28 Nisan 2010 Çarşamba

Son Durum

Merhabalar;
Yorumlarınız, mesajlarınız, telefonlarınız ne kadar sevindirdi Aslıhan'ı anlatamam. Hepinize canı gönülden teşekkürler. Biyopsi sonrası elbetteki halsiz ve güçsüzdü. Bir ara da tansiyonu fazlasıyla yükseldi, sanıyorum heyecan ve stresin büyük rolü oldu bunda. Ama akşama kadar gözetim altında kaldığı için doktorları hemen müdahale ettiler ve şükür tansiyonu normale döndü. Elbette ki ağrısı var, ancak şükür iyi. Alınan parça 7-10 gün arasında neticelendirilecek. Şu an Aslıhan evde ve beklemedeyiz. Dualarınızla yanımızda olduğunuzu ben de Aslıhan da hissettik. Dostluk gibisi var mı bu dünyada.
Bir gelişme, bir değişme olursa mutlaka bilgi vereceğim. Netice kesinleşince de bilgi vereceğim ki biliyorum gerçekten merak edip endişelenen dostlarımız çok.
Selametle...
Hilal

27 Nisan 2010 Salı

Urfatutkunu Biraz Hasta

Merhabalar;

Ben Hilal, birçoğunuz biliyor, urfatutkununun ablasıyım. Bugün onun yerine sizlere ben yazıyorum. Yaklaşık 15 gündür iş gelemiyor raporlu, böbreklerinde bir sıkıntı hasıl oldu ve tahlil tetkik hala sürüyor. Bugün de neticenin kesinleşmesi için, ki böbreklerinde protein kaçağı tespit edildi , yani kaçağın sebebinin tam manasıyla bilinmesi ve teşhis konulabilmesi için saat 11'de bir biyopsi geçirecek. Böbreğinden bir parça alıp tahlil edecekler ve neticesinde sıkıntının tam teşhisini koyabilecek ve tedaviye başlayabilecekler. Dolayısıyla değerli dualarınızı istirham ederiz. Sevgiyle kalın, sağlıcakla...

Hilal



14 Nisan 2010 Çarşamba

2009 AYINTAP-URFA GEZİM-10

Canım Urfam’da 2009’daki gezi hatıralarımı anlatmaya kaldığım yerden devam edeyim. Blog adresimin taşınması, helâl gıda araştırmaları, denediğim tariflerin yayınlanması derken araya bir hayli zaman girdi. En son 8 numaralı yazıda Viranşehir gezimizi anlatmış; 9.1 ve 9.2 numaralı yazılarımda da Urfam’ dan kareler sunmuştum sizlere. Şimdi kaldığımız yerden yola devam:

08 Ekim 2009 perşembe günü kahvaltımızı yine Halepli Bahçe’de yapıp Urfa merkez gezimize başladık. Helepli Bahçe’de otururken, bir tarihin üzerinde oturduğumu düşünürüm hep. Zira bahçenin hemen dibindeki kazıda, yerin çok değil 1-1,5 m altında bulunan mozaikler, amazon kadınlarının burada yaşadığını göstermiş ve dünyada sadece dört yerde bulunan bu KIRILMAMIŞ ve üstü İSİM YAZILI mozaikler korumaya alınmıştır. Evlerinin, hamamlarının kalıntısı da 2009’da bulundu. Oradaki kazı çalışmaları bitince Halepli Bahçe’nin de tamamen kaldırılacağı ve altının kazılacağı söyleniyor. Kim bilir ne cevherler çıkar ondan da.

İlk durağımız Balıklıgöl. O sevimli mübareklere yem atmanın hazzını yaşadıktan sonra seyrine doyum olmayan Rızvaniye’ye bakıp Anzılha Gölü’ne geçtik. Zeliha’ nın göz yaşlarını simgeleyen fıskiyeyi, gölü, köprüyü ve etrafı fotoğrafladıktan sonra Dergâh Camisi’ne yöneldik. Bu yıl her ayrıntıyı fotoğraflamaya çalıştım Urfam’da. Toplamda neredeyse 2500’e vardı adet. Dergâh Camisi’nin bahçesinde Risale-i Nur Müellifi Üstad Bediüzzaman Said Nursî’ nin ilk kabir yeri de bulunuyor. Vefatına yakın 30 kiloluk o bitkin halinde tüm rahatsızlığına rağmen adeta koşarak Urfa’ya gelen büyük insan, burada 23 Mart 1960’ta vefat etmiş ve o zamana dek görülmemiş bir kalabalıkla Dergâh Camisi’nin avlusuna defnedilmiştir. Ancak sonra bu mezardan çıkarılıp Isparta’da bilinmeyen bir yere gömülmüştür. İşte o ilk kabri Urfa’da hala korunmakta, ziyaret edilmekte.

Sonra Üstad’ın kabir yerinin tam karşısındaki Mevlid-i Halil Camisi’ni ve Efendimiz’in (Sallalahu Aleyhi Ve Sellem) Cedd’i Hazreti İbrahim Aleyhisselâm’ın doğduğu Mevlid-i Halil Mağarası’ nı ziyaret ettik. Ziyaretimizin ardından caminin bahçe çıkışında bulunan Hazreti İbrahim HalilUllah Kültür ve Eğitim Vakfı’nı görüp yol üzerinden Hasan Paşa Camisi’ ne vardık. Balıklıgöl ve Anzılha’dan geçen su, buraya kadar ulaşıyor. Balıklar da gün boyu gidip geliyorlar tabi bu güzergâhta. Mekânın genişliğine bakınca Nemrut’un nemrutluğunu ve Cenab-ı Hakk’ın kudretini bir kez daha anlıyor insan. İsterlerse dünya kadar büyük bir ateş yaksınlar. Allah ateşe “yakma!” dedikten sonra o ateş gül gülistan oluyor işte. Hasan Paşa’nın her karesini resmettikten sonra çarşılara geçiyoruz. Çarşının tavanı bile sanatlı. Burada sıra sıra kuruları, isotları görüyoruz. Canım Urfam’ın pullu tülleri de olmazsa olmazlardan. Sumak’ın baharatlaştırılmamış halini ilk kez burada gördüm. Karabiber tanesi gibi yuvarlak sarımsı bir şey. Ezmeden suya koyup, suya çıkan ekşisini kullanıyorlar Urfam’da.

Duraklarımızdan birisi de Kazaz Pazarı; nâm-ı diğer Bedesten. Halam çeyiz işlerine meraklı zaten :) Bir girdik zor çıktık. Renkli renkli çeşit çeşit margizetler, örtüler…

Gümrük Hanı, Hacı Kâmil Hanı, Arasa Hamamı, Ucuzluk Pazarı, İsotçu Pazarı ve daha sayamadığım bir sürü çarşı…

Sonra Şeyh Bekir Türbesi’ni ziyaret edip Ulu Cami’ye geçtik. Ulu Cami’yi ve oradaki saat kulesini izlemeyi çok seviyorum.

Ve artık yavaş yavaş taş konaklara girmeye başlıyoruz. İlk durak Gülizar Konukevi. Gittiğimiz her konakta Urfam’ın misafirperver insanları etrafımızda pervane olup bizi gezdirdiler. Allah’ım, dünyadaki en büyük mutluluklardan birisi Urfa’yı ve Urfalı’yı tanımak bence… Ne kadar şükretsem az kalır, buna eminim. Gülizar Konukevi çok güzel seçkin bir mekân. Odaları, hayatı, her yeri güzel. Buradan Hüseyin Paşa Camisi’ne geçtik. Sonra Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’ ne. Devlet Güzel Sanatlar Galerisi izlemeye-incelemeye doyamayacağınız bir taş konak. Pek çok devlet binası böyle taş konaklardan oluşuyor Urfam’da. Düşünsenize, bir iş için gidiyorsunuz ama mekânda hiç boğulmuyorsunuz. Çünkü gittiğiniz yer tarihi bir bina. Sonra Ptt önündeki o ilginç bankı gördük. Her yıl buradan geçerken ille bir dikkat ederim bu banka :) Çok değişik kıvrımlı bir yapısı var. Kimisi konveks kimisi konkav. Bankları bile özel :)

Yol üzerindeki sanatsal F.Nusret Hatipoğlu çeşmesinden sonra Yusuf Paşa Camisi’ni gördük. Kapaklı Pasajı, Şanlıurfa Belediyesi, yol ortasındaki şekerliğe benzeyen adlandıramadığım balıklı figürden sonra Şair Nabi Kültür Merkezi’ne vardık. Çok değişik yuvarlak şirin bir taş bina. Şair Nabi de edebiyatımızda önemli yeri olan Urfalı değerlerimizden birisi. Sonra yol ortasında ilginç bir dikme anıt görüp İl Kültür Müdürlüğü’ne vardık. İl Kültür Müdürlüğü de taş bir konak. Muhteşem bir bina. Bahçesi de çok güzel ve bahçede Urfa’da bulunan mozaiklerin, Urfa Müzesi’ndeki önemli eserlerin ve Balıklıgöl’ün heykelleri var. Burada uzunca bir inceleme yapıp bir dinlenme molası verdikten sonra tekrar yola koyulup Şanlıurfa Valiliği’ni, Tarım İl Müdürlüğü’nü ve sokağa masa açmış ciğercileri gördük. Sonra ara sokaklardan geçe geçe yola devam ettik ve taş evleri, kapıların üstündeki taş süslemeleri, ev duvarlarındaki özel kuş yuvalarını ve Urfa’nın olmazsa olmazı faydalıcıyı gördük :) Faydalı meyan kökü bitkisinden yapılan içecek. Çok faydalı olduğu için “faydalıııı faydalııı faydalıııı” diye bağırarak satıyorlar ve adı bu. İstanbul’daki şerbetçiler gibi aynı. Özellikle Ramazan’da “faydalı olmadan sofraya oturmayız” diyor Urfalılar.

Çok yorulmuştuk ve artık öğle yemeği vaktiydi. Halam da tatsın diye o enfes Tarsus çöreğinden aldık ve Halepli Bahçe’ye geçtik. Tarsus’ta bu çöreğe hiç rastlamadım. Belki vardır ama ben görmedim. Hep Urfa’da gördüm ama adına neden Tarsus çöreği demişler bilmiyorum.

Öğle yemeğinin ardından tekrar yola koyulduk. İlk durağımız Halepli Bahçe’deki Sakıbın Köşkü. Burası da muhteşem bir taş konak. Belediye başkanının resmi misafirlerini ağırladığı bir bina. Avlusu, eyvanı, odaları, hamamı, her yeri sanat eseri gibi. Bahçesindeki süs narları da çok güzel yaratılmışlardı. Bildiğimiz narın fındıktan az büyük olanları :) İkinci katın doğusunda yer alan odanın duvarlarını Sakıp Efendi’ nin mavi boyalı ahşap üzerine 1263 tarihli (M 1845) Ta'lik hattıyla yazılmış şiiri dolaşıyor. Gerçekten muazzam bir yer, mutlaka görmelisiniz. Sakıbın Köşkü’nden sonra yoldaki balık anıtını görüp Bediüzzaman mezarlığı’na geldik. Tarihte bilinen iki Bediüzzaman vardır. İlki bu mezarlığa ismini veren ve burada medfun bulunan Bediüzzaman Ahmet Hamedâni Hazretleri. O’ndan daha sonra yaşamış olan ikincisi ise yazının üst kısımlarında bahsettiğim Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri.

Mezarlıktan sonra Karakoyun Deresi’ne ve Hızmalı Köprü’ye geçtik. Hızmalı Köprü’nün güzel bir yapılış hikâyesi vardır. Hızmalı Köprü’nün bir ucunda da Millet Köprüsü bulunuyor. Ki Şanlıurfamız’ın kurtuluş mücadelesinde Fransızlar’ı şehri terke mecbur eden anlaşma 10.04.1920 tarihinde bu köprüde imzalanmıştır.

Sonra mezarlıkla köprü arasında kalan saat kulesini ve önündeki havuz ile ceylan anıtlarını gördük. Bu saat kulesinin ilk yapılış tarihi 1890’dır.

Sonra Kadıoğlu Camisi’ni, Şehit Nusret İlkokulun’nu, duvarlarında ayna olan aynalı bir apartmanı ve Pınarbaşı Konağ’ nı gördük. Konakta en çok ilgimi çeken zerzembe yani kiler olmuştu. Artık öyle yorulmuştuk ki otele dönüp biraz dinlenip hazırlandık. Ve akşam davetli olduğumuz Bahattin Ağabey gile gittik. Menüde yine temel olarak mercimek çorbası ve çiğ köfte vardı. Bahattin Ağabey bu defa çiğ köfteyi mutfakta değil, yanımızda yaptı. Maksadı bana ayrıntıları öğretmekti. Sağolsun, tüm incelikleri tek tek anlattı. Sorularıma da ayrıntılı cevaplar verdi. Yemekten sonra bu güzel ailenin o doyumsuz sohbetini bir kez daha yaşadık. Yorgun bir günün ardından dost muhabbetiyle şenlenmiş güzel ve verimli bir gece geçirmiştik. Ve Bahattin Ağabey’in benim için çok önemli olan el yazması Osmanlıca bir eseri hediye ederek sevincime sevinç eklenmesine vesile olmasıyla onlardan ayrıldık. Otele dönüp dinlendik zira yarın bu günden çok daha yorucu geçecekti :) Üç yıldır çok çok istediğim Deyr Yakup’a gidecektik çünkü.
Yeni bir yazıda buluşmak ümidiyle. Umut hep vâr olsun.

13 Nisan 2010 Salı

CANIM BENİM


Limon, en sevdiğim yiyecek. Ve “Limon Çiçeği”, hiçbir hayırsıza konduramadığım tamlamam. Ta ki seni tanıyana kadar…


Seninle tanışacağım günü hatırlıyorum. Ne kadar da heyecanlıydım. İlk kez elini tutacaktım. İlk kez yanında oturacaktım. Allah’ım, dün gibi her şey aklımda… Hani ilk göz ağrısı derler ya, bu tabiri hiçbir zaman sevmedim; ama evet, ilk göz ağrımdın benim. Belki son olmayacaktın, ama ilktin işte.


Gözlerin ne kadar güzel yaratılmıştı. Baktıkça bakasım geliyordu, bıkmadan. Ne kadar güzel, ne kadar özeldin benim için. Senden önce “canım” kelimesini hiç kullanamamıştım. Ya da bilerek kullanmamıştım diyelim. Bence bazı kelimeler özeldir. Öyle her önüne gelene sarf edersen bir anlamı kalmaz. Yerinde ve zamanında kullanmalısın ki değerini korusun. Herkese canım dersen hiç biri canın olmaz ki. Kim gerçekten canınsa ona demelisin ancak. Senle tanıştıktan sonra baktım ki sana “canım” demeye başlamışım. İnan başta farkında bile değildim. Demek ki hissedince içinden geliyor söylemek. Ama evet, canımdın benim. Bir zarar gelecek olsa düşünmeden önüne atlayabileceğim, gelecek her sıkıntıya rahat edesin diye göğüs gerebileceğim göz bebeğimsin sen çünkü.


İnsanın içinin kaynaması ne demekmiş senle öğrendim. Çok sevmek, çok özlemek, bir gün ayrı kalsam bende kalan eşyalarını koklamak, senin için kendi planlarımı değiştirmek, yanında çocuklaşmak-şımarmak… Kısaca yaşamaksın sen benim için. Yaşamı fark etmemsin. Canımsın, Limon Çiçeğim’sin. Sarı guzum, Paşam, akıl küpüm, tatlı oğlum; iyi ki doğmuşsun. İyi ki benimlesin. Teyzen seni çok seviyor sarım, bilerek büyü olur mu…



2 Nisan 2010 Cuma

HARRAN KUBBELERİ YEMEĞİ-RESİMLİ

Merhaba Arkadaşlar,
Bir süredir uğrayamadım sayfama ve sizlere. İşlerdeki aşırı yoğunlaşma, baharla birlikte başgösteren kendini dinleme isteği ve bu arada atlattığım rahatsızlıklar bu uzak kalışın temel sebepleriydi.
Annemin çok sevdiğim bir huyu vardır. Kesinlikle mevsimi gelmeden hiç bir meyve-sebzeyi almaz. Bu prensibini geçen gün belki ilk defa bozdu. Şu an bizde misafir olan anneannem bakla yemek isteyince annem de marketten bakla almış. Baklayı çok severim, hele de sarımsaklı yoğurtla. O akşam baklayı yeyince olanlar oldu. Bakla sevmeyen babam ve ablam yemedi, ablamın eşi ise yoğurtsuz yedi. Bakla yemeğini sarımsaklı yoğurtla yiyen annem, ben, babaannem ve anneannem ise adeta zehirlendik. Böyle bir durum ilk kez başıma geldi. Tansiyonlarımızda yükselmeler, aşırı mide bulantısı, baş dönmesi, kusma, halsizlik... İnanın sofradan kalkamadım, olduğum yere uzandım bir müddet. Yatağıma nasıl gittim hatırlamıyorum. Çok çok kötü bir gece geçirdik, gözümüzü açamadık. Ne olduğumuzu da bilemedik, bence zehirlenmiştik. Ben bu zehirlenmenin etkisini iki günde ancak attım, o da şöyle böyle. Bir gün bakla yemekten sebep böyle bir şey yaşayacağım hiç aklıma gelmezdi. Bu bize ders oldu. Anneme de söyledim, misafirin canı çekse dahi bir daha mevsimsiz bir şey almayalım diye.
Şimdi gelelim Harran Kubbeleri yemeğine. Daha evvel bu tarifi bir Urfa yemeğidir die yayınlamıştım ancak bende resmi olmadığı için Harran resmi koymuştum. Geçenlerde yaptığım kubbeyi resimledim ve tekrar ekleyeyim dedim. Özellikle merak eden keyfeseyran arkadaşım için acele ettim yapmakta, ama yayınlamak bu zamanı buldu. Küçük boy yuvarlak borcama yarım ölçek malzeme kullandım, tam geldi. İşte tarifimiz:
MALZEMELER

1kg kıyma
2-3 baş sarımsak
2 kilo patates
tuz
karabiber
kırmızı biber
Borcamı yağlayacak kadar yağ

YAPILIŞI

İnce kabuklu ve taze seçilmiş patatesleri iyice yıkayın. Kabuklarını soymadan ikiye bölün. Bir kenarda bekletin. Sarımsakları ezin ve baharatlarla birlikte kıymaya ekleyin. Sarımsak, kıyma ve baharatları iyice yoğurun. Bu karışımı; yağladığımız yuvarlak borcamın ortasına bir höyük gibi bir top gibi koyun.İkiye böldüğünüz patatesleri borcamın kenarlarına dizin. Dizme işlemi bittikten sonra ortadaki top gibi kıymaya yavaş yavaş bastırın ve patateslerin arasına ince bir tabaka olarak yayılsın. Önceden ısıtılmış 180 derecedeki fırında 30-40dakika pişirin. Hepinize afiyet olsun.