18 Temmuz 2014 Cuma

Gazze Yanıyor

"Yıkılasın İsrail enkazını göreyim,
Sana ülke diyenin yüzüne tüküreyim!"
Necip Fazıl Kısakürek

Gazze yanıyor. İsrail terörü yine ölüm saçıyor etrafa. Yine Ramazan. Yine ölüyor bebekler. Yok yok ölü değil onlar. Onlar şehitler.

Gazze yanıyor. Filistin yanıyor. Sultan 2. Abdülhamid dedemin öz be öz şahsi parası ile aldığı vatan toprağı yanıyor, yakılıyor. "Gazze'den bize ne?" diyen nadanlara sesleniyorum. Gidin ve Çanakkale Şehitliği'ne bakın. Oradaki şehit mezarlarımızdaki taşları okuyun. Görün bakalım oradaki Gazze yazan taşları. Filistin, Sultan 2. Abdülhamid'in hazine parasıyla değil, kendi parasıyla alıp devlete kattığı bir toprak değil miydi? Filistin ümmetin ilk kıblesi değil miydi? Filistin Çanakkale'de bizimle omuz omuza emek verenler değil miydi? Hadi bunların hepsini bir kenara bıraktın diyelim. Filistin'de katledilenler insan değil mi be kardeşim? Nasıl dersin ki bize ne diye? Aldığın her yahudi malı insanlığa kurşun olarak geri dönüyor. Bu zülme dur demenin zamanı gelmedi mi artık? Tüm yaşananlara rağmen nasıl kaparsın gözlerini? Nasıl kaparsın yüreğini? Orada bebekler katlediliyor. Daha hiç yürümemiş, hiç koşmamış, hiç anne dememiş... Minicik bebekler. Dünya uyuyor, sen uyuma kerdeşim. İnstagram'da paylaştığım son fotoğrafta bak ne yazıyor:

Sevgili arkadaşlar, instagram paylaşımlarında yahudi malları boykot listelerine bazılarının kendi kullandıkları markalar için "yok o israil malı değil, yok filan malı falan malı" yazdıklarını görüyorum. Hatta daha da ileri gidip bu Türk malıdır diyeni bile okudum. Arkadaşım, lamı cimi yok bu işin. Şuraya koyulabilecek en usturuplu fotoğrafı seçmeye çalıştım. Sen eğer bu fotoğrafı göre göre sürdüğün kremden, içtiğin koladan vaz geçemiyorsan ben sana ne deyim? Yüreğin ölmüş arkadaşım. Kendi yüreğin için gir ağla çık ağla. Ne olur yani perdelerini Ariel'le yıkamasan? Uyan arkadaşım artık uyan lütfen. Dünya fani ölüm anidir. Hesap gününü düşün. Bir ben almasam ne olur deme! Çok şey olur. Daha iyi krem yoksa varsın ellerin catlasın. Daha iyi deterjan yoksa varsın perdelerin gri olsun. Alma ya Hu alma!!! Bebekler ölmesin. Hesap var arkadaşım. Titre ve kendine gel. Türk malı dediğin o mallara harcadığın kurşun paralarının hesabı sorulur bir gün. Unutma, ALMAZSAN ÖLMEZSİN AMA ALIRSAN ÖLÜRLER! !!

Evet, almazsan ölmezsin ama alırsan ölürler. Sen katil değilsin kardeşim, olmamalısın. Kendine gel ve nefsine dur de. Boşla şu iblislerin mallarını almayı. İçim dopdolu. Yazsam daha yazarım lakin susmalıyım burada. Şimdi sana yıllar evvel burada yayınladığım acizane şiirimi tekrar sunayım. Haydi kardeşim, sen de üstüne düşeni yap ve insanlığın ölümüne göz yumma...

ANNE, ELLERİM NERDE?


ANNE, ELLERİM NERDE?

Sisli bir yaz gününde tutuklandı gönlüm,
Ceplerimde çakıl taşları,
Elimde okul defterim vardı.
Henüz çıkmıştım evimden,
Okula gidiyordum sabah erken.
Neden kesildi yollar?
Ve kimdi bu adamlar?

Dünyaya gözünü açınca çocuklar,
İlkin ana sesi duyarlar.
Ben duymadım, duyamadım.
“Ne duydun” derseniz eğer,
Bomba sesiymiş onlar.

Hiç doğru dürüst oyuncağım olmadı benim.
Bir tek çakıl taşlarım var.
Ve en iyi dostum onlar.
Daha ufacıktım,
Bir gün evimizi bastılar.
Babamı alıkoydular.
“Suçu ne?” dedik?
Fazla soru sordurmadılar.
Ve işte o günden sonra,
Çakıl taşları bana yâren oldular.

Başka ülkelerde değişik oyuncakları varmış çocukların,
Görsel şölenleri, eğlenceleri…
Ve daha sayamadığım niceleri.
Hiç görmedim ben onları,
Hiç tatmadım.
Havai fişekler varmış mesela,
Böyle gökyüzüne yükselip,
Orada patlıyorlarmış.
Rengârenk ışık saçıyorlarmış etrafa.
Benim de fişeklerim oldu,
Ama havai değil, gerçek.
Ve hiç renkli ışık saçmadılar hayata.
Sadece tek renkleri vardı onların,
Kırmızı…
Ateş kırmızısı,
Kan kırmızısı….

Ablam evlendi sonra,
Ama hiç eşyası yoktu.
Çeyiz işlenirmiş başka yerlerde genç kızlara,
Benim ablamın çeyizi yoktu.
Çünkü çeyiz işleyecek vakti yoktu.
Hemşireydi ablam hasta yuvasında.
Gece gündüz demeden koşturdu,
İlaç yoktu, morfin yoktu.
Dipdiri dikti yaraları gözünde yaşlarla.
Gelen her çocuk, sanki onun çocuğuydu.
Ahh ablam, o da başkası için kendinden geçenler kervanında…

Dedim ya, okula gidiyordum bir sabah erkenden,
O kocaman tanklar karşıma çıktığında.
Başladılar sonra gerçek fişekleri etrafa saçmaya.
Silah yoktu, tank yoktu direnecek insanlarımda.
Ama olsun, çakıl taşlarımız var bizim,
Bir de iman göğsümüzün tam ortasında.
Ben de başladım taşları fırlatmaya.
Arkadaşlarım içinde en iyisi bendim,
Gidiyordu attıklarım çok uzağa,
Ve değiyordu kâfire mutlaka.

Sonra gördüler beni,
Resimlerimi çektiler bir anda.
Anlamamıştım neden olduğunu ya,
Ertesi gün dayandılar kapıma.
Alıp götürdüler beni evden uzağa.
Çok bağırdı, çok ağladı annem,
Ama yok fayda.
“Sen” dediler,
“Sen bu ellerle bize taş atarsın haaa!”
Ellerine silah almışlardı onlar da,
Ve başladılar ellerime, kollarıma vurmaya.
Ezildi önce, sonra kırıldı kollarım sırayla.
Ve artık acıdan baygındım ben yollarda.
“Seni” dediler, “öldürmeyeceğiz burada.
Şimdi al o pis kollarını yanına,
Ve git ailenin yanına.
Görsünler halini de,
Bir daha dik durmasınlar karşımızda!”

Biz ne yaptık bu fitnecilere anlamadım ya,
Aldım kollarımı yanıma,
Başladım eve doğru yol almaya.
Kollarım çok sancıyordu ama.
Bir de sallanıyorlardı sağa sola.
En son okuluma varabildim ve bayıldım kapıda.
Beni ilk gören öğretmenim olmuştu orada.
Derhal kucaklayıp götürmüş ablamın yanına,
Ve doktorlar bakakalmışlar bu vahşi tabloya.
Ben, gözlerimi açtığımda,
Bir hasta odasında yatıyordum acıyla.
Bulabilmişlerdi bana boş bir yatak nasıl olduysa.

Ellerime baktım sonra,
Sonra kollarıma.
Göremiyordum onları vücudumda.
Sordum sonra ve anlattılar bana.
Yoktu artık iki elim ve iki kolum,
Kesmişlerdi ikisini de beni kurtarmak adına.

Ben, on yaşımdaydım kollarımdan ayrıldığımda,
Sisli bir yaz günüydü ve tutuklanmıştı gönlüm vatan toprağında.
Çocuktum belki, aklım almayacak kadar ufak yaşta,
Ama yaşları küçük de olsa,
Yaşadıkları, duyguları ve fikir dünyaları büyük oluyor çocukların benim yurdumda.
Hiç ağlamadım kollarımı bulamadığımda,
Sadece düşündüm çakıl taşlarını atamayacaktım bir daha!

Anne, ellerim nerde?
Anne, ellerim….

01.10.07 / KONYA / 09.37

KOCASİNAN

8 Temmuz 2014 Salı

Asırlık Kırgınlık

Olmayacak hülyalara kapılmanın bedelini ödüyorsun AbdUllah. Acelecisin, hatalısın, insansın. Vazgeçmen gerektiğini biliyor fakat bir türlü vazgeçemiyorsun. Her yeni olay, yeni bir yanılgı oluyor sende. Bıkıyorsun da aslında zamanla. Ama sonra unutup yeniden deniyorsun. Ne Ayşe'nin ne Fatma'nın... Belki de yalnızca senin suçun yaşadıkların. Kimse yok, yalnızsın. Bir tek Rabb'in ve sen. O olunca bütün yalnızlıklar biter aslında. 

Kırmamak için kırılmayı seçmen ne acı vericidir bilirim. Bir insan kendini kötü hissetmesin diye kendini berbat hissetmen ne zordur bilirim. Kader böyleymiş neylersin. Dünya denen şu mekânda herkesin bir imtihanı vardır. Bu da seninki demek ki. Hiç saydın mı AbdUllah kaç oldu? Bir? İki? Üç?... Bu son muydu peki ne dersin? Kurur mu bu sızı? Geçer mi bir gün? Ne vakit vazgeçersin, o zaman kurur ancak. Yapabilir misin bunu, vazgeçebilir misin? Vazgeçmek günaha girmek midir yoksa?

Yorgunsun. Yıllar var ki kalkmıyor omuzların. Bitkinsin. Tükeniyor hülyaların. Ne yapmaktır dileğin? Şu an ne mutlu eder seni? Yüzyıllar öncesinden gördüğün bir rüyayı yakından yaşadın. Yakından yaşamazdan evvel bir rüya daha gördün ya, bu işte bir hayır var sandın. Haklıymışsın. Bu işte bir "Hayır!" varmış. Kulağın işitti, yüreğin üşüttü. Bunca yorgunluk kaç asır sonra geçer bilmiyorum. Bildiğim bir tek şey var; huzur, sızıntısız tevekküldür. Bunu yapabilir misin AbdUllah? 

Sen dertli, ben dumanlı. Ne olacak halimiz böyle? Ben özledim, Canım Urfam'ı çok özledim. Seni teselliye mecalim yok bugün. Ben çok özledim AbdUllah. Yitip gitmeyi çok özledim...

08 Temmuz 2014 / KONYA / 11.57