Ne çok acı var kalbin içinde... Ne çok yalnızlık, anlaşılmama ve acı var... Hayat böyle bir şey galiba. Gerçeklerle gölgeler arasında geçip giden. Geliyormuş gibi yapıp geri dönen, söz verip ortada bırakan, soru sorup cevabı duymayan... Bencillik mi bu zamanın hastalığı? Gelirken geri dönmek mi? Pervasızca can acıtmak mı? Sonra hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam etmek mi? Suçu kendin işleyip sağa sola 'o yaptı' demek mi? Hangisi? Ya da hepsi mi? Eskiden onurlu, şerefli, sözünde duran insanlar vardı bu dünyada. Peki şimdi onlar neredeler? Neden görünmüyor, duyulmuyorlar? Yoksa kalmadılar mı hiç? Olmalılar. Olmalılar yoksa hayat çok daha zorlaşıyor.
O yaz günü, hani güneş tam tepedeydi hatırlıyor musun? Saat durdu o gün. O gün demek yanlış aslında, o an durdu. Çünkü pili bitmişti. Boşalmıştı saatin pili. Sonra ne mi oldu? Saatin pile güveni kalmadı ki artık. Ne olabilir o andan sonra? Güveni kalmayan bir daha adım atabilir mi? Tabi ki atamaz. İnsan düz bir yolda koşar adım yürür de uçurumun kenarında ikinci bir adımı atamaz. Düz yolda seri yürümesine neden olan güvendir. Uçurumda onu durduransa güvensizlik...
Bir şey yaparsın. Sana göre 'küçük' olan tek bir şey. Fakat o senin küçük sandığın, belki birinin hayata tanıdığı son şanstır. Ve sen o son şansı pervasızca harcamışsındır. Uf demeden kıymışsındır yani. Sonra ne mi olur? Onun boynuna 'yalnızlık ömür boyu' düşer, senin boynuna... Neyse...
19 Kasım 2017 / KONYA / 23.50
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hayatın kendisi bir yorumdur aslında. Özgün ol, kendi hikayeni yaşa.
Yorumlarınızla mutlu oluyorum. Hepinize teşekkürler.