Bugün senden ayrılışımın beşinci yılı doluyor. Unutmam mümkün mü? 03 Temmuz 2007 ikindin üstü saat 17.00 gibiydi ayrılışımız. Beni beklememiş, ben gelmeden 16.40 gibi gitmişsin.
Senden ayrılmak, hayatımın temelini kökünden oynatan bir acıydı benim için. Bana sorulsa hiç ister miydim bırakmak seni? Hiç ister miydim nur cemaline bakmaktan geri kalmayı? Ama hayat bu. Gelmek de var gitmek de. Kapıyı çalan ve seni almaya gelen çevrilmez bir konuksa eğer, her zamanki misafirperverliğinle buyur etmek lazımdı öyle değil mi? 'Dur girme evime, seni misafir kabul etmiyorum' demek olmazdı. Demedin de zaten...
Evvelce 'burnunun direği sızlamak' deyimini anladığımı sanırdım. Fakat her ne acı yaşarsam yaşayım, burnumun direği sızlamamıştı. Ben bunu bir deyim sanıyordum lakin hakikaten fiziksel olarak sızlıyormuş burnun direği, kalbin acıyınca... Şimdi seni hatırlayınca kesif bir acı gelip çöreklenir yüreğimin taaa ortasına. Bende kalan eşyaların var ya, hani kokun gitmesin diye bohçalara sarıp sakladığım. İşte o vakitlerde kıyamadığım o bohçaları açıyorum. Ciğerimin en derinine kadar çekiyorum o mis kokunu. Sarılıyorum eşyalarına. Onlarla sessizce kalıyorum öyle. Sen yanımda ol(a)masan da, ben sen varmışsın gibi yad ediyorum senli günlerimi...
Kıymetlim, senin gözünden sakındığın, ortaokuldayken öğretmeninden aldığı "profesör" lakabından dolayı "pröstöförümmm" dediğin bu küçük kız var ya; işte onu nasıl kırıyorlar, kalbiyle nasıl hoytratça oynuyorlar bir bilsen... Yok ama. Sen bilme en iyisi. Zira ben şimdi kendime üzülsem de, sorun değil. Ama bilseydin, bir de senin üzüldüğüne üzülürdüm. O benim için dayanılmaz olurdu.
Seninle son günümü ellerini tutarak, sabaha dek yanında yatarak geçirdim. "Korkmadın mı?" dediler bana. Neden korkacaktım ki? Sen benim ömrümün en kıymetlisi, her şeyine hayranlık duyduğum tek insan, kendime mürşit seçtiğim cansın. Evet sana hiç söylemedim bunu ama sen mürşidimdin benim. Seninle bu dünyadaki son saatlerimi çok güzel bir şekilde değerlendirmeliydim. Yanından ayrılamazdım. Ellerini bırakamazdım. Sabaha dek yanında kaldım. Umarım bu sana rahatsızlık vermemiştir. Ertesi gün seni götürdüler ya, tükenmenin son noktasındaydım o vakit. Yatağına uzandım. Sanki senden kalan sıcaklığı-kokuyu duymak, kaybolmadan bana geçsin diye orada öylece kalmak istiyordum...
Sen gidince benim için hayat biter sanıyordum. Rabb'im sabrını da gönderdi. Höyküre höyküre ağlamadım. Sayarak ağlayan halamı susturdum bile biliyor musun. Sana eziyet olmasın diye sus saymadan ağla dedim ona. Beni dinledi. Hep diyorum ya Kıymetlim, ben acizin-zayıfın tekiyim. Böyle bir acıda ayakta kalabilmem mümkün değildi. İnan bana bu Allah'ın bir lütfu ve senin güzel amellerinin bir yansıması idi. Rabb'im senin hürmetine bize güç kuvvet verdi. Gerektiği gibi, İslam'da emredildiği gibi davranabildik hamd olsun. Ardından haftalarca evin doldu taştı. Yıllar evvelinde kalan unutulmaya yüz tutmuş dostların bile çıkıp geldiler. Hakkında bir tek kişi dahi kötü demedi. Yıllar geçti. Hala en beklemediğimiz yerlerde tanımadığımız insanlardan senin övgünü işitiyoruz. "Aaa siz Halil abinin torunları mısınız?" diyorlar. He ya, biz Halil abinin torunlarıyız. Hani o hayatı boyunca hiç kimseyi incitmemiş, hiç kalp kırmamış, emanete hep sahip çıkmış, önce ben değil önce ailem demiş, sıcak yaz günlerinde saatlerce Kur-an'ı Kerim okumuş, bana altı yaşımda Kur-an'ı Kerim okumayı öğretmiş, kimseye kin tutmamış, kendisini sırtından vuranlara bile Allah için koşmuş-yardım etmiş, helaline haram katmamış, devletin bir tek dakikasını bile boşa harcamadan azami derecede mesaisine dikkat etmiş, insanların "kanatsız melek" diye adlandırdığı, geçirdiği hiç bir hastalıktan dolayı şikayet etmemiş, ağaçtan düşüp omuriliği ezilince bir sene kalkmamak suretinde yatağa bağlı kaldığında bir kez bile öf dememiş, vefatına yakın vücudunda 3 yerde kırık olmasına rağmen çağrılan 112 doktoruna 'iyiyim ben, bişeyim yok' demiş, senelerce ailesinden tek bir kişinin bile haberi olmadan-ancak o vefat edince öğrendiğimiz hayır cemiyetine yardım etmiş, nur yüzlü mis kokulu Halil abi var ya; onun torunlarıyız işte. Ona layık olmasak da...
Kıymetlim, canımın içi, en büyük korkularımdan biri günahlarım yüzünden öbür yanda senden ayrı düşmek. Biliyorum, hala ayakta isem; bilhassa senin ve babaannemin duaları yüzündendir. Pröstöförüne dua etmeye devam et olur mu. Sana Rabb'imden rahmet dilerken, ardından yazdığım satırlarla hitama erdiriyorum yazını. Allah'a en büyük emanetimsin. Seni çok seviyorum.
03 Temmuz 2007 / KONYA / 09.35 (Bu tarih 03 Temmuz 2012 olacaktı. Ancak takvimim bugüne değmemiş. Kıymetlim'in gittiği günde takılı kalmış. Ve ben bunu ancak 03 Temmuz 2013'te fark ettim. Dip not olsun).
SABIR
“Korktun
mu?” dedi,
“Hayır” dedim.
Neden korkacaktım ki?
Yüzünde; bu dünyaya ait olmayan bir ifade,
Değişik bir gülümseme vardı.
3 Temmuz günü,
Saat 16.40 civarında,
Vazife-i hayattan terhis olup,
Rahmet-i Rahman’ a kavuştu,
Derviş oğlu Halil.
Oysa bir gün sonra,
4 Temmuz’ da,
Halil oğlu Derviş,
Dünyaya yeniden gelecekti.
Babası,
Oğlunun 54. doğum gününü göremeden,
Göçtü.
Derviş oğlu Halil’ in vefatından bir gün sonra,
Halil oğlu Derviş doğdu.
Ne tevafuktur ki,
Halil oğlu Derviş’ in vefat ettiği gün,
Halil torunu ben doğmuşum.
Dünya garipliklerle dolu.
Bana hayatı öğreten Kıymetlim,
Başımın tacı büyükbabam,
Derviş oğlu Halil vefat ettiğinde,
Buna bir saniye bile dayanamam sanmıştım.
Ama biliyordum ki,
Orada daha rahattı,
Ve bana sabrı da O öğretmişti.
Sabır göstermeliydim.
Öğrendiklerimi uygulamanın zamanı gelmişti.
O’ nu Yaradan’ a emanet ettim,
Ve sonra,
Bildiğimi sandığım sabrın ne olduğunu,
Şimdi öğreniyor olduğumu fark ettim.
Zordu.
Hem de çok zor.
Ama üstesinden gelmek zorundaydım.
Hepimizin zorunda olduğu gibi,
Ben de öyleydim.
20.07.2007/15.00/KONYA
"FE
SABRUN CEMÎL"