19 Ağustos 2022 Cuma

VAZGEÇMEK ÖZGÜRLEŞMEKTİR


"Annem neden beni hiç sevmedi?" diye düşünüp duruyordu Rabia. Ömrü boyunca bu soruya cevap aramış, lakin bir türlü cevap bulamamıştı. İşin ilginci annesine de defalarca sormuş, ama ondan da bir yanıt alamamıştı. O kadar ki günün birinde soluğu psikoterapistte aldı. Kadın sordu, neden geldiniz? Tek bir cevap verdi :

"Bana kabullenmeyi öğretebilir misiniz?"... 

Sonraki seanslarda konu hep belliydi. Neden, neden, neden sorularına cevap aranıyordu. Bir gün psikoterapist dedi ki:

"Anneniz sizi o kadar güçlü görmüş ki, kendi hayatının çocukluktan itibaren gelen tüm yükünü size yüklemiş. Bu hayatta herkes kendi yükünü çekmelidir. Bu zamana kadar annenizin yükünü taşımışsınız. Şimdi bu yükü ona sevgiyle iade edin." 

İlerleyen haftalarda durum değişmeye başlamış, eskiye göre kendini rahat hissetmeye başlamıştı. Ama zaman bu ya, insan unutuyordu. Ya da her şeye rağmen kabullenmeyi öğrenemiyordu. "Annem bana neden böyle, neden çocuklarından sadece bana böyle?" sorusuyla kalbini yeyip bitiriyordu Rabia. Bir gün psikoterapist ona müthiş bir cümle kurdu:

"Elinde 50 lirası olandan 100 lira isteyemezsin. Senin annenin sadece 50 lirası var."... 

Yıllar yıllar sonra, bir gün internette bir cümle okudu:

"Sevgili kalbim! Neden hâlâ apartman boşluğunun gün ışığı görmeyen penceresinde kuş sesleri beklersin?"*

Yıllar geçmişti ama değişen hiç bir şey olmamıştı. Annesi Rabia'yı görmüyordu. Hastalıklarını yalnız yaşıyor, sorunlarıyla tek başına mücadele ediyor, başarılarını yalnız kutluyor, uğradığı kalp ağrılarını bile tek başına çekiyordu. Annesi vardı. Çok şükür hayattaydı. Ama Rabia'nın başına verecek bir omzu yoktu annesinin. Hiç bir zaman olmamıştı. Oysa Rabia her seferinde ama her seferinde yeni bir umutla annesine koşmuştu. Belki bu sefer olacaktı. Belki bu defa ilgi gösterecekti. Belki bu kez kızının acısını paylaşacaktı. Belki bu kez onu anlayacaktı... Olmadı. Olamadı. Annesinde hayat boyu sadece 50 lira olmuştu. Ve annesi hiç bir zaman o 50 lirayı 100 liraya tamamlamaya çalışmamıştı. Annesi 50 lirasıyla, diğer çocuklarıyla, Rabia'sız hayatıyla mutluydu. Psikoterapiste "bana kabullenmeyi öğretebilir misiniz?" dediği o ilk gün dahi her şeyin farkındaydı Rabia. Bu hali kabullense beklentisizleşeceğini, mutlu olacağını biliyordu. Ama bu halin değişeceğine dair bir umut besliyordu, her şeye rağmen...

Aradan yıllar geçti. Ve Rabia O GÜN anladı "apartman boşluğunun gün ışığı görmeyen penceresinde kuş seslerini 'beyhude' beklediğini". İşte o gün, kendine şöyle dedi :

Olmuyorsa olmuyordur, 
Sevmiyorsa sevmiyordur, 
Vazgeç Rabia, 
Çünkü, 
Çünkü VAZGEÇMEK ÖZGÜRLEŞMEKTİR! 

19 Ağustos 2022 / KONYA / 23.51

*İnternetten alıntı cümle
**Fotoğraf alıntıdır. 

27 Temmuz 2022 Çarşamba

RÜZGARLI SAYFALAR


"İnsan yanlış kişileri sevdikçe kurak tarlalara dönüyor" dedi adam. Arkadaşlıkta, dostlukta, aşkta... Seçimlerin hep hatalıysa giderek kuruyorsun. Bazense seçmediğin gelip seni buluyor. Hatan bunu kabullenmek, ilk dakikadan yol vermemek oluyor. Hal böyle olunca hem anatomik olarak hem duygusal olarak kuruyorsun. Artık öyle bir zaman geliyor ki, kalbin hiç bir şeye/hiç kimseye çarpmıyor. Her şey boş, her şey anlamsız, her şey kuru geliyor, kupkuru... Ömrün kuruyor yavaş yavaş. Yeşertecek bir katalizör çıkıp gelse diye bekliyorsun. Bir süre sonra onu da beklemiyorsun. O istek dahi kuruyor. Ahhh bilmem ki var mıdır bir çaresi? Bilmem ki var mıdır yeşillenmenin bir yolu? Yeniden kelebekler uçuşur mu insanın kalbinde? Yeniden yağmur yağar mı çorak gönül tarlalarına? Yeniden yasemin çiçeğinin o mis rayihası dolar mı kurumuş burunlara? "Sen istersen yanalım o zaman"* dedirtebilecek biri çıkar mı kuru kalplerin karşısına? 

Adam iki eli ceplerinde, tüm bu düşüncelerle yavaş adımlarla yürüyordu rüzgarlı havada. Etrafı görmüyordu. Sesleri duymuyordu. Dünyadan kopmuş gibiydi adeta. Saçlarını savuran rüzgarda hayat kitabının sayfalarını bir bir çeviriyordu. Yüreğinin niçin bu denli kuraklaştığını düşünüyordu. O an, tam adamın yüreğindeki yağmur hasretiyle cebelleştiği o an, gökler bangır bangır bağırarak çakmaya ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Adam, suratına inen yağmur damlalarıyla derin bir şaşkınlık yaşadı. Sonra suratındaki yağmur damlaları, gözlerinden dökülen durduramadığı yaşlarla karıştı. Adam yağmura sarılmak istercesine kollarını açıyor ve sarsıla sarsıla ağlıyordu. Kendine engel olamadan ve dahi engel olmak istemeden... İçinde bi umut kırıntısı yeşerdi o yağmurla. Yılların suskunluğu gözlerinden akıp gidiyordu adeta. Kim bilir, belki tıpkı bu yağmur gibi, kurak yüreğine de bir yağmur yağardı. Kim bilir, belki....

27 Temmuz 2022 / KONYA / 23.29

*İçimdeki Duman'dan bir cümle
**Fotoğraf alıntıdır. 

22 Mayıs 2022 Pazar

"Yalnızlık Ömür Boyu" mu?


Merhaba sevgili blog dostları,
Geçen gün ablam Instagram'dan bana bu paylaşımı gönderip, altına "bu zor bir şey mi?" diye yazmış. Konunun uzmanı olduğumu bildiği için soruyu doğru kişiye sordu😉 Bu güzel ve önemli bir konu bence. Sadece yazışmalarımızda kalmasın ve sizlerle de paylaşayım istedim. 

{Ola ki resmi göremeyenler olursa üzerinde şöyle yazıyor:

"Bir restoranda oturup tek başına yemek yeme veya bir sinema salonunda tek başına oturma gücüne sahipsen hayatta istediğin her şeyi başarırsın."
İşte ablam bana bu cümleyi gönderip bu zor bir şey mi diye sordu}. 

Bizler birlikte yaşama kültüründe yaratılan varlıklar olduğumuz için genelde her güzelliği yanımızda bir başka insan ile yaşıyoruz. Evliler hanımları/beyleri ile, bekarlar anne babaları/ kardeşleri ya da arkadaşları ile gibi... Yanında güzellikleri paylaşacağın birisi olması hissiyatı yaratılışın bir gereği, tamam. Ama bunun ötesinde bir de mevzunun toplum dayatmasına dönüşmesi konusu var. Şöyle ki, hayat hepimiz için aşamalardan oluşuyor. Yapa yapa, göre göre, yaşaya yaşaya öğreniyoruz. Ve yolun başlarındayken herhangi bir etkinlik yapacağımızda mutlaka yanımızda birisi olmak zorunda gibi hissediyoruz. Zira yalnız insan toplumun gözünde acınan(!) insan oluyor. Burada etkinlikten kastım zorunlu mecburiyetler için yalnız kalanların yaptıkları değil. Yani işiniz gereği bir şehre gitmişsinizdir ya da yeni bir yere atanmışsınızdır. Orada öğle tatilinde yemeğe çıkmanız gerekir ve teksinizdir mesela. Bu değil söylediğim. Ki bunu bile tek başına yapamayan pek çok insan var orası da ayrı konu. Benim bahsettiğim; hobi olsun, etkinlik olsun, içimden geldi, öyle istiyorum diye yapılan şeylerin tek başına yapılması ya da yapılamaması. İnsan yemek yemeye ilk defa tek başına gittiğinde, sanki herkes ona acıyarak bakıyormuş gibi düşünülüyor. Belki gerçekten böyle bakanlar da oluyor. Halbuki ne alakası var acımak duygusunun burada? Evet gerçekten ama gerçekten o şekilde değerlendirenler, o şekilde bakanlar, hatta çekinmeden bunu suratınıza söyleyenler bile oluyor. Onlar size 'yalnızsın' diyerek acıyor ve acıyarak bakıyorlar. Siz ise 'Hayatta birçok şeyin farkına varmadan bu yaşına gelmiş' diye, onların size duyduğundan daha derin bir acıma hissediyorsunuz onlara karşı. Bu tarz toplumsal baskılardan dolayı olsa gerek, herhangi bir şeyi tek başınıza ilk yapmaya başladığınızda _ve bunu yapan kişi özellikle belli bir yaşın üzerinde olmasına rağmen hala bekar ise_ gerçekten kendisini bir tuhaf hissediyor ve zorlanıyor. Herkes ona bakıyor, herkes ona acıyor gibi düşünceler hücum ediyor belki zihnine. Fakat yukarıda da dedim ya, yaşayarak öğreniyoruz. Bugün endişe duyduğunuz bir şeye 3 yıl 5 yıl sonra dönüp baktığınızda, bunun için üzülmeme endişelenmeme ne gerek varmış diyorsunuz. Yalnızlığın acınılacak bir şey olmadığını belki sonradan anlıyorsunuz; kendinizi buldukça, durumun hiç de dışarıdan zannedildiği gibi olmadığını deneyimledikçe, ve yalnız yaşayıp kendinizle en iyi arkadaş olmayı öğrendikçe... 

Acıyarak bakanların fark etmediği bir şey var. Yalnız insan her şeyi ya da birçok şeyi tek başına yapmak zorunda olduğu için, çok daha güçlü insan oluyor. Allah'ın izni ve yardımıyla sıkıntıların üstesinden tek başına nasıl geleceğini, başına ilk kez gelen bir olayı nasıl halledip o olayın içinden nasıl çıkacağını öğreniyor. Her işi başkası tarafından yapılanlar için akla gelmeyecek derecede kolay sanılan şeylerin bile aslında kolay olmadığını görüyor ve her şeyi kendisi düşünüp ayarlamak zorunda kaldığı için belki başlarda bir yorgunluk çöküyor omuzlarına ve yüreğine. Ama zamanla, kimseye minnet etmeden tek başına güçlü bir şekilde ayakta kalmanın nasıl bir haz olduğunun farkına varıyor. Gençlik yıllarının en başlarında bir sinemaya gideceğinde bile yanına illa bir eş ararken ve bulamadığı zaman üzülürken, gün gelip bunun ne kadar gereksiz bir üzüntü olduğunu ve aslında tek başına izlediği sinemaların en güzel ve en keyifli sinemalar olduğunu anlıyor. 

Çok yaygın bir söz vardır "Yalnızlık Allah'a mahsustur" diye. Doğrudur. Kesinlikle yalnızlık Allah'a mahsustur. Fakat hayat seçimlerden ve imtihanlardan ibaret. İster seçiminiz ister imtihanınız olarak yalnız iseniz, bununla başa çıkmayı da öğrenmeniz gerekiyor. Ve toplumun size yaptığı gibi oturup kendinize acıyacağınıza, kendinizle iyi arkadaş olmayı öğrenip hayattan tad alma mutluluğunu yakaladığınızda, artık her şeyi tek başınıza yapmak ister duruma geliyorsunuz. Demem o ki, ister isteyerek ister istemediği halde imtihanı olarak yalnız kalmak, çok da insanların zannettiği gibi acınacak bir şey değil. Yazımı hitama erdirirken, sorusu üzerine ablama Instagram'dan verdiğim cevabı da sizlerle paylaşmak isterim:



Cenab-ı Hakk yalnızların yalnızlığını bitirmeyi murad ettiyse, dilerim ki kıymet bilenlerle ve gönül yıkmayanlarla karşılaştırsın :) Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun. 

22 Mayıs 2022 / KONYA / 13.07