Geçen hafta izindeydim. Evde vakit geçirdim. Biraz da şifayı kapmıştım ve gün boyu ot çayımı içtim =) Tadı hoş ve şifalı bir çay. Denemek isteyenleriniz olursa şöyle yaptım:
Geniş bir otçayı cezvesi ya da demliğin içine göz kararı ıhlamur, büyüklüğüne göre bir ya da iki çubuk tarçın, bir adet ceviz yaprağı, iki adet ayva yaprağı, 3-4 tane karanfil ve üstüne kaynar su konup ocakta kaynatılır. Bitince üstüne tekrar su eklenip tekrar kaynatılır. Böylece 4 sefere kadar içilir. Sonra posası dökülüp tekrar hazırlanır.
Tatilde bir yandan Gazze'de olanlara üzülürken, diğer yandan sağlığın kıymeti hakkında düşündüm hep. İzlediğim bir dizide aktörün bacakları yapılan iğne ile uyuşturulunca, bir kaç saatliğine de olsa tekerlekli sandalyeye bağlı kaldı. O an aklıma "Ya hakikatte bir insan bu vaziyette iken deprem olsa, yangın çıksa, bir hadise olsa ve kaçmak gerekse ne olur? Bu iğneyi yaptıran kişiler neler hisseder acaba?" diye düşündüm. Bilhassa doğum yapan hanımlar. Fakat daha sonra ya iğnenin etkisi ile bir kaç saatliğine değil de ömür boyu böyle olanlar ne hisseder diye düşündüm. Allah (cc) cümlemize sağlık afiyet şifa versin.
Sonra rahatsızlıktan ötürü sesim kısıldı. Önce az da olsa çıkıyordu. Ertesi gün sıfıra sıfır gitti sesim. Annemlerle konuşurken (daha doğrusu fısıldarken) babam dudak hareketlerimden de olsa anlıyor ve cevaplıyordu. Annem ise "Ne dediğini anlamıyorum. Yanında bir kağıt kalem bulundur ve benimle yazarak konuş" diyordu =) Yerimden kalkamayacak düzeyde hasta iken anneme seslenmek istediğimde, fısıltımı duymadığı için masaya ya da sehpaya elimi tıklatarak bana bakmasını sağlıyordum. O an sesimizi düşündüm. Cenab-ı Hakk'ın pek çoğumuza doğuştan verdiği sağlıklı bir vücut, belki de hasta olana kadar hiç dikkatimizi çekmiyordu. Düşündüm. Pazartesi iş başı yapacağım nasipse ve konuşmam gerekecek. Sonra belki telefonum çalacak ve cevaplamam gerekecek. Oysa ben hiç birini yapamayacağım. Peki iş yerinde nasıl işimi yapacağım? Ses ne büyük bir hazineymiş meğer...
Tatilde bu ve buna benzer şeyler düşündüm sürekli. Rabb'im cümlemize beden ve ruh sağlığı versin. Sağlık sıhhat afiyet içinde hayırlı bir ömür nasip etsin (Amin).
Dün takvim yaprağında okuduğum etkileyici, düşündürücü ve geldiğimiz noktaya bakınca üzücü bir olayı sizlerle paylaşmak istedim. Takvimden aynen yazıyor ve herkesi fikretmeye davet ediyorum:
"FÂTİH'İN BEDDUÂSI
İstanbul'un henüz feth olunduğu günlerdi. Sultan Fatih (1432-1481) şehri gezmeye çıkmıştı. Halkın arasında dolaşırken yardımcıları; Sultanım "bu adamı bir dinleyin" diye üstü başı hırpâni yaşlı bir keşişi getirdiler. Fatih sordu: "Bu halin nedir?" Keşiş cevap verdi: "Devletlu efendimiz! Şehrin kuşatılması başladığında Konstantin beni huzuruna emredip sordu: 'Şehri alacaklar mı?' Ben okuduğum eski kitaplarla cevap verdim: 'Evet, maalesef alacaklar!' Konstantin bu cevaba hiddet edip beni adamlarına tutturup zindana attırdı. Fakat işte, dediğim neyse aynen çıktı."
Sultan Fatih meraklanmıştı, adama sordu: "Söyle bakalım, bu İstanbul bizim elimizden çıkacak mı?" Yaşlı keşiş cevap verdi: "Bu şehrin düşmanı çoktur sultanım! Fakat vaziyet öyle gösteriyor ki, burası uzun müddet sizlerin elinde kalacaktır. Amma sizin aranızda fesat çıkar, kendi menfaatlerini düşünenler artar, elindeki mülkü yabancılara satanlar ve dahi yabancılardan medet umanlar çoğalırsa bu şehir sizden de çıkar!" Sultan Fatih keşişin bu cevaplarından çok müteessir oldu ve ellerini kaldırarak şöyle beddua etti: "Dilerim o tür kimseler Allah'ın gazabına uğrayıp kahrolalar!"
Hepinize sevgilerimle. Umut hep vâr olsun.