13 Eylül 2015 Pazar

Abdullah'ın Mektubu

O gün Abdullah için diğerlerinden farklı bir gündü. Öğle tatilinin başladığını bildiren zil çalmış olmasına rağmen yerinden kalkmak istemiyor, ne yemek ne de başka bir şeyi düşünmüyordu. Masasına yapışıp kalmıştı adeta. İçinden o an geçen tek şey, hislerini Melek'i ile paylaşmaktı. Hem de vakit kaybetmeden. Özel eşyalarının durduğu çekmeceyi açıp içinden bir A4 çıkardı. Odada yalnız kalmasının verdiği rahatlıkla yazmaya başladı:

"Melek'im, gözümün nuru,
Şu günlerde öyle sıkıntılıyım ki ne yapsam ferahlayamıyorum.  Ve biliyorum, bana ancak seninle konuşmak iyi gelecek. Madem gül cemalini göremiyorum, madem bülbül sesini işitemiyorum; o halde ben de sana mektup yazarım. Kim bilir ne vakit geçecek eline...

Şu dünyada öyle sıkıntılar gördüm ki sekineti mümkün değildir sanırsın. Ama yanılırsın be gülüm! Her şeyin bir sonu vardır elbet; acının bile. Gün gelir biter. Sana kalansa öğrettiği tecrübe olur. Bak ben mesela; edindiğim tecrübelerden sonra bırak yoğurdu, dondurmayı üfleyerek yemeye başladım. Eskisi gibi gözü kapalı pürneşe atılamıyorum yeni umutlara. Bi ölçüp biçiyorum evvela. Bu yeni umut acep ne halda ola ki? Mutluluk mu getirir bana yoksa yeni kırgınlıklar mı? Halbuki bu derece muhasebe etmek terstir umudun tabiatına. Teslimiyet ister umut. Ve yeni sevdalara yelken açarken gülümseyen bir yürekle teslim olmak gerektir.

Sevmenin özünde biraz nedensizlik, biraz gözü karalık yatar. Nasılını nedenini düşünmeden sever insan. Sevince de bir ırmağa düşmüştür adeta. Artık o ırmak ne yana sürüklerse, o yana gider kişi. Fazla yorumlamadan/irdelemeden. Zira adı üstünde seviyordur. Delice bir eylemdir sevmek. İnsan ne kültürel/maddi/duygusal/vb anlamlarda uygun muyuz diye bakar ne de ölçüp biçer. Sadece sever; çünkü o ateş yüreğe düşmüştür bir kere. Kürk Mantolu Madonna'nın Maria Puder'i "Deli gibi değil, gayet aklı başında seviyorum seni" derken; "kapılarak, ne yaptığını bilmeden/sürüklenerek değil; bile isteye kendi irademle kendi seçimimle seviyorum seni" demek istemiştir bence. İşte tıpkı onun gibi _her ne kadar artık dondurmayı üfleyen biri olsam da_ aklı başında sevdim ben seni...

Sen varsın. Yarsın sen ömrüme. Lakin şu gurbet olgusu elimi ayağımı bağlıyor be gülüm! Öyle yalnız, öyle kimsesiz hissediyorum ki bazen... Ruhumdaki acıya yarenlik eden tek şey sıcacık çayım oluyor. İyi ki çay var Melek'im. O da olmasa nasıl katlanırdım senin hasretine?"

Abdullah o an mesai zilinin çalmasıyla irkildi. Melek'i ile konuşurken dalıp gitmiş, vaktin su gibi akıp geçtiğini farkedememişti. Bir an evvel sözlerini toparlayıp mesaiye geçmek için davrandı:

"Seninle konuşmaya doyamam Melek'im. Lakin mesai saati geldi. Kelamı burada keselim ki boynumuza hakkı geçmesin kimsenin. 

Boncuk gözlerinden hürmetle öper, hasretle kavuşacağımız günü beklerim.

Allah'a emanet ol sevdiğim,

Abdullah"

Mektubu dikkatle katlayıp zarfına yerleştiren Abdullah mesaisine başlarken, yüreğini garip bir huzur kaplamıştı. Kim bilir, belki de her şey hayalen de olsa Melek'i ile dertleşmesindendi...

13 Eylül 2015 / KONYA/ 02.01

1 yorum:

  1. Hayranım sana Aslıhan oturup dertleşmek isterim seninle

    YanıtlaSil

Hayatın kendisi bir yorumdur aslında. Özgün ol, kendi hikayeni yaşa.
Yorumlarınızla mutlu oluyorum. Hepinize teşekkürler.