28 Kasım 2011 Pazartesi

sustu(ruldu)m




"Duyuyor musun anne? Yalnızım, çok yalnızım..." demişti şair. Derdini annesine yanıyordu ya, belki de bunca zaman yalnız kalışının tek suçlusu annesi idi.

Annesi aynı evin içinde susan bir silüetti sadece. Yanındaydı, ama değildi. Burdaydı, ama susuyordu mütemadiyen. Sorulan soruların, atılan lafların havada asılı kalması insanı nasıl da yaralıyordu oysa. Kendi anlatmak istediklerini anlatan, kendi istediği zaman konuşan, dinlemeyi bilmeyen bir anne idi işte onun annesi. Düşündü şair. Kimileri neler vermiyordu ki anne olmak için... Kimileri ise elindeki hazinenin farkında değildi. Şairin gönlünde kopan fırtınalardan bîhaber, üstüne üstlük onun yaralarını daha da kanatacak kantarsız bir dile sahipti annesi. "Sus" derdi bazen şair. Diliyle değil, gözleriyle "sus" derdi. Ömrü boyunca çok zaman susmayı seçen annesi, nedense o anlarda inadına devam ederdi konuşmasına, ağzına yayılan bir gülümsemeyle... Anlayamazdı puslarla dolu şair gönlü. Anlayamazdı bu nice bir hâldir. Ne desindi ama? Anne anneydi işte sonuçta, anne anneydi...

Söyleyemediği, diline kelepçe vurduğu her sözü gönlünden dökerdi o vakitlerde şair. Okumasını bilen çıkmamıştı şimdiye kadar ya, olsun. Annesine sadece "Biliyorum" dedi. "Ne yaparsam yapayım, ne dersem deyim anlamayacaksın beni." Susmayı seçmişti o yüzden. Ve son sözleri döküldü dudaklarından, hani o çok sevdiği şiirde geçen söz:

"İçimde ölen biri var"...

28 Kasım 2011 / KONYA / 17.55

Not: Resim internetten alınmıştır.



24 Kasım 2011 Perşembe

BAZEN


_Bazen düşünüyor insan, her şey neden daha farklı olmuyor sanki diye.
_İmtihan.

_Bazen düşünüyor insan temiz niyetler niçin temiz karşılıklar bulmuyor diye.
_Bulur elbet, biraz zaman.

_Bazen düşünüyor insan varlı vakitsiz aklına geliyor mudur ki diye.
_Sanmam. Hak eden hakkının yanında olurdu. Hak etmeyen başka limanlara çoktan yelken açmıştır bile.

_Bazen düşünüyor insan neden her şey bu kadar zor görünüyor diye.
_İşte buna vereceğim bir tek cevap var. Ama o tek kelimenin içi ummanlar kadar engindir. Cevap SENsin SEN!

-Sana "çok sevme" dedim, sevdin.
-Sana "hak ettiğinden fazla değer verme" dedim, verdin.
-Sana "doğarken verilmemiş olan sonradan senin olmaz" dedim, inadına elde etmeye çalıştın.
-Sana "hayır demesini bileceksin" dedim, bilmedin.
-Sana "üzüleceksen bir tek Allah'a iyi kul olamadığına üzül" dedim, varı yoğu kafana taktın.

Hayat zor değil gözüm. Bak kendi sorunda bile "neden bu kadar zor görünüyor?" diyorsun. "Neden bu kadar zor" demiyorsun. Hayat; İrade-i Külliye'nin senin için biçtiklerini yaşarken, irade-i cüziyen ile yaşadıklarına yön vermendir. Sen seçersin umudu ya da umutsuzluğu. Sen istersin mutlu ya da mutsuz olmayı.

Kalpazan matbaalardan gerçek hayatlar çıkmaz, bil bunu. Unutma, bu toprak sadece üstünden ibaret değil. Üstü bir gölgelenme kadar kısa ve altı sonsuzluk kadar uzunsa eğer, geçici bir gölgelenme ânı için yelpazeye verme haddinden fazla değer. Allah doğruların yardımcısıdır her daim. Elinde hiç bir şeyin olmasa, bir tek sermayen olsa; dünyanın en zengini sensin. Karun'un hazinelerini sana verseler, ama o bir tek sermayeden yoksun olsan; sana fakir demek bile az kalır. O sermayenin adı İMANdır gözüm. Riyakâr değil, hakiki bir iman. Yalancı değil "dünyaya meydan okuyabilecek" bir iman. Hakiki Dost'a tam sarılabildiğin vakit, bil ki ne yalnızsın ne de mahzun. Dimdik dur. Bir başkası istedi diye değil, O (Celle CelaluHu) istedi diye yap yapacaklarını. Başkalarını değil, yalnız O'nu memnun etmeye odakla aklını-gönlünü.

Denîliklerin adına medenîlik denir olmuş bu gün. Varsın sana medeni değil desinler. Sahte gülüşlerde medeni olacağına, sağlam duruşlarla yobaz olman evlâdır. Tanımlar Asıl Sahibi'nde saklı değil midir zaten? Üç beş yüz yıla kalmadan kemikleri çürüyüp gidecek olanlar sana yobaz dese ne çıkar? Sırtını Ezelî ve Ebedî Olan'a dayadınsa, gerisini boşver gitsin.

Kararsız kaldınsa gönlüne danış. Yapmak istemediğin şeyleri yapmaya zorladıklarında bir düşün bakalım. Kâinatın Sebeb-i Vücudu hangi tavırdan hoşnut ve hangi tavırdan mahzun olur? Sen O'nun (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) hoşnut olacağı tavrı seç ve uygula. Asla pişman olmazsın. Ötesini ne düşün ne de o fikre takıl.

Kalpazan matbaalarda doğruyu basmak, basınç ayarlaması yapmadan uzaya gitmek gibidir. Sen o matbaaların sahiplerinin yaptığı gibi sahte çekiciliklere aldanacağına, kanının damarlarına hızla basınç uygulamasını göze alarak çamurların içindeki yakut misali ışıldamayı seç.

Unutma; "Allah var, keder yok!"

24.11.2011 / KONYA / 10.45

21 Kasım 2011 Pazartesi

İyi Ki Varsın


Canım Urfam,

Hasretin her daim içimde. 12 Ekim 2009 akşamı vedalaşmam nasıl da uzun sürmüştü seninle. İçimden bir ses "öbür seneye gelemeyeceksin" diyordu. Gelemedim de biliyorsun, rahatsızlandım. Bu yıl ise he yo derken kaçıp gitti zamanın. 771 gün geçti sana gelemeyeli. Ömrümün koskoca 771 günü... Söylemesi dile kolaysa da çekmesi gönle pek bir zor. "Ben yanında olmayanda ne ediysen?" deyisense eğer, bil ki bocalıyorum. Ekranımda senin resmin, masamdaki saksının üstüne monte edilmiş senin resmin, defterimde senin ismin, tenceremde senin yemeğin, her yerde hep sen sen sen. Ama ben yanında yamacında değilim işte.

Özlüyorum seni. Bocalıyorum yokluğunda. Başka bir ben oluyorum adeta zaman zaman. Hiç yapmayacağım şeyleri yapıyorum. Olmayacağı en başta belli işler için çaba sarfediyorum "ya tutarsa" misali. Sonra olmadığını görüyorum. Sonra buna rağmen yine emek harcıyor yine çaba sarfediyorum. Yanımızda yaşamış, toprağımıza gömülmüş, memleketlimiz olmuş Nasreddin Hocamız'ın gayretinden midir diye düşünüyorum bu çabam; ama yok, değil. O'nun göle maya çalması ne kadar mantıklı ise benim olmayacak işlere çaba sarfetmem bir o kadar mantıksız. Sonunda ne mi oluyor Urfam? Bile bile tüketiyorum beni. Göz göre göre kanırtıyorum yaralarımı. Keskin bir kararla kırıp atıyorum her hatayı. Kanserleşmiş düşünceleri-hisleri-her ne varsa işte hepsini kopartıp atıyorum kör bir bıçakla. Acıtmadı mı dersen acıtıyor elbet. Ama yarayı kesmek değil acıtan. Benden başka bir ben olmaya zorlamak kendimi. Sonra doruğa çıkıyor ağrılar. Morfinsiz gecelerin sabahlarında acıdan insanlıktan çıkıyorum adeta. Duyguların doruk noktasında beni uyaran ve titre diyen yine o oluyor. Bu defa nasıl da kızgın, hiç olmadığı kadar. Bu defa nasıl da umutsuz, onu hiç görmediğim kadar. İçim nasıl acıyor Urfam bir bilsen. Benden başka bir ben değilim ben. Neden zorladım ki kendimi sanki öyle olmaya? Neden incittim onu da kendimi de? Ani bir karar verip 20 Kasım 2011'i miladım seçiyorum. "Tamamdır, bitti o hüzün. Seni kaybedeceğime söker atarım bu saçmalığı içimden." diyorum. Bekliyor. Göreceği gün olacak mı bilemiyor. O derece sarsılmış. O derece kararsız. Ben diri tutmaya çalışıyorum, unutmamaya çalışıyorum göreceği günü. Başka her ne varsa, unutmak için duada ellerim. Sığınıyorum Kudret'ine. Şükrediyorum sonra, iyi ki biliyorum Kime Sığınacağımı diye.

İçimin sağ ve sol yanı konuşmaya devam ediyor Urfam. Bir tarafım nasıl da ümit kesmiş benden. "Söylüyorsun ama inanamıyorum nedense bunu yapacağına" diyor. Diğer yanım alabildiğine kararlı, sağlam, aktif ve biraz da ürkek. "Göreceksin" diyor. "Bekle. Emin ol göreceksin." Bekliyoruz ikimiz de. "Su akıp yatağını bulacak" elbet diyor ve bekliyoruz.

Bir o gün, bir de sen Urfam. Bir de sensin beklediğim...İyi ki varsın. İyi ki içimdesin. Bundandır belki de oraya başka kimsenin sığamayışı, kim bilir...

Not: Resim internetten alınmıştır.

GÜZEL HABERLER


"Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?" demiş ya Yüce Rabb'imiz, duanın gücünü gördükçe bu Âyet'i daha iyi idrak ediyor insan. Minik Harunumuz hamd olsun yoğun bakımdan normal odaya çıktı. Bunda siz blog arkadaşlarımızın büyük payı olduğuna eminim. Hepinize teşekkür ediyorum. Şimdi eve çıkacağı günü bekliyoruz heyecanla. Bu nedenle duaya devam edelim inşaAllah =)

*Fotoğraf internetten alınmıştır.

17 Kasım 2011 Perşembe

BEDİRCAN


Yeşil Tepe Köyü’ nün yağız delikanlısı,
Adına “Bedir” derler, anasının nazlısı,
Daha yüzünde yokken bir bıyık çıkıntısı,
Köyüne veda etti, rıza için Bedircan.

Henüz on yaşındaydı bu yola girdiğinde,
Yeşil’ inden ayrılıp dergâha vardığında,
İlim irfan için dost gönlüne erdiğinde,
“Öğrenci” olmadı hiç, “talebe”dir Bedircan.

Önünde duruyorken Urfam’nın Balıkları,
Hani HalilRahman’ın en yakın tanıkları,
Öğrenir ilimleri, Rızvan’ın konukları,
Yüreği Hakk’a yangın, Urfalı can Bedircan.

Günler geçip gidiyor, küçük konuk büyüyor,
İlim denizlerinde koşar adım yürüyor,
Bilgi derinleştikçe bağnazlıklar çürüyor,
Allah'a gerçek nefer oldu bizim Bedircan.

Bir hayırlı kız düştü yüreğine sıladan,
Olur bu iş eğer ki “Ol” dediyse Yaradan,
Aileler uyuştu, gelin gelir Urfa’dan,
Daim mutlu olsunlar Reyyan ile Bedircan.

Hak ne verdiyse eğer rıza gösteren kullar,
Bir gün mutlak erecek, mutluluğa tüm yollar,
Çıkarıp karaları giyer sevinçle allar,
Örnek soranlar varsa yeter şu kul Bedircan!

18.01.08 / KONYA / 10.56

15 Kasım 2011 Salı

GUZUM YOĞUN BAKIMDA (Hilal'in El Emeği Hakkında)

Biliyorsunuz Hilal Timur (Hilal'in El Emeği) benim ablam. Hamza adlı üç yaşında bir yeğenim vardı. Dün gece ise Hamzamız'ın kardeşi Harunumuz doğdu. Doğumuna 25 gün vardı daha. Erken geldi, takdir. Doğarken tükürüğünü yuttuğu için nefes alamamış ve dolayısıyla yoğun bakıma küveze koyulmuştu. Çok hızlı nefes alıp veriyordu. Sonra nefesi normale binmeye başladı hamd olsun. Ama bu defa da kanında yüksek oranda iltihap tespit edildi. Maksimum seviyesinin 6 olması gerekirken 64 çıktı oğlumuzda. Kültür örneği alıp tahlile gönderdiler. Dün akşam doktoru açıklama yaptı. Kültür sonuçları en erken iki güne kadar çıkarmış. O zamana kadar bebek yoğun bakımda küvezde kalacakmış. Antibiyotik tedavisine başlanacakmış. Kültür sonuçları temiz çıkarsa taburcu, iltihaplı çıkarsa tedaviye devam edilecekmiş. Yoğun bakımda 14-15 güne kadar kalması gerekebilirmiş. Allah (cc) taze yavrumuza hayırlı acil şifalar ihsan etsin. Hepinizden de dualarınızı istirham ediyorum. şükür bu gün durumu daha iyi. Hilal ablam da iyi. Merak edenler soranlar için paylaşayım istedim.

Hazreti Musa, Allah'ın Peygamberi. Hazreti Harun, ağabeyi Musa'nın sağ kolu, yardımcısı. Harun'un anlamı "üç yıl sonra doğan erkek kardeş". Hamzamız, 20 Kasım 2008. Harunumuz, 14 Kasım 2011. "Üç yıl sonra doğan erkek kardeş" sizlerden dua bekliyor. Hepinize sevgilerimle.

Teyzesi

11 Kasım 2011 Cuma

ölüyorum


Aşkı bilmeyen aşıkın hâlinden ne anlasın a gözüm? Hiç tatmayanlar aşkı, deli derler aşık olana. Sen ki kavuşamayınca yanar yanar kavrulursun. Tandıra yapışmış ekmek gibi imil imil pişer, iç çekersin yavaştan. İki gözünün nurundan biri gelse o vakit, "üstünde sevdiğimin kokusu vardır" diye koşup gidesin gelir yanına. Bir duvarı seversin, bir çakıl taşını ya da mor oyalı bir yazmayı... Sevdiğimdedir, sevdiğimdendir der, basarsın bağrına. Alay ederler gözüm. Yanmayı bilmeyenin aşktan anladığıdır alay.

Orada, her zamanki yerinde duruyordur da sevdiğin; bir türlü aşıp gidemezsin engelleri, bir türlü varamazsın sürme gözlüne. Zaman akar yavaş yavaş. Özlem büyür kudurmuş bir kuş misali. Duvarlardan duvarlara atılasın, mor zincirlere bağlanıp savrulasın gelir. Sen ölürsün yavaş yavaş. Kimse görmez, göremez. Görenler bilemez, anlayamaz. Öğütülmektedir ruhun dirhem dirhem. Ne bir tek kelâm çıkar o dem bu femden ne ufak bir ışıltı yanar erik gözlerinde. Her şey sona yaklaşır ve sondaki başa kalmıştır bütün kavuşmalar.

Belirsizlik kül eder cancağızını. Yalnızlıktan şikayet etsen de, ölümsüz bir bağla bağlısındır ona. Bir an kurtulmak istersin dünyanın bütün yalnızlıklarından, kim kimse bulamazsın etrafında. Sonra bir vakit yalnız kalmak istersin, bırakmazlar. Bu cihan zıtlıklarla mı vücud bulmuştur diye hayıflanırsın.

Gözünün içine duru papatyalar gibi bakarsın da anlamaz. Mavi bir taşın sonsuz ışınlarına yüklersin kefene sarılmış gelini. Sen beklersin. O da bir yerlerde beklemektedir. Bir türlü buluşamazsın. Dünya gözü değmemiş baharlara kalır yasemin kokulu saf kavuşmalar. Ne olacak hâlim der, bir zaman sonra onu demekten dahi vazgeçersin. Dilinde takatin mi bitmiştir? Hayır. Gönlünde coşkusu sönenin dili ne yana dönse de boştur. Ne bir tek ses çıkar ondan ne bir tatlı söz.

Bilmek istersin sadece. Duvarlar ardındakileri değil. Kapalı kapılar arkasında ne olduğunu değil. Hiç bir yere sığamayıp da bir kulun gönlüne sığan Yüce Rabb'in var ya, işte O'nun sığdığı bir gönülde neler olup bittiğini. Samimiyeti, dürüstlüğü, saflığı, duru olmayı ve katalizör bekleyen bir kalbin ne kadar başarılı olabileceğini. Ahh bir bilebilsen, belki de tüm bu eziyet sona erecektir.

Aynalar her zaman doğruyu mu yansıtır gözüm? Her baktığında gördüğün sen, sen midir sahiden? Araya zaman girmiş. Zaman değiştirir mi bazı şeyleri? Zaman değiştirir mi seni? Gerçekten inanarak diyebilir misin "bence sence de bence" diye? Bir desen duracaktır tüm saatler. Bitmeyen bir zamana atacaksın adımını o vakit. Sonsuzluk ufkunda süzülen bir hiç olacaksın. Fırat kadar hoyrat, Şeyh Şamil kadar dik, Hazreti Osman kadar utangaç, Ebu Hureyre gibi sevgi dolu ve Ağrı Dağı gibi sapasağlam...

Hiçlikte yitilmez, unutmayasın. Dile düşmemiş bir Mecnunluğun adıdır hiç olmak. Mecnundan daha da fazla kavrulursun ya, ilan edemezsin onun gibi. Çöllere düşemezsin. Haykıramazsın ağız dolusu. Hepi topu hiçsindir işte. Hiç...

Sona varmak için başlangıçta beklenmez.
Hiç olacaksan öl önce.
Öl ki dile gelsin kırık dökük bu günce...

11.11.11 / KONYA / 12.25

10 Kasım 2011 Perşembe

2. ULUSLARARASI HELÂL VE SAĞLIKLI ÜRÜNLER FUARI'NDAYDIM


13-16 Ekim 2011 tarihlerinde CNR Ekspo fuar merkezinde bulunan 2. Uluslararası Helâl Ve Sağlıklı Ürünler Fuarı'na 15 Ekim cumartesi günü ziyaretçi olarak katıldım. Konya'dan bir otobüs dolusu Gıda ve Ziraat Mühendisleri ekibi olarak ziyarete gidiliyordu. Geziyi tertipleyen arkadaş benim de bu konuya ilgim olduğunu bildiği için bir tane de Makina Mühendisi ekleniverdi otobüse =)

İlk defa bir helâl gıda fuarını ziyaret ettim ve biraz şaşırdım doğrusu. Ben markalardan ziyade maddeleri tanıyacağımız bir fuar bekliyordum. Oysa "helal gıda üretiyorum" diyen fuara katılmıştı. Fazla büyük olmayan tek bir salondu ve katılım bence azdı. Bu konuda daha bilinçli olur ve helalde ısrarcı tüketiciler olursak firmalar da bu yöndeki çalışmalarına hız verir diye düşünüyorum.

Helal gıdanın haricinde bilhassa Endonezya'dan gelen kıyafetler ve çeşitli eşyalar da vardı fuarda.

Fuarda en çok dikkatimi çeken iki stand Gimdes ve Afia Gıda oldu. Afia Gıda'yı internet sitesinden zaten takip ediyorum ama orada tüm ürünlerini birden görünce bu kadar kısa zamanda bunca çeşit çıkarmalarını gerçekten takdir ettim. Helal gıda üretim ve tüketimi için özveri ile çalıştıkları her hallerinden nasıl da belli oluyordu.

Gimdes standında verdiği bilgilerin haricinde Konya ekibi olarak bizlere küçük bir seminer düzenledi. Gimdes Başkanı da sonradan bu seminere iştirak etti ve sorularımızı yanıtladı. Gerek bu seminerde gerekse standlarda öğrendiğim bazı bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum:

*Gimdes'in web sitesinde, markalara verdiği helal sertifikalarının hangi ürünlerde ve hangi tarihten itibaren olduğu yazıyormuş. Bu uygulamaya geçmişler ve tarihleri takip etmemizi bilhassa tembih ettiler. "Eğer başvuruda bulunan firma sertifikayı bugün aldıysa, raflarda şu an satışta olan bu günden önce üretilmiş ve denetlenmemiş ürünleri bizim garantimiz altında değildir" dediler.

*X firması helal sertifikası aldığında, yine web sitesinden bu sertifikanın hangi ürüne verildiğini takip etmek gerekiyormuş. Örneğin X firması tavuk, işlenmiş tavuk, bisküvi, salam, sosis, vb... bir çok ürün üretiyor. Sertifikanın altında misalen "parçalı ve tüm tavuk" yazıyorsa, X firmasının sadece o ürünleri helal sertifikalı anlamına geliyormuş. Diğerleri için ya başvurusu yok ya da denetimleri geçememiş.

*Bir mezhebe göre helal kabul edilip başka mezhebe göre sakıncalı olan ürünler olabildiği için her sertifikanın altına dört Hak mezhebin isimlerini yazıp küçük kutucuklar açmışlar. Hangi kutucuk işaretli ise ona göre helal anlamını taşıyormuş.

*Helal Tavuk Etine Dikkat başlıklı Erpiliç firma gezisi yazımda tavuk yemlerinde hayvan kemiği tozu kullanıldığını yazmıştım. Sebebini sorup merak eden sizler için öğrenip not ettim. Aslında bildiğimiz bir sebebi varmış. Tavuğun etçil bir yönü de vardır. Mesela tavuk kurbağa da yer akrep de yer. Ya da civcivken kendi cinsinden bir başka hayvanın arka tarafından yemeye başlar ve hayvanı yer. Ki bunu bizzat tecrübe ettim. İlkokulda iki civciv almıştım. Cadaloz olanı saf olanını yemişti gerçekten. İşte bu sebepten tavukta hayvansal yağ ve kemik yem olarak kullanılıyormuş ve çabucak kilo aldırıyormuş. Fakat mesela danalar böyle değildir. Onlar sadece ot yemeye programlanarak yaratılmış hayvanlar olduklarından, danaya hayvansal yem yedirirseniz farklı hastalıklar baş gösterir. Bir zaman pürtleyen deli dana hastalığının asıl sebebinin de bu olduğu açıklanmıştı, hatırlarsanız. Yani özetle hilkate karşı çıkmamak gerekiyor.

*Tavuk kesiminde hayvana verilen voltajın sadece bayılmayı sağlayacak seviyede olması gerekmektedir. Bu tedbir otomasyon sistemli kesimhanelerde hayvanın zincirden çıkmaması içindir. Düşük voltaj verilen bir tavuk zincirden alınıp yere bırakılırsa 60 ile 90 saniye arasında ayılır. Bilinci yerine gelir. Oysa ölüm gerçekleşmişse tavuk ayılamaz. Yüksek voltaj verildiğinde kalp durduğundan dolayı kan pompalanması da durur ve her tavukta bulunan 200 gr kan vucutta donar. Hayvanı kestiğinizde de dışarı çıkmaz. Sadece kesilmekten kaynaklanan az bir kan sızar boyundan. Oysa öldürmeden bayan voltaj kullanan firmaların kestiği tavuğun altına bardak tutarsanız, akan kanla bardak dolar. Bir kesimhanenin günde ortalama 350.000 adet tavuk kestiğini düşünürsek, sadece bir günde bir kesimhaneden 35 ton kan çıkmakta. Helale harama dikkat etmeyen bir firma için 35 ton küçümsenmeyecek bir rakam ve kiloya ekleyip kâr olarak görmeleri mümkün ne yazık ki.

* Kan çok hızlı bir bakteri üreticisidir. Kanı akıtmayan firmalar bu çabuk bozulmayı engellemek için tavuğun yıkama suyuna yüksek oranda klor eklerler. O zaman tavuk bembeyaz görünür ve bu zararlıdır. Tavuğun gerçek rengi kehribar sarısıdır. Mor ve kırmızı görünüyorsa da tavuğun kanı akmamış ve kılcal damarlarda kalmış demektir.

*Tavuk dezenfeksiyonunda bazı firmalar gaz haldeki klor di oksit kullanırken, bazıları sıvı haldeki kloru tercih ediyorlar. Klor ozonun seyreltilmiş halidir ve kanserojendir. Klor di oksit ise işini bitirdikten sonra ortamı terketmektedir ve çok maliyetli olduğu için pek çok firma tarafından tercih edilmez. Klorlu bir şebeke suyundan bir ay boyunca içeceğimiz sudan alacağımız klor miktarı ile, iki adet tavuk yesek alacağımız klor miktarı aynı imiş. Ne korkunç bir rakam! Burada klor di oksit kullanan firmaları araştırmalı ve onların ürünlerini tercih etmeliyiz. Yukarıda bahsettiğim yazımda Erpiliç firmasının gaz klor kullandığını ifade etmiştim. Tekrar belirteyim burada da.

* Cochineal adlı böceğin ezilmesi (preslenmesi) sonucu elde edilen karmin ya da E124 maddesinin kırmızı ve pembe renkli ürünlerde çokça kullanıldığını bilmeyenimiz kalmamıştır artık. Bilhassa kola, meyveli yoğurtlar, dondurmalar, sakızlar, bisküviler, salam-sosis-sucuk grubu gibi ürünlerde kullanılıyor karmin. Bazı firmalar buna alternatif olarak kırmızı pancar kullanıyorlar. Türkiye'de çok güvenilir olarak bilinen gıda devi bir markanın dondurmasında karmin, Yahudi firması olarak bilinen bir markanın ise aynı tür dondurmasında pancar kırmızısı kullanması ne kadar ilginç değil mi!!! Araştırmalıyız arkadaşlar. Yıllardır uyutulduğumuz gibi "Bu firma güvenilirdir" deyip atlamayalım ürünlere. İşte helal gıda fuarında karmin konusunda da ilginç bilgiler öğrendim. Birincisi, Gıda Mühendisi bir arkadaşım kantin kurarken "satılacak ürünlerden vebale girmeyeyim" dediği için kendisiyle iki koldan günlerce araştırma yapmıştık karmin hakkında. Bazı fetva otoriteleri "kesinlikle haramdır" derken bazıları da "kimyasal işlem gördüğü için helalleşmiştir" dediler. Karar veremediğinde gönlüne danış denmiş ya, benim gönlüm hiç kanaat etmedi bu kimyasal işlem olayına. Yani böcek böcektir kan da kandır işte. Iyyyyy ezilmiş böcek yenir mi ya Hu! Seminerde bunu Gimdes'e özellikle sorduk. Kesinlikle uygun değildir yenilmesi dediler. Zaten benim gönlüm de bu yönde kanaat etmişti. Erpiliç standında ise şunu öğrendik. Erpiliç salam gibi ürünlerine kırmızı renk maddesi olarak karmin kullanmamak için bir araştırma yapmış ve pancar kırmızısı kullanıyorlarmış. Fakat bu renk olayından tamamen kurtulmak için argeleri yeni bir çalışma yapıyormuş. Kim bilir önümüzdeki günlerde nasipse görürüz beyaz serilerini.

*Türkiye'de sucuğa helal sertifikası almış sadece iki firma olduğu vurgulandı fuarda. Afia Gıda Sucuk ve Şifa Sucuk. Fuarı gezerken Şifa sucuğun standında görevlisi tattırmak için sucukları dilimliyordu. Hakikaten de evde yaptığımız sucuklar gibi bir ucu ezik ve tam yuvarlak olmayan halkalar çıkıyordu dilimlere. Buradaki iki ifadesi sanırım Gimdes içindi. Çünkü şimdi reklamlarda Aytaç Sucuk çıkıyor TSE'den helal sertifikalı diye. Bu arada bu fuarda helal sertifikası veren TSE'nin yer almayışını çok manidar bulduğumu da söylemeden geçemeyeceğim.

*Tavuk gribinden sonra satılan ve reklamlarda güvenilir diye övüle övüle tavana çıkarılan bir tavuk firması vardı. O bölgede yaşayan bir akrabamızdan daha o zamanlarda dinlemiştik hikayeyi, tavuk gribinin bu ve bunun gibi bir iki firmayı batırıp sattırmak için çıkarıldığını ve bir beyin savaşı olduğunu. Ki zamanla bu iyice ortaya çıktı zaten. Neden o dönemde tavuk firmalarımızın bazıları el değiştirdi dersiniz!! İşte bu helal gıda fuarı gezimizde, bahsettiğim bu firmanın; İsrail'in Türkiye'deki denek firması olduğunu öğrendim. Özetle diyeceğim, aldığımız her üründe yerli firmaları ve yerlilerin içinde de güvenilir olanları tercih etmeliyiz. Menşeini araştırmalıyız kimindir bu firma diye. Nerelere bulaşmış bu helal olmayan ve sağlıksız gıda üreticileri bir bilseniz... Araştırdıkça büyüyor bu deprem. Araştıralım arkadaşlar. Lütfen araştıralım.

Kendimizi, neslimizi ve geleceğimizi helâl ve sağlıklı ürünlerle besleyebilmek duasıyla. Hepinize sevgilerimle.

3 Kasım 2011 Perşembe

YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE


Bu atasözünü oldum olası çok sevmişimdir. Daha önce burada ve burada Samsung'la ilgili yaşadığım sıkıntılardan bahsetmiştim. Cep telefonum bozuk çıkınca bir servise gönderdim ve onarım görüp geldi. Ama sıkıntısı hâlâ gitmemişti. Bu yüzden başka bir servise daha gönderdim. Oradan da 30 iş gününü geçmesine rağmen geri gelmedi. Yurt dışından parça bekliyorlarmış. Daha da uzayacakmış. Ben de bu durumda Tüketici Hakem Heyeti'ne başvurup ödediğim parayı geri almak istedim. Eğer bir ürün servisten 30 iş günü içinde dönmezse ya para iadesi ya da ürün değişimi isteme hakkımız var kanunlara göre. Ben artık Samsung markasını görmek istemediğim için para iadesi istedim. Başvuru sayısı fazla ve yazışmalar da çok olduğundan süreç biraz uzun sürüyor. Yaklaşık dört ay sonra neticelendi benim başvurum. Para iadem gerçekleşip yasal süreç bitti. Bu nedenle sizlere bir örnek olması açısından bu durumu paylaşmak istedim. Böyle bir durumla karşılaşırsanız ya adliyelerde bulunan Tüketici Mahkemeleri'ne baş vurup dava açmanız ya da her kaymakamlıkta bulunan Tüketici Hakem Heyetleri'ne başvurmanız gerekir. Ben Tüketici Hakem Heyeti' ne başvurdum ve sonucu aldım çok şükür. Bu iade için gerek telefonu aldığım internet sitesi gerekse servise gönderdiğim Samsung bayisi ile çok uğraşmak zorunda kaldım. En güzeli ben çekileyim aradan, hakkımı devlet korusun dedim. Ve Allah'ın izni ile hakkımı aldım gecikmiş de olsa. İyi ki devletimiz var. İyi ki dünyadaki diğer bazı milletler gibi (Mısır, Irak, Libya, Suriye, vs...) değiliz. Böyle basit gibi görünen olaylarda bile hakkımızı savunan bir devlet olması çok güzel. Hepinize sevgilerimle.