10 Mayıs 2012 Perşembe

2012 İSTANBUL GEZİSİ-7

1, 2, 3, 4, 5 ve 6 numaralı yazılardan sonra 7 ile geziye devam edelim.

05 Nisan 2012 perşembe günü ilk hedefimiz Mihrabat Korusu idi. Bu nedenle öncelikle Eminönü'nden Üsküdar'a bir vapur yolculuğu yaptık:


Fotoğraflardan da anlaşıldığı gibi oldukça puslu bir hava vardı:









Vapurun ardından bir de otobüs yolculuğu ve işte Mihrabat Korusu'ndayız:


Doğal, yemyeşil, mis kokulu, boğazı gören muhteşem bir ortamdı:





Mihrabat Korusu yazın çay bahçesi gibi hizmet veriyormuş. Düğün de yapanlar varmış burada. Bence de düğün için muhteşem bir yer. Sezon açılmadığı için henüz çay bahçesi hizmeti kapalıydı ama çalışanlar ve sıra sıra arabalar vardı:


Çıkış kapısının az ilerisinde ise restaurant olarak hizmet veren bölümü vardı.




Korunun çıkışında birbirinden güzel evler vardı. Burada yaşamak zor da olsa çok güzel olmalı:



Bu yokuşlardan ve dar sokaklardan ine ine Kanlıca'ya varmayı hedefledik:







Ve işte Kanlıca Meydanı:


Kanlıca Gazi İskender Paşa Camii:


Caminin bahçesinde Gazi İskender Paşa ve oğlu Ahmet Paşa'nın türbeleri vardı.


Bu meydanda bir kaç tane tesis var. Hem kahvaltı edilebiliyor hem de meşhur Kanlıca yoğurdu yeniliyor:



Biz kahvaltımızı edip çıktığımız için meşhur Kanlıca yoğurdunu yemeyi tercih ettik:


Üzerinde oldukça kalın bir kaymak tabakası vardı:


Yoğurdu yanında pudra şekeri ile servis ediyorlar. Satıcıya bu yoğurdun neden meşhur olduğunu ve diğer yoğurtlardan nasıl bir farkı olduğunu sordum. Sadece "katkısız doğal yoğurt" diyebildi. Ne yazık ki başka bir açıklama yapamadı. Bu zamanda katkısız doğal yoğurt adı altında satış yapan bir çok marka var, her ne kadar pek inanmasak da! Bence Kanlıca'daki yoğurtçular bu yoğurdun tarihçesini öğrenip soran müşterilere anlatmalılar ama satıcı sorumla adeta afalladı =) Yoğurt biraz yayık yoğurdu gibi ekşiydi. Tadı çok hoştu. Ve hazır alınanlardan ziyade ev yapımı gibi yumuşaktı. 


Oturduğumuz çay bahçesinden deniz manzarası:


Bu resim Mihrabat Korusu'ndandı. Araya karışmış =)


Simsiyah dumanlarıyla bir gemi yanaşıyor iskeleye:


Kanlıca İskelesi'nin kapısı zincirliydi. İndirme oldu ama kimse binmedi buradan:




Yoğurtların pek çok farklı boyutu varmış:


Ancak yemek için dört boyut sunuyorlardı. Biz 800 gramlık olanını seçtik (üstten üçüncü). Fiyatı 7 TL idi:


Meydanın karşı tarafı:


Kanlıca'dan sonra tekrar Üsküdar'a indik. Mihrimah Sultan Camisi'nin minareleri tadilattaydı:


Yeni Valide Camii:


Üsküdar Balıkçılar Çarşısı:


Yeni Valide Camii'nin bahçesi. İçinde Gülnuş EmetUllah Valide Sultan Türbesi de var.


Biz buralardan geçip dar yokuşları tırmanarak Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri'nin türbesine vardık. Şimdi baktım ki oranın fotoğrafını almamışım. Büyük bir istekle gidip de görünce unuttum herhalde.

Oradan sonra simit ayran eşliğinde yapılan vapur yolculuğu sonrasında yine kaldığımız yer civarına döndük. Günlerdir oradan geçmemize rağmen biraz ara sokakta kaldığı için görmediğimiz Binbirdirek Sarnıcı'nı o gün keşfettik. Ben devlet işletmesi sanıyordum, meğerse özelmiş. İçerideki büfede sıra sıra içkileri görünce bir hayli şaşırdım.

Burası Yerebatan'dan sonra İstanbul'daki ikinci büyük su haznesiymiş. Eski Bizans kaynaklarına göre 4. yüzyılda yapılmış. Mimari yapısı aynı Yerebatan'a benziyor zaten:


Ancak yerler kupkuru. Yerebatan gibi su dolu değil. Kala kala bir bu çukur kalmış su ile dolu olarak:


Buranın üstü park idi. Hani o Sultan Ahmet'te tramway durağının yanındaki park var ya, orası işte. Bu nedenle yağmur filan yağınca sular direk içeri damlıyormuş. Tavanlarda hep bu çadırlardan geriliydi:



Tavanda bir de çan vardı:


Ve bir çok sütunun tepesinde YKN yazıyordu. Muhakkak bir anlamı vardır ama ne?



İşte bu da giriş kapısı:


Çıkışta meydanda parkta oturmak ve dinlenmek güzeldi:




Meydanın az ilerisindeki Firuz Ağa Camii:



İstanbul'a her gidişimde dibinden geçermişim meğer Gülhane Parkı'nın. Fakat yerini bilmezdim. İlk kez gitmek nasip oldu. Hayran kaldım. Upuzun ağaçlar, yemyeşil bir park, müzeler... Yani içinde ceviz ağacı olunacak kadar varmış doğrusu =)


Burası tam ismini şimdi anımsayamadığım girişte bulunan edebiyat müzesi. Aynı zamanda kütüphane olarak da hizmet veriyormuş. Giriş ücretsiz. Pek çok ünlü şair/yazarın gözlükleri, kalemleri, bazı yazıları filan sergileniyor. Çok hoş bir yerdi:






Ağaç dallarında çok sayıda kuş yuvası vardı:


Parkın son kısımlarında bulunan İslam Eserleri Müzesi'nin önündeki Galata Kulesi maketi. Maket dedim ama öyle ufacık değildi:



Ancak vakit geç olup da müze kapandığı için ne yazık ki gezemedik.




Bu da yol üzerinde bulunan ve Bizans zamanından kalan bir taş imiş:


Sultan Ahmet'te tramway durağının hemen karşısında iki tane köfteci var. İkisinde de Meşhur Sultan Ahmet Köftecisi yazıyor. Ancak ben oranın yerlilerinden biraz araştırıp gerçek olanın camında "kredi kartı geçmez" yazan yer olduğunu öğrendim. Diğerinde de aksine "kredi kartı geçerlidir" yazıyor =) Bu hakiki olanın tam adı "Sultan Ahmet Köftecisi Selim Usta". İstanbul gibi bir yerde bırakın et yemeyi tavuk bile yemeye çekinen ben, ilk defa bir yere oturup et yedim. Köfte yani. Buraya gitmeden evvel kendi çapımda bir araştırma soruşturma yaptım. Hatta girmeden evvel kapıdaki görevlileriyle de ayrıca konuştum. HasbinAllah deyip girdim. Ama yine de en doğrusunu Allah (cc) bilir tabi ki:


Duvarlarda pek çok resim ve gazete haberi vardı:


İşte meşhur köfte buymuş:


Yanında da köftenin yanında görmeye alıştığımız közlenmiş biber yerine turşu biber vardı. Tadı biraz İnegöl köftesi gibi lastikimsi. Ekmeksiz köfte yani. Çok aç olmama rağmen bence normal bir köfteydi. Hatta hakiki İnegöl köftesi bundan daha güzel diyebilirim. 


Yemekten sonra kısa bir yürüyüş ve dinlenme zamanı. Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle. Umut hep vâr olsun.

9 yorum:

  1. Ne güzel resimlerle gezdim özlediğim şehri...
    Teşekkürler...

    YanıtlaSil
  2. Dilek Hanım, mutluluğunuza vesile olabildiysem ben de mutlu oldum =) Ben teşekkür ederim. Sevgiler.

    YanıtlaSil
  3. keske tarihi eserlerimize biraz deger verseler.tavanlara naylon asildigini ilk kez gorunuyorum.restorasyon yapsalardiya devleti kemireceklerine.off Aslihan off

    istanbula iyiki gitmissin,resimler guzel istanbul daha guzel.efendimizin istanbul icin soyledikleri geliyor aklima.

    iyiki paylastin.rabbime emanetsin.

    YanıtlaSil
  4. Evet, tarihi eserler daha fazla değeri hak ediyor. Yalnız bu işletme devlette değil. Şahısta. Onlar da tadilat yerine çadır germeyi seçmişler =)

    Sen de Allah'a emanet ol ve kuzular da =)

    YanıtlaSil
  5. maşallah subhanallah canım....resımler cok guzel...yoğurt benı benden aldıııı bayılırım..canım cektı sımdı...

    YanıtlaSil
  6. guzel resımler elıne sağlık sevgıler

    YanıtlaSil
  7. Güzel Kareler Yakalamişsin ellerine sağlık, istanbulu gezmeyen görmeyenler için görecek gibi oldu.

    YanıtlaSil
  8. ohh sefan olsun gez;) bende ist. çok özledim gidip göreceğim zamanı iple çekiyorum. buarada yerebatan sarnıcının susuz kalmasına çok şaşırdım zira en son gittiğimde sularla doluydu:S

    YanıtlaSil
  9. Marifetellerimizde, hakkını helal et =) Tanıtmak maksadıyla yayınlıyorum fotoğrafları. Bilmeyenler de tanısın diye.

    Belguzaranne, teşekkür ederim.

    Urfalı sağolasın.

    Yok Nadire susuz kalan Yerebatan değil. Onda su var yine. Susuz olan binbirdirek Sarnıcı =)

    YanıtlaSil

Hayatın kendisi bir yorumdur aslında. Özgün ol, kendi hikayeni yaşa.
Yorumlarınızla mutlu oluyorum. Hepinize teşekkürler.