24 Ekim 2024 Perşembe

Sırra Mektup


Kadın bu defa adamın fotoğrafına bakarak konuşmadı. Kalemi ve kağıdı eline alıp masanın başına geçti. Oturup adama bizzat mektup yazmaya başladı:

"Merhaba ruhumun sırlı azığı, 
Sana bu mektubu, hiç bir zaman gönderemeyeceğimi bilerek yazıyorum. Diyeceksin ki o zaman neden yazıyorsun? Olsun. Belli mi olur? Belki Rabb'im sürpriz bir kavuşma bahşeder de sana gönderemediğim tüm bu mektuplarımı bizzat iletme fırsatım olur okuman için.. 

Uzun bir yolculuğa çıktım. Hem gerçek hem içsel bir yolculuk. Yorgun vücudumu dinlendirmek, bezgin kalbimi iyileştirmek için iyi bir fırsattı bu. Şifaya koşarak yaklaşmaya çalıştım. Bu süreçte herşeyden uzaklaşıp doğada kendimi dinledim. Dalgaların sesi, yaprakların hışırtısı, kedilerin mırıltısı ve martıların ötüşü dışındaki sesler yoktu adeta. İnanır mısın, senin fotoğrafına bile bakmadım. Düşünmemek istedim. Hiç bir şeyi düşünmeden, tüm hasretleri, tüm çileleri unutup sadece dinlenmek sadece iyileşmek istedim. Belki de unutmak istedim, bilemiyorum. Ama sevdanın imzası bir kez kalbe atıldıysa, sen istediğin kadar unutmak dile nafile... Sen unutsan hücrelerin unutmuyor. İyi ki de unutmuyor. Nasıl bir çelişkideyim görüyorsun değil mi? Bir yanım bu yorgunluğa bu hasrete bir son vermek istiyor, diğer yanım senden geçemiyor ve iyi ki de unutamıyorum diye seviniyor. Bunu anlayabiliyor musun? Anlayamamanı anlayabiliyorum:) Çünkü ben bile kendimi anlayamıyorum. 

Biliyor musun bugün güne farklı bir mutlulukla uyandım. Sebebi sen. Gözlerim açıkken fotoğrafına bakmadım ama gözlerimi yumduğumda seni gördüm. Hayırlara gelsin. Uzun uzun sohbet ettik. Seni sevgimden haberdar eden bir sohbet değildi bu. Normal tanışma gibi bir şeydi. Ama o bile güzeldi. Samimi, içten bir sohbetti. Sohbetin sonunda bahçende yetiştirdiğin gülleri sordum. Güllerinle ilgili benden dua istedin. Buna çok ihtiyacın olduğunu söyledin gözlerindeki o derin kederi örtmeye çalışan zoraki gülümsemenle. Ahh bilsen ki ben sana zaten hep dua ediyorum. Ama diyemedim tabi ki. Diyemedim ki o keder beni öldürüyor, derdini biliyorum ve bunun için sana hep dua ediyorum. Diyemedim. Seni sevdiğimi de söyleyemedim. Bir yabancı gibi, çocukları aynı sınıfta okuyan iki veli gibi, aynı mahallede oturup birbirini sadece kafa selamıyla tanıyan iki uzak komşu gibi "tabi" dedim, "etmez olur muyum, ederim tabi". Peki bunu söylerken hissettiğim kederi sana hissettirmemek için nasıl çabaladığımı farkettin mi yoksa saklamayı başarabildim mi? Boğazımda demir bir leblebiyi yutamadan tutmak gibi, Phare de La Jument denizfenerinde yapayalnız kalmak gibi, alevler içinde cayır cayır yanarken gül bahçesindeymiş gibi görünmeye çalışmak gibi... Zor. Çok zor. Bunca severken, seni görünce sıradan biri gibi davranmak _rüyada da olsa_ çok zor. Ama olsun. Tüm bu zorluklara tüm bu kahırlara rağmen mutlu uyandım. Çünkü seni gördüm, seninle konuştum. 

Umudum, hayat ışığım, yüreğimin mutluluğu, ruhumun sırlı azığı, gözlerindeki kederin gitmesi için daima dua ettiğim, tanıdığım en güzel gül yetiştiricisi; iyi ki varsın. Yeni bir sohbette görüşmek ümidiyle :) Rabb'im'e emanet olasın... 

24 Ekim 2024 / KONYA / 21.25

2 yorum:

  1. deniz feneri, gül, ne güzel :) yazı çok hüzünlü yine :) hüzün de insana keyif verebiliyor yani :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hazreti Mevlânâ der ya hani "gördün mü bizi gamdan başkası hatırlamıyor, gama binlerce defa selam olsun!" Gerçekten de hüzünde ayrı bi keyif var Deep'ciğim.

      Sil

Hayatın kendisi bir yorumdur aslında. Özgün ol, kendi hikayeni yaşa.
Yorumlarınızla mutlu oluyorum. Hepinize teşekkürler.