini unutmuş. Kapsüldeki görevli bilekliği hemen sargı bezinin içerisine koyup iletme kapsülü ile dışarıya yollamıştı. Böyle bir durum olursa kapsülün(kabinin) kapılarını açmadan, minik iletme kapsülü ile dışarıdan içeriye içeriden dışarıya alışveriş yapmak mümkün. İçeride yüksek oksijenden dolayı parlama ve patlama olabileceği ihtimali ile üzerinizdeki pamuk kıyafetler ve su şişeniz harici hiç bir şey bulundurulmuyor. Hatta bir defasında seansa giren bir teyzenin ayağında polyester(ince) çorap vardı, onu uyarmışlardı bir daha bu çorapla gelme diye. Bir de içeride oksijen maskesini takacağımız zamana kadar kullanmamız için herkese birer kağıt maske veriliyor her seans öncesinde. 


Kapsül içinde böyle yangın söndürücü tüp bulunuyor. 


12+2 adet oturma alanı var. Her bir hasta bunlardan birine oturuyor. Bir de görevli giriyor sizinle beraber. Aynı tedavinin tek kişilik kapsül şeklinde olanları da varmış. Hatta haberlerden duymuşsunuzdur belki, ünlü futbolcu Ronaldo evine hiperbarik oksijen kapsülü kurdurmuş. Futbolcular erken yaşta jübile yaparken, Ronaldo'nun yaşına rağmen devam edebilmesinin nedeni buymuş. Ronaldo'nun onbinlerce dolara evine kurdurduğu tek kişilik kabin tedavisini devlet bizlere kocaman oda şeklinde üstelik ücretsiz veriyor. Ne diyelim, Allah devletimize zeval vermesin. 


Kapsülün her iki tatafında da kapı var. 


Bu kapıların arkasında televizyon ekranı var. Zira seans 2 saat sürüyor ve içerde zaman akıp gitmediği için oyalanmanız maksadıyla video açıyorlar. Siz o videoyu izlerken sıkılmıyor ve zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyorsunuz. Benim seanslarım esnasında TRT'nin eski komedi dizisi Yedi Numara'yı izletiyorlardı. Her gün, bir önceki günden kaldığımız yeri açıyorlardı ve oradan devam ediyorduk. 


Kapsülün ya da kabinin bir uçtan diğer uca görünümü böyle. Dışarıdan içeriye sokulabilen tek şey dediğim gibi pet şişede su. Onun da seans öncesi kapağını açmanız isteniyor. Zira içeride yüksek basınç oluşacağı için seans öncesinde şişenin kapağını açmaz da içeceğinizde açarsanız yüksek basınçtan dolayı şişe patlıyor. Buna dair video var internette. Oradan bakabilirsiniz. Ayrıca içeri girdiğinizde seans başlamadan önce herkese birer tane (sargı bezinden kesilmiş) bez parça veriliyor. Olaki ihtiyacınız olursa mendil amaçlı kullanmanız için. Zira dışarıdan içeriye mendil de sokmak yasak. 


Bu fotoğrafta oturma alanlarına dikkatli bakarsanız yukarıdan ikişer hortumla bir maske indiğini fark edeceksiniz. 


Maskeler burada daha yakından görünüyor. Her koltuğun yukarısından 2 hortum iniyor ve hortumların ucuna kişinin kullanacağı maske takılıyor. Bu hortumların birinden temiz oksijen girişi sağlanırken diğerinden de soluduğunuz karbondioksit çıkışı sağlanıyor. Yani kirli ve temiz hava birbirine karışmıyor. Maskeler kişiye özel takılıyor ve her kullanımdan sonra dezenfekte edilmeye gidiyor. Kadınlara S erkeklere M beden maske veriliyor. Böylece yüz hatlarınıza ancak uyum sağlıyor. 

Seans başlarken kapılar kapatılıyor, herkes pet şişesinin kapağını açıyor ve içerideki görevli "dalış başlıyor" diyor. O sırada denizaltıyla denizin dibine daldığınızı düşünün, aynı onun gibi kapsülün basıncı yükseliyor. Haliyle sizde de kulak tıkanıklıkları oluyor. Aynı uçağa bindiğimizde yükselirken olduğu gibi. Zaten seansa ilk katıldığınızda daha seans başlamadan görevli basınç yükselirken kulağımızı nasıl eşitleyeceğimizi anlatıyor. Bu kapsüle gripken girmemek gerekiyor çünkü burun yolunuzun açık olması şart kulak eşitlemesi için. Eğer kulak eşitlemesi yapamıyorsanız kulakta çok ciddi sancı hissediliyormuş. Öyle bir durumla karşılaşanların hiç beklemeden görevliye bildirmesi isteniyor. Benim girdiğim dönemde bir kişinin başına böyle bir şey geldi. Bu durumda içerideki görevli öncelikle uyarı düğmesine basıyor ve dışarıdaki görevliye seslenerek seansın durdurulmasını istiyor. Sonra basınç eşitlemesinde problem yaşayan ya da kulağında ağrı oluşan hastaya bir damla damlatılıyor ve bu damla vesilesiyle hastanın ağrısı anında diniyor. Sonra seansa devam ediliyor ve basınç yükselmeye devam ediyor. Eğer hasta yine eşitlemekte sorun yaşarsa tekrar dışarıya sesleniliyor. İçerideki görevli normal konuştuğu zaman dışarıda takip eden görevli her konuşmayı duyuyor. Dışarıdaki ise bir mikrofondan konuşuyor ve ses içeriye o şekilde geliyor. Eğer hasta kulağını hala eşitlemiyor ve çok ciddi sancısı oluyorsa seans durduruluyor, basınç boşaltılıp kapı açılıyor ve o hasta dışarıya alınıyor. Daha sonra kapı kapatılıp seans tekrar başlıyor.

Seans başlayınca dalış tamamlanana kadar dediğim gibi kulak basıncınızı eşitliyorsunuz. Sonra darış bittiğinde oksijen maskelerinizi takmanızı istiyor görevli. Herkes görevlinin yardımıyla maskesini takıyor. Yüzünüze tam oturması kesinlikle çok önemli. Kaçak olmaması gerekiyor. Bu noktada bir sorun yaşıyorsanız muhakkak görevliye bildirmeniz lazım. Daha sonra oksijen solumaya başlıyorsunuz yüksek basınç altında ve bir müddet sonra içerideki mavi ledli lambalar sönüyor. Bu teneffüs vakti geldi demek. O sırada maskenizi çıkarıp su içiyor ve 2 dakika dinleniyorsunuz. Sonrasında mavi ledler tekrar yanıyor ve yeniden maskelerinizi takıp yüksek basınç altında oksijen solumaya devam ediyorsunuz. Bir müddet daha devam ettikten sonra 2 saatin sonuna yaklaşılıyor. Bu arada dalış yapan denizaltının yeniden yükselmeye başladığını düşünün. Yükselme başlarken mavi ledler yine sönüyor ve herkes maskesini çıkarıyor Kabin içi basınç dış ortam basıncı ile eşitleninceye kadar yani dalışın su yüzüne çıkması tamamlanıncaya kadar oturduğunuz yerde bekliyorsunuz ve görevli yerinizden kalkmamanızı istiyor. Çünkü ani kalkışlarda baş dönmesi yaşanabiliyormuş. Basınç eşitlendiği zaman pıs sesi gelince görevli kapıları açıyor ve herkes kabini terkediyor. Böylece seans bitmiş oluyor.

Hiperbarik oksijen tedavisine başladığınızda doktorunuzun uygun gördüğü gün kadar her gün hastaneye gelip gidiyorsunuz. Hiçbir şekilde ara vermemeniz gerekiyor. Yatan hastalardan da tedavi alanlar var. Hatta deprem bölgesinden getirilen hastalar bile olduğunu söylemişti doktorumuz.

Tedavinizin kaç gün süreceğine sizinle ilgilenen doktor karar veriyor ve belirli aralıklarla hastalığınıza göre testler yapılıyor. Bu testlerle iyileşme elde edilip edilmediği saptanıyor. 

Ben AİK yaşayınca haliyle bir şaşkınlık ve bir korku yaşadım. Konya Şehir Hastanesi hiperbarik oksijen tedavisi birimine gittiğim ilk gün muayene odasında Metehan hoca vardı. O kadar güzel ilgilendi ve sorduğum her soruyu öyle güzel cevapladı ki, bu ilgisi ile kaygı yaşayan hastanın gerçekten ferahlamasına vesile oluyor. Tedavinin uygulandığı bölümdeki tüm diğer doktorlar da gerçekten ilgililer. Çalışanlar da aynı şekilde hem ilgili hem güler yüzlüler. Dilerim Allah hiçbirimize ihtiyaç etmesin ama başımıza bir şey gelirse devletimizin bize böyle bir hak tanıdığını ve işini güzel yapan doktorların olduğunu bilmek gerçekten çok rahatlatıcı bir duygu. 

Yazımı görürler mi bilmiyorum ama başta Metehan Hoca olmak üzere hiperbarik oksijen bölümündeki tüm doktorlara ve tüm çalışanlara ilgilerinden dolayı can-ı gönülden teşekkür ediyorum. Hijyen kurallarına üst düzey dikkat edilen bir ortamda tedavi almamızı sağlayan Konya Şehir Hastanesi yetkililerine de teşekkür ediyorum. 

İnsan hastalık başına gelince daha iyi anlıyor ki bu dünyada en önemli şey kesinlikle sağlık. Sağlığımız yerindeyse ne kadar şükretsek gerçekten azdır. Sıhhat, afiyet ve mutluluk içerisinde yeni bir yazıda görüşebilmek ümidiyle. 

Umut hep vâr olsun. 

06 Aralık 2023 / Konya Şehir Hastanesi /15.41