Can özünden vurula vurula öğrendi canı yerine koymamayı. Dolunayın duru ışıkları altında sürüklenip giden puslu bir viraneydi adeta. Dolunay ne kadar berrak ve duru ise, gönlü ve yüzü o kadar karmaşık ve geçkindi. "Hayırsız dünya" diye mırıldandı. Şimdi dünyanın ve içindekilerin hayırsız oluşuna hayıflanıyordu ama, kabahatin büyüğü kendisindeydi. Güvenmek, bağlanmak ve sevmek olguları; başka sebepler yüzünden verilmişti insana. Aslına uygun yerlerde kullanmazsa olacağı buydu. "Kırılacak şişe hükmündeki camlara elmas kıymeti verdiği" için gelmişti tüm bunlar başına.
Yaşadıklarını analiz ederken bir yandan kendini suçluyor diğer yandan insanların nasıl bu kadar seviyesizleşebildiklerini düşünüyordu. Her şeye rağmen, her defasında yeniden güvenmiş yeniden sevmişti. Hatalarını saymaya iki elinin parmakları yetmiyordu artık. Zihni karmakarışıktı. Yüreği gökyüzünün tüm renklerine bulanmıştı. Ama en çok da siyaha. Geceleri ve demli çayı sevmesi bundan mıydı acaba? "Bana bir tek sen ihanet etmedin." dedi geceye. Her gece bittiğinde yeniden gün doğuyordu. Geceler onu ızdırapla kuşatsa da, ardından gelen günü hediye ediyorlardı ona. Geceler hiç aldatmamış, ardından gelecek günü hiç saklamamışlardı ondan...
Sonra özlediklerini düşündü. En çok masumiyeti özlemişti. Acıtanların acımasızlığını bilmeden yaşadığı günleri anımsadı. O masumdu. Tertemizdi o zaman gözü de özü de. Görmemişti ki insan adına bürünmüş canavarları henüz. Her şeyi kendisi gibi masum ve temiz zannediyordu. Aldanmıştı. Dünya daha ilk yıllarında şehadet etmişti hasetliğe/vefasızlığa/kuyu kazmalara. Oysa o bunu unutmuştu. Hatırlaması için elinden geleni yapan can dostlarını (!) düşündü. Çekinmeden ezip geçmişlerdi de, yine de hiç birine "adın batsın" dememişti. Lakin anlamadığı nokta, bırakıp gidenlerin bir gün geri döndüklerinde onu hep aynı yerde bulacaklarını düşünmeleriydi. Yapar eder, çekip gider, seçtiğini yaşar, tatmin olmayınca geri döner ve yeniden onu bıraktıkları gibi bulabileceklerini düşünürlerdi. Çok mu saf görünüyordu acaba? Kalbinin sevgi dolu oluşu ve özünsüz bağlanması, ezilmek anlamına gelmemeliydi. Benliğinin tüm gücünü onu incitmek için sarf edenler nasıl bir zihin yapısıyla geri dönebiliyorlardı acep? Bu nasıl bir yüzdü böyle? "Faydası yok!" diye hayıflandı. "Yüreğimde miyadını doldurduktan sonra firasetsizce çıkıp gelmenin faydası yok!"
Hem köprülerin altından çok sular akmıştı. O artık o eski saf çocuk değildi ki! Korkuyordu her şeyden önce. İçi kaynayarak ve gözü kapalı atlayamıyordu çılgın ırmaklara, eskisi gibi. 'Ya yeniden incitilirsem' diye sevmekten de korkar olmuştu zaten. Şu koca dünyada ona yüreğindeki yıldızları verecek bir berrak çıkmamıştı karşısına.
Dolunayın yakamozladığı gecede yüreğinde inceden bir sızıyla deniz kenarında yol alırken, "faydası yok" dedi tekrar tekrar.
Hey gidi dünya!
Günlümde şir,
Yerlerde mur,
Dağların ardında kaldı nur,
Şimdi her yanım nar, her yanım kor,
Dağladın attın kalbimi; kayboldu büyük sır!
Faydası yok! Gelme artık.
İstemem gelme! Vefasız yar!...
26 Ocak 2012 / KONYA / 16.34
Ne karanlık gecelerin romantizminde ve ne de; yeni doğan güneşin nurlu aydınlığında, insana ait ve fakat insani olmayan tüm madrabazlıkların oluşumuna hüzünle bakmışımdır.Tüm gönüllerin aydınlığa taraf olması dileklerimle.
YanıtlaSilElinize ve gönlünüze sağlık.
Saygılarımla.
Sabri Ağabey güzel yorumlarınız sayfama kıymet katıyor. Teşekkür ederim.
YanıtlaSilRiyasız ve yalansız,haktan ve sadakattan yana taraf olabilirsek, düşünsel anlamda katma değer üretebiliriz.
YanıtlaSilMukabil teşekkürler efendim.
Saygılarımla.
Riyasız ve yalansız. Ne kadar önemli bir noktaya temas ettiniz. Saygılarımla Ağabey.
YanıtlaSilgreat blog!!! following you now...
YanıtlaSilvisit my blog...
http://voguelyvan.blogspot.com/
kisses!!!
Affınıza sığınarak yazınızı okuduktan sonra,ilk aklıma geleni paylaşıyorum;
YanıtlaSil'Geçti Bor'un pazarı,
sür .....ni Niğde'ye'
Ellerine Sağlık heval Güzel Bir yazı
YanıtlaSilVoguely, thanks.
YanıtlaSilDestiny, oluyor bazen böyle durumlar.
Urfalı, sağolasan.