Halime o gün kendini yorgun ve tükenmiş hissediyordu. Gönlü kırılmıştı. Üstelik bu kaçıncı kırılışıydı kendisi bile hatırlamıyordu. "Neden hep böyle oluyor?" diye düşündü. "Kollarının altına kedi gibi sokulacağım bir adam istemiştim sadece. Kolu olan çoktu. Ama içlerinde ADAM olan yoktu." diye iç geçirdi. Hiç bir kötü niyeti yoktu. Kimsenin fenalığını istemez, hep iyilik için çalışırdı. Gönlünü korkusuzca teslim edebileceği bir yiğit aramaktaydı. Belki de tek hatası bir beklenti içerisinde olmasıydı. Ama o biliyordu ki bulanlar sadece arayanlardı. İşte bu yüzden, şairin dediği gibi, "seni bulmaktan vazgeçtim ama aramaktan vazgeçemedim." diyordu hayali sevdiğine. Her defasında yeni bir umutla yollara dökülüyor, "acaba nasibim bu mudur?" diye gönlünü açıyordu muhatabına. Ne var ki bir çuval pirincin içindeki kara taşlar misali, ne kadar münasebetsiz vicdansız varsa Halime'yi buluyordu. O da her seferinde "bunda da vardır bir hayır" deyip, kırık dökük de olsa yola devam ediyordu.
Fakat bu defa başkaydı. Hem yılların verdiği yorgunluk, hem yaşadığı son olayın eşsiz kırgınlığı; Halime'yi "son" noktasına getirmişti. Öyle kötü bir ruhani hâl içerisindeydi ki, kendi kendine düşündü:
"Yıllardır iyi niyetle aradım, çabaladım. İyi niyetimin iyi bir karşılık bulmasını bekledim ancak olmadı. Nerede hata yapıyorum acaba? Sevince çok sevmek hatalarımdan biri. Güvenmek zaten en büyük hata. Ben de az suçlu değilim. Ama bu sondu. Tükendim artık. Daha fazla gücüm kalmadı. Adeta eriyip bittim bu konuda. Olmayınca olmayabilir. Bunda bir sıkıntı yok. Benim asıl gücüme giden, iyi niyetimin kullanılması. Sevmeden sever görünenler var. Vakit geçirmek isteğinde olanlar var. Temiz duyguları zalim düşüncelerine alet etmek isteyenler var. Niçin bu kadar kötü bu insanlar? Madem düşlediğim mutluluk kovaladıkça benden kaçıyor, o halde vazgeçeceğim. Son, sadece son bir kişiye yol verip, o da olmazsa bu arzudan bütün bütün uzaklaşacağım. Hayatıma, kendime son bir şans tanıyorum. Karşıma çıkacak aday benim için son olacak. Ya olacak ya ölecek hislerim." dedi.
Bu düşüncesinde aslında hatalıydı. Zira her yeni gün, her yeni nefes; insana verilmiş yeni bir fırsat, yeni bir umuttu aslında. Ancak Halime o gün bunu düşünebilecek vaziyette değildi. Kalben yorgun, bitkin, kırgın bir haldeydi.
İşte durumlar böyleyken başladı Halime'yle Raşit'in öyküsü. Raşit Halime'yle tanışmak istemiş, hatta bu konuda zavallı kızcağızı bir hayli zorlamıştı. Halime görüşeceği kişinin onun evlilik yolunda tanışacağı son insan olduğunu bildiği için temkinli hareket ediyor, hemen razı olmak istemiyordu tanışmaya. Fakat imtihan bu ya, olaylar o noktaya geldi ve Halime-Raşit yolculuğu başladı.
Başlangıçta her şey çok güzeldi. Raşit hakikaten Halime'nin şimdiye kadar tanıştığı insanlardan çok farklıydı. Yumuşacık, merhametli bir kalbi; kibar bir dili vardı. Halime de bu mutlu yolculuğa kendini kaptırmış gidiyordu. Yazık ki yine "çok sevme" yolunda ilerliyordu farkına bile varmadan. Her şeye rağmen, şimdiye kadar edindiği tecrübelerden ötürü bir kurt da kalbini kemirmiyor değildi. Acaba, diyordu, acaba bu işin altından da görünmeyen bir yüz çıkacak mı? O yüzün görünmesi bu defa biraz zaman almıştı. Raşit Halime'yi kendine iyice alıştırıp bağladıktan sonra aniden ortadan kaybolmuş, bir korkak gibi tek söz etmeden kayıplara karışmıştı. Acaba başında bir hâl mi vardı ya da ölmüş müydü? Ama hayır. Halime bir gün Raşit'in sapasağlam bir hayat sürdüğünü gördü gözleriyle. Üstelik çok da mutlu görünüyordu. O an ona seslenecek gücü kendinde bulamasa da, içinden şu cümleyi tekrarladı Halime:
"Ben sana ne yaptım? Ben sana ne yaptım ki bana bu kötülüğü ettin?..."
Tüm bu olanlara "YİNE" bir anlam veremedi Halime. "Neden?" diyordu, "neden?" Acaba Raşit bir ruh hastası mıydı? Yoksa sadece egolarının peşinde koşan bir bencil miydi? Kendi küçük dünyası içinde umutlarla yaşayan bu kızcağızdan ne istemişti acaba? Niçin onun sade ve saf dünyasını başına yıkmıştı? Eline ne geçmişti ki bunu yapmakla?
Raşit bu vicdansızlığından ne elde etti bilinmez. Lakin Halimecik bu defa hakikaten kararlıydı kendine verdiği sözü tutmakta. O günden sonra asla hayatına kimseyi almadı. Kalbine girmek isteyenlere müsaade etmedi. Kim bilir, bunların içinde belki de gerçekten layık olan doğru insan da vardı. Ama Halime bu riske girmeyi bir kez daha göze alamadı. Şimdiye kadar hayatına giren yanlış insanlar kötü ise, Raşit kötünün de kötüsü olmuştu. Zira o bilmiyordu ama, Halime için o son şanstı...
Bu hikaye mutlu bitmedi. Halime, niçin kandırıldığını hiç anlamadan yapayalnız ve renksiz bir hayat sürdü. Raşit mi? O her zamanki gibi kendisini iyi biri olduğuna inandırıp, hiç bir şey olmamış gibi bencilce hayat yolculuğuna devam etti...
05 Şubat 2015 / KONYA / 02.02
Kasabanın birinde, güzelliği dillere destan bir kız varmış. Kendisiyle evlenmek isteyen uzak ülkelerden gelen nice prensi, asili, zengini, yakışıklı delikanlıyı reddetmiş. Kimseleri kendine layık görmüyormuş. Kıza gönlünü kaptırmış, aynı kasabada yaşayan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş. Ama kız onu da beğenmemiş. Bizim delikanlı günün birinde kasabadan ayrılmış. Başka biriyle evlenmiş, çocukları olmuş, yeni bir hayat kurmuş.
YanıtlaSilUzun zaman sonra yolu yaşadığı güzel, şirin kasabaya düşmüş. Aklına bir zamanlar aşık olduğu kız gelmiş, ona ne olduğunu merak etmiş. Tanıdık bir yaşlı adam, güzel, büyük bir gül bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş. Kimseleri beğenmeyen güzel kızın kiminle evlendiğini görmek istemiş. Kocasını evden çıkarken görmüş. Kızın kocası şişman, kel, çok çirkin ve kaba bir adammış. Üstelik zengin de değilmiş. Nasıl oldu da böyle biriyle evlendiğini merak eden adam, kızın kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca adamı tanımış. Adam sormuş:
– Sen ki hiç birimizi beğenmedin, nice kısmetlerini geri çevirdin, nasıl oldu da böyle biriyle evlendin demiş?
Kız da ona:
– Sana cevabı vereceğim fakat önce gül bahçemdeki en güzel gülü koparıp getireceksin, yalnız tek şartım, bahçede ilerlerken geriye dönmeyeceksin.
Adam peki demiş ve çok güzel güllerin olduğu bahçede ilerlemeye başlamış. Önce çok güzel sarı bir gül görmüş. En güzel gül bu derken biraz ilerde daha güzel kocaman pembe bir gül daha görmüş. Tamam budur işte diye düşünürken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası gözüne ilişmiş. Bir türlü karar verememiş, en güzel çiçeği bulacağım derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş, geriye dönemeyeceği için bahçenin sonunda yaprakları solmuş cılız bir gülü mecburen koparıp kıza götürmüş.
Kız gülü almış ve adama demiş ki:
– Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulacağını düşünürken ömür geçer de sonunda en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik bitmeden elindekinin değerini bilip, yetinebilmeyi öğrenmek gerekir.
Hayat akarken birçok fırsatla karşılaşırız. Kimimiz fırsatların değerini bilir, kimimiz ise birçok fırsatı kaçırıp görmeden yanı başından geçip gider. Ömür dediğin yoldan geçerken aynı şartlar altında bir daha geçemeyiz. Bir hedefe öylesine kilitleniriz ki karşımıza çıkan diğer fırsatları kaçırırız. Bir gün bir bakmışız hedeflediğimiz noktadan da uzaklaşıp çok farklı bir noktaya gelmişiz. Hayatımıza dönüp baktığımızda geriye kalan sadece kaçmış birçok fırsat ve bize kalan içimizi kemiren “KEŞKE” diye yankılanan düşüncülerimiz.
BAZI ŞEYLER TERS MANTIKLA DAHA İYİ ANLAŞILIR. DİYE DÜŞÜNÜYORUM
YanıtlaSilAdımı ne sen sor ne ben söyleyeyim
diyelimki Abdullah sizden alıntı
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendin bilmezsin
Ya nice okumaktır
Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir
Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eğer Hak bilmez isen
Abes yere gelmektir
Dört kitabın mânâsı
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır
Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Mânâsı ne demektir
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
Yunus Emre
Aslında basittir sorunun cevabı; gönlümüze aldığımız kim ise, gönlüne girmek isteyeceğimiz de odur elbette. Kiminin gönlüne girmeyi zaruri görürüz; derdimize derman bulacağımızdan o gönle girebilmeyi bile ayrı bir dert ediniriz. Bazı gönülleri talep edişimiz ise nefsanidir; hırs, riya, beğenilme, övülme isteği gibi hastalıklarımızın eşliğinde nefsimizin keyfine hizmettir. Ve her halükarda bir gönle girme isteğimiz, ulvi veya süfli muhabbetimizi ve gayretimizi yönlendirmemizledir. Mühim olan ise asıl gönlüne girilmeye layık olanın kim olduğudur.
YanıtlaSilHER GÖNÜL KIYMETLİDİR AMA
Yunus Emre’nin “Gönül Çalab’ın tahtı” deyişindeki gibi, gönüllerin Rabbimiz’in evi mesabesinde olduğunu bildiğimizden gönlü edilesi, değer verilesi kişi çoktur hayatımızda. “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” söyleyişindeki anlamca, her birinin gönüllerini kırmamaya, yıkmamaya çalışırız. Ebeveynimizle, eşimizle, akrabamızla, dostumuzla, komşumuzla gönül alışverişimizi, haklarını gözetip, hukuklarına riayet etmekle sınırlandırırız. Lakin bazen kıymet verişlerimizdeki ölçüyü kaçırdığımızdan yahut bize makul gelen çeşitli gerekçelerle haddi aşabiliyoruz. Girmek istediğimiz gönülde ne ile karşılaşacağımızı bilmeden, hatta o gönlün kapısını aralamak için bile koşulacak şartların hayrımıza olup olmayacağını düşünmeden “İllaki gönlüne gireyim” diye ısrarlı bir tavır takınabiliyoruz.
Bize yakın veya uzak kim olursa olsun; Rasulullah Efendimiz’in (s.a.v) sünnetlerini önemsiz görenin; “Kıyafetin, örtün modern olsun, bu sefer de namazı kazaya bırak, sonra kılarsın, benim için yalan söylesen ne olur?” diyebilenin, bizi haram kazanca meylettirenin, terfimizde veya maaşımızda hileli yöntemlerini baş üstüne ettirmek isteyenlerin gönlünde dünya arzusu ve nefsin egemenliğinden başka ne var ki girilmeye layık bir gönül olsun?
Gerçi merhum Yunus’un, “Hepsinden iyice bir gönle girmektir” sözündeki işareti anlayıp, asıl kimin gönlüne girilmesi gerektiğini bildiğimizde de nefis peşimizi bırakmıyor. O gönül sahibinin muradını dahi unutup çeşitli hesapların peşine düşebiliyoruz. “Hizmet nimettir” diyenin himmet ettiği bu yolda, zahiren hizmeti sevk ve idare edenlerin gönlünde yer edinebilmek için farklı tutumlara giriyorsak, “Ben o gönle girenlerdenim” kanaatini uyandırmak için “Mürid, şeyhiyle övünen değildir. Asıl mürid (güzel hali ve takvasından dolayı) mürşidinin kendisiyle övündüğü kimsedir” (Ebu’l-Abbas el-Mursi) gerçeğini ardımıza atıp, bazen şer’i haddi de aşan methiyeleri kulaklara döküyorsak, bazı hizmet birimlerinde bulunmayı o gönle girmenin belirtisi görüyor ve gösteriyorsak, mistik hülyalara dalmayı tasavvufun gayesi zannediyor ve bu yolla başka gönülleri avlamaya niyetleniyorsak nefsimizin sinsice oynadığı bir oyuna daha alet olmuşuz demektir.
Nefsimizi terbiye edememişken, terbiye görmemiş her nefse bu derece yönelişimiz ahiret hayatımızı heba etmemize sebep olacağı gibi, bu dünya hayatımızı da çekilmez kılmaz mı? Zira böyle gönüllerin dengesi, nizamı yoktur; bugün istediğini, beğendiğini yarın istemez, beğenmez. En küçük bir hatada yüzüstü bırakır, sahiplenmez. Hülasa ne hal üzere olacağımızı şaşırırız. Öyleyse gönlüne girmekle meşgul olmamız gereken gönül, rastgele bir gönül değil; manen diri, kamil, her işinde Rabbi’ne teslim olan, Allah Teala’ya ve Rasulullah’a çağıran bir gönül olmalıdır.
YanıtlaSilO GÖNÜLE TALİP DE OLMAK LAZIM
Malumdur ki Cenab-ı Hak bütün kullarının kalbine nazar eder. Velakin nazar ettiği yerde acaba ne vardır; hırs, kibir, riya, gizli şirk, haset, türlü şehvetler mi yoksa teslimiyet, tevekkül, takva, rıza mı? Bilemiyoruz, ancak Allah Teala’nın nazar ettiği mahallin masivadan temizlenmesi gerektiği apaçık. İşte bu sebeptendir ki, gönlü tecelligah olan erlere gönül verip, gönüllerine girmeye de talip olmamız gerekmekte.
Bir gün Bayezid-i Bestami’ye (k.s) bir kimse gelerek: “Bana yüce Rabbimiz’e yaklaştıran bir amel söyler misiniz? Onu yaparak Allah’a yaklaşayım, rızasını kazanayım” dedi. Bayezid-i Bestami de şu tavsiyede bulundu: “Allah’ın sevgili kullarını, evliyaları sev, onlar da seni sevsinler. Zira yüce Rabbimiz onların kalplerine nazar eder. Umulur ki Hak Teala onlardan birinin kalbinde senin ismini görüp seni bağışlar.” (Abdülmecid Hani, el- Hadaiku’l Verdiyye)
Şu halde cevabını isteyeceğimiz tek bir soru kalıyor: Rabbimiz’in nazarına layık o temiz gönüllere ismimizi nasıl yazdıracağız? Allah sırrını yüceltsin Hace Ali Ramiteni (k.s) bu hususta buyuruyor ki: “Saliklerin bir mertebeye erişmek için çok riyazet ve mücahede yapmaları lazımdır. Ancak maksuda tez erişmek için tüm bu yollardan daha kestirme bir yol daha vardır. O yol da sadık talibin bir iyilik veya bir hizmetle bir gönül ehlinin gönlüne girmesidir. Buna çok gayret edilmelidir. Çünkü Allah dostlarının gönlü Cenab-ı Hakk’ın nazargahıdır. Orada bulunanlara da elbette o nazardan nasibini alır.” (Reşahat)
Allah Teala bizlere, Kur’an ve sünnet ahlakıyla ahlaklanıp o gönüllere girdirecek sadakati, iyilik ve hizmeti nasip etsin. (Amin)
BU SÖZLER ALINTI FAKAT ANLATMAK İSTEDİĞİMİ GÜZEL ANLATTIĞI İÇİN GÖNDERDİM SİZDE ANLAMIŞSINZ YAŞAMAK NASİP EYLESİN RABBİM
YanıtlaSil