"İnsanın hem kavuşması hem ayrılığı nasıl aynı zamana denk gelir ki?" diye düşündü. Her sene bu vakitler geldiğinde sevinç ve hüzün bir arada içini kaplardı. Bu haline şaşıyordu. Bir insan aynı anda nasıl hem durgun ve mahzun hem de mutlu ve neş'eli olabilirdi ki? Mutluydu, çünkü sevildiğini biliyordu. Mahzundu, çünkü sevdiği artık yanında değildi. Niye böyle oldu, nasıl böyle oldu'ları bir kenara bırakıp hayatın akışında oradan oraya savrulmaya başlayalı epey zaman olmuştu. Kendisini duygusal ve fiziksel anlamda son derece yalnız hissediyordu. Nereye varacak bu yalnızlığın sonu diye düşünürken, komşu balkonundan çay karıştırma sesleri duydu. Çay... İnsana ne güzel bir arkadaştı. Mutluyken de insana iyi geliyor, kederli iken de iyi geliyordu. Ancak en güzeli, evin içinde çay kaşığı sesi duyabilmekti. Yalnız içilen çaydansa, karşılıklı içilen çaylar her zaman daha lezzetli gelmişti ona. Bu düşünceler içerisinde iken Özdemir Asaf'ın "Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa adı yalnızlık olmaz" dizesi geldi aklına. Yalnızlığın da güzel tarafları var aslında diye kendini teselli etmeye çalıştı. Fakat iş tüm güzelliklerden geçip geceleyin zihninin içinde yürüyüp duran karıncalarla baş başa kalmak ve onlar yüzünden uyuyamamaya dayanıyordu. Yalnız olmanın en zor tarafı galiba geceleri uyuyamamaktı. Gece, sessizliğin göbek adıydı. Ama onun zihni asıl geceleri konuşmaya başlıyordu. Ortamda çıt çıkmasa da beyninin içinde bir orkestra vardı sanki. Bu orkestra seslerini susturmadığı için geceleri bir türlü uyku yüzü göremiyordu. Düşünceler içerisinde iken vakit bir hayli ilerlemişti. Kederin bünyesini iyiden iyiye basmaya başladığını farkedince bu halini dağıtmak istedi. 'Eskiler radyoyu açar ve "ikinci/beşinci... sıradaki benim olsun" derlerdi, ben de öyle yapayım bugün' dedi kendine ve ekledi "üçüncüsü benim olsun". Radyonun düğmesini çevirdi. Kısmetinden radyonun gece programı da yeni başlamıştı. Spiker hızlı ve neşeli bir giriş yapmış ve ard arda iki hareketli türkü çalmıştı. İkincisi bitince yeniden mikrofon başına geçen spiker "Evet dostlar, gece ilerliyor ve artık kendimizi gecenin hüzünlü kollarına bırakma zamanı geldi. Şimdi biraz da gecenin ruhuna uygun yavaş parçalardan dinleyelim" dedi ve üçüncü parçayı başlattı. İşte gelmişti. Şimdi çalan onun için çalıyordu. Acaba ne çıkacak diye merak içerisinde beklerken iyiden iyiye durgunlaştı. Çünkü sırada sevdiği, ama her dinlediğinde çok etkilendiği bir türkü vardı:
"Ne feryad edersin divane bülbül?
Senin bu feryadın gülşene kalsın.
Bu dünyada eremezsen murada,
Huzuru mahşere divana kalsın."
Derin bir ahhh çekti. Anlaşılan gece yine uzun olacaktı...
16 Temmuz 2021/KONYA/21.58
*Fotoğraf internetten alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hayatın kendisi bir yorumdur aslında. Özgün ol, kendi hikayeni yaşa.
Yorumlarınızla mutlu oluyorum. Hepinize teşekkürler.